16 Ağustos 2015
CHP’den İstanbul 2. Bölge’den meclise giren Ermeni milletvekili Selina Doğan, Kamp Armen Direnişi’nin 100. gününde, direniş nöbeti tutan aktivistlerin ırkçı bir grup tarafından saldırıya uğramasına tepki gösterdi. Saldırının doğrudan sorumlusunun şimdilik bilinemediğini fakat dolaylı sorumlusunun Kamp Armen sorununu çözmeyip içinden çıkılmaz hale getiren siyasi irade olduğunu belirtti.
Ermeni yetimhanesi Kamp Armen`in yıkılma süreciyle kamuoyunun gündemine gelen sorunun, azınlıklara karşı uygulanan hukuka aykırı ve ayrımcı uygulamalardan sadece biri olduğunu ve bu durumda birçok yerin olduğunu hatırlatan Doğan, söz konusu ayrımcılığı gidermek için yasal düzenlemelerin bile yetmediğini, bu düzenlemelerin uygulanması için ciddi bir siyasi iradenin şart olduğunu belirtti. Doğan, “Afedersiniz Ermeni” diyerek Ermeni kelimesini hakaret addeden bir siyasi kültürden bu yönde bir reform beklemenin de yanlış olduğunu vurguladı.
‘BU TÜR SALDIRILAR ORGANİZE EDİLMEDEN GERÇEKLEŞTİRİLEMEZ’
Kamp Armen’de direniş nöbeti tutan aktivistlere karşı düzenlenen saldırıya ilişkin Demokrat Haber’in sorularını yanıtlayan Doğan; “8-9 kişilik ve ellerinde sopalar olan bir grup arabalarla kampa kadar gelip saldırıda bulunabiliyor. Bugüne kadarki deneyimler bize gösterdi ki bu tür saldırılar belli odaklar tarafından organize edilmeden gerçekleştirilemez. Bu saldırının doğrudan sorumlularını şimdilik elbette bilemiyoruz ama dolaylı sorumlusunun sorunu çözmediği gibi içinden çıkılmaz bir hale sokan siyasi irade olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Kamp Armen’e yönelik yaklaşım aslında devletin tüm azınlıklara yaklaşımını da gösterecektir” diyor.
CHP İstanbul milletvekili Selina Doğan, “Tek başına iktidar olamayan AKP, iktidarını paylaşmak istemedi ve Türkiye’yi yeni bir seçime sürüklüyor. İlk görevimiz de “Afedersin Ermeni” diyen bir zihniyeti sandığa gömmek olacaktır. Ardından kurulacak daha demokrat bir iktidarla bu sorunların çözümünün kolaylaşacağını umut ediyorum” diyor.
TBMM’nin uzun yıllar sonra seçilen ilk Ermeni kadın milletvekili olan Selina Doğan, Hrant Dink’in de yetiştiği ve bir dönem yöneticiliğini yaptığı İstanbul Tuzla’daki Ermeni yetimhanesi Kamp Armen’e ilişkin sorularımızı yanıtladı. Doğan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Tuzla Ermeni Yetimhanesi Kamp Armen’in iade edilmesi talebiyle başlatılan direniş yüzüncü gününü geride bıraktı. Direnişe ve demokratik çevrelerden gelen tepkilere rağmen Kamp’ın iade edilmemesinin sebebi nedir sizce?
Esasen çözüm için kampın iadesi değil hazine tarafından kamulaştırılarak 49 yıl süreyle önceki malik Gedikpaşa Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı’na tahsis edilmesi önerilmişti ancak bu formül bile uygulanmadı. Doğrudan vakıf adına tescil yapılması halinde arazinin son sahibi zarar göreceği için böyle bir yol öngörüldü.
Bu formülün uygulanmamasının nedeni Türkiye’nin kurulduğu günden bu yana "azınlıklar"a ilişkin tüm politikalarında eşit vatandaşlık ve pozitif ayrımcılık ilkeleri yerine daima o kültürü yok etmeye yönelik politikaları devreye sokması ve bu konuda hiçbir zaman samimi bir iradeye sahip olmamasıdır.
Çünkü ‘azınlıklar’ meselesi ülkemizde son derece politize edilmiş ve siyasi pazarlıklarda rehin olmaya mahkum edilmiş bir meseledir.
AKP’ye yakınlığıyla bilinen kişiler, Kamp Armen’in kısa bir sürede iade edileceği yönünde açıklamalar yapmıştı, hatta 7 Haziran genel seçimleri öncesi, Kamp Armen’in iade edildiğine ilişkin gerçeği yansıtmayan spekülasyonlar kamuoyunun tepkisine neden olmuştu. Hükümet yetkililerinin Kamp Armen’in iade edilmesi konusunda duyarlı davrandığını düşünüyor musunuz?
Bir hukuk devletinde devletin herhangi bir konuya özel duyarlılık göstermesine gerek bile olmaz. Anayasasında insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olduğu hükmü yer alan, vatandaşlarının kanun önünde eşit olduğunu kabul eden, taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de bu hakları teyit eden bir ülkede söz konusu eşitlikçi uygulamalar zaten yasa gereğidir. Azınlıklar özelinde ise Lozan Anlaşması`nın ilgili hükümleri başlı başına bağlayıcıdır.
‘AZINLIKLARLA İLGİLİ KONULARDA YASALLIK DEĞİL, KEYFİLİK SÖZ KONUSU’
Hal böyleyken ‘azınlıklara’ ait konular ama özellikle de mülkiyet konuları devletin rutin ilgili organlarınca değil içinde istihbarat ve güvenlikten sorumlu, görünen ve görünmeyen organlarınca karara bağlanmaktadır. Bu konularda yasallık değil keyfilik söz konusudur.
‘BOMONTİ MIHİTARYAN OKULU DA BENZER DURUMDA’
CHP İstanbul Milletvekili olarak, sizin bu konuda girişimleriniz oldu mu? Neler yapılmasını öngörüyorsunuz? Önerileriniz var mı?
Kamp Armen`e dozerler dayandığında buna engel olan, türlü zorluklara göğüs geren ve konuyu kamuoyu gündemine taşıyan arkadaşların çabaları çok kıymetli. Kendilerine hep destek oldum ve bundan sonra da destek olacağım.
Kamp Armen, yetimhane olması ve Dink ailesi ile olan irtibatı nedeniyle kamuoyuna mal oldu. Benzer durumda çok yer var. Örneğin Bomonti Mıhitaryan Okulu da benzer bir durumu yaşıyor. 1936 beyannamesiyle başlayan, 1974 tarihli Yargıtay kararı ile devam eden hukuka aykırı ve açıkça ayrımcı uygulamaların giderilmesi gerekiyor. Bunun için ne yazık ki yasal düzenlemeler yetmiyor. Bu düzenlemelerin uygulanması için çok ciddi siyasi irade de şart.
Tapusu Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na ait olduğu sabit bir gerçeklikken, “hukuki kılıf” uydurularak ve alenen mülkiyet hakkı ihlaline yol açarak el konulan Kamp Armen’in iade edilmemesi, AKP hükümetinin “gayrimüslim-azınlık” toplumlara ilişkin “reform” söylemleriyle çelişmiyor mu?
Kamp Armen`e AKP hükümeti zamanında el konulmadığını hatırlamak lazım. Süreci kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1936 yılında azınlık vakıflarından, akar ve gayrimenkullerine ilişkin vakıf yönetimlerince Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim edilmek üzere bir liste istenmiş ve buna da "36 Beyannamesi" denilmiştir. Beyannameler sadece basit listelerdir. Vakfiye senedi statüsünde olmadıkları gibi bundan böyle mal edinip edinemeyeceklerine ilişkin bir soru ve dolayısıyla açıklama da yoktur. Buna rağmen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1974 tarihli bahsi geçen beyannameleri bir vakıf senedi olarak değerlendirmiş ve tümüyle hukuka aykırı biçimde o tarihten sonra edinilen mülklerin satışının geçersiz olduğuna hükmetmiştir. Bu içtihadı takiben Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıfların 36 beyannamelerinde zikredilmedikleri ve o beyannamede de vakfın ileriye dönük olarak mülk edineceğinin beyan edilmediği gerekçesiyle o tarihten sonra edinilen tüm mülklere birer birer el koymuş ve hazineye intikal ettirmiştir. Keza bu tarihten sonra azınlık vakıflarının vasiyet veya bağış yoluyla da mal edinmesi ayni gerekçeyle mümkün olamamıştır.
2002 yılında AKP hükümeti AB yasaları reform sureci kapsamında vakıflar kanununda 36 beyannamesinin yarattığı mağduriyeti bir nebze hafifletilerek şu hüküm kabul edilmiştir:
"Cemaat Vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Bakanlar Kurulunun izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler. Bu vakıfların dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere, her ne surette olursa olsun, tasarrufları altında bulunduğu, vergi kayıtları, kira sözleşmeleri ve diğer belgelerle belirlenen taşınmaz mallar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde başvurulması halinde vakıf adına tescil olunur. Cemaat vakıfları adına bağışlanan veya vasiyet olunan taşınmaz mallar da bu madde hükümlerine tabidir."
Buna karşın durum halen sorunludur. Devlet tarafından el konulduktan sonra ilk sahibine iade edilip de ilk sahibi tarafından başkalarına satılan mallar iade edilmemektedir. Zira burada üçüncü kişinin hukuki menfaati de devreye girmektedir. Kamp Armen de bu kapsamdadır. Kamp Armen 1962 senesinde Gedikpasa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı tarafından Anadolu’dan gelen yetim çocukların yerleştirilmesi için satın alınmış ancak 1936 yılında Gedikpaşa Vakfı’na verilen beyannamede sonradan mülk edinileceği belirtilmediğinden hazine satış işleminin iptali için dava açmış ve 1987 yılında kesinleşen kararla arazinin ilk sahibi adına tesciline karar verilmiştir. Ancak mahkeme vakfın ödediği paranın iadesine karar vermemiştir. Arazi bugüne kadar pek çok kez el değiştirmiştir.
Biraz uzun olduğunun farkındayım. Ancak konuyu anlayabilmemiz açısından bu açıklamaları yapmak durumunda kaldım.
Sorun esasen Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte gayrımüslim azınlıkların mallarına çeşitli hukuki kılıflar bulunarak el konulmasından kaynaklanmaktadır.
‘AZINLIKLARIN GEÇMİŞLERİYLE BAĞLARI KOPARILMAK İSTENİYOR’
Türkiye’de azınlık sorunları genellikle mal-mülk kavramlarına bilinçli olarak indirgenmiş durumda. Evet bunların önemsiz olduğunu söyleyemeyiz. Ancak mal ve mülk olarak tartışılan varlıkların cemaatlerin sosyal ve kültürel devamlılığını sağlayabilmesi için birer araçtır. Çünkü bu cemaatlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için başka bir akarları yoktur. Bu akarları kesmek bu cemaatlerin can damarlarını kesmek gibidir. Geçmişleriyle olan bağları böylece koparılmak istenmektedir. Mal ve mülk olarak bahsedilen varlıkların aynı zamanda manevi yönleri olduğu da unutulmamalıdır.
“Afedersiniz Ermeni” diyerek Ermeni kelimesini hakaret addeden bir siyasi kültürden gerçek anlamda bir reform beklemek ve çelişkili uygulamalar karşısında şaşırmak mümkün değil.
Demokrat Haber