13 Temmuz 2015
Laki Vingas`a göre Meclis`te dört gayrimüslim vekilin bulunması komada olan cemmatlere can verecek. Gayrimüslim nüfusun küçülmesinin bir tasfiye politikası sonucunda gerçekleştiğini ve Türkiye`nin cemaatlere bir borcu olduğunu düşünen Vingas`a göre 2 milyon Suriyeliye evsahipliği yapan Türkiye Yunanistan`dan gelecek on bin Rum için de teşvik verebilir.Uzun yıllardan sonra Meclis’e dört azınlık mensubunun seçilmesi, gayrimüslim cemaatlerin sorunlarının çözümü için umut kaynağı oldu. Azınlıkların sadece geçmişten bugüne sarkan sorunlarını değil bugünden geleceğe dönük ihtiyaçlarını da gayrimüslim cemaatleri ilk kez temsil etmek üzere 2008’de Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi’ne seçilen Laki Vingas’la konuştuk. İkinci kez seçilerek 2014’e kadar bu görevde kalan Vingas 1980’lerin ortasında bu yana bir çok dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşunun kuruculuğunu ve yöneticiliğini üstlendi. Yeniköy Rum Cemaati Vakfı başkanlığı yapan Vingas 2010 yılında Rum Vakıflarını bir çatı altında toplamak amaçlı kurulan RUMVADER kurucularından ve eski dönem başkanı.
AKP ’nin 13 yıllık tek parti iktidarının azınlıkların hakları açısından bir muhasebesini yapar mısınız? Hem demokrasi hem de ekonomi açısından genelde 2007 yada 2010 öncesi ve sonrası diye bir ayrım yapılıyor.80 yıllık bir baskı sürecinden sonra azınlık toplumlarının da bir nefes alma zamanı gelmişti. Akp’nin ilk dönemleri aslında o kadar verimli değildi. (80 yıldan bu yana) yaşadığımız baskı sürecini biz 2008’e kadar hissettik. Bizimle ilgili sürece ben gezi öncesi ve gezi sonrası diyorum.İlk yıllarda Ak Parti de çok temkinli idi. 2002’de iktidara geldiğinde, azınlıklara özgürlüklerini getireceğim diye bir dili de yoktu; böyle bir görüşü de olduğunu düşünmüyorum.Zaman içinde Avrupa Birliği ile yapılan katılım süreci, AB bakanlığına dönüşen AB Genel Sekreterliği’nin aldığı girişimler ve dışişleri bakanlığının özel gayretleriyle iyileştirme süreci, politika tavrı haline geldi.
Azınlıklarla ilgili iyileştirmeler AKP’nin ilerki dönemlerine denk geldi diyorsunuz.
2003’ten itibaren vakıflarla ilgili bir iyileştirme süreci başlamıştı; ama çok sınırlı idi. Asıl dönüm noktası 2008’de vakıflar kanunu çıkarmasıyla geldi.
Halbuki kamuoyunda ve hatta yabancı çevrelerde AKP’nin azınlıklar politikasıyla ilgili neredeyse en başından itibaren olumlu bir algı var.
Bir sürü ilki de Akparti ile yaşadık. Kolay olmadı. Biz de daha katılımcı olduk; bizler de emek sarfettik. Pek çok ilk AKP döneminde yaşandığı için tabii ki Akparti hanesine yazılıyor. Çok büyük bir yol katedildi ama hala insanların üstündeki; bazı grupların makyajını çıkartırsanız iç dünyalarında bizler ya yabancıyız yada Türkiye’yi onlar kadar sevmiyoruz. Burası sanki bizim toprağımız değil sanki buraya aşıyla enjekte edilmiş toplumlarmışız gibi de düşününen milyonlarca insan var.Geçmişten günümüze gelen bir eğitim sorunu bu; bizim varlığımızı gösteren, ifade eden bir eğitim sistemi yok.
2008’de vakıflar yasasının çıkışını bir kırılma noktası olarak görüyorsunuz. Bu kırılma noktasını AB’ye katılım sürecine mi bağlıyorsunuz.
2002’de iktidara gelen Akpartinin söyleminde bunlar yoktu. AB genel sekreterliğinin insiyatifi çok önemli oldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde oluşturulan Vakıflar Meclisi’ne gayrimüslümlerin temsilcisi olarak girdim. Taşınmazların iadesiyle ilgili 2011’de bir kanun daha çıktı.Vakıflar konusunda, taşınmazların iadesi konusunda çok önemli ilkler yaşandı. Ne yazık ki bu süreçler bitmedi.
AKP döneminde yaşanan diğer ilkleri nasıl sıralarsınız?
İkinci eğitim konusu.Okullarımız ilk kez maddi yardım aldı. Gökçeada`da ilk defa bir okulun açılması; ilk defa bir Süryani anaokulunun açılması ve tabii daha yeni soykodu olayının bertaraf edilmesi var. Müslüman olmayan çocukların azınlık okullarına kayıt talepleri sırasında ortaya çıktı ki, devlet onların soyuna göre bu talebi kabul yada reddediyor. Rumların şifreli soykodu birmiş, Ermenilerin iki. Çok büyük tepki ve uğraşlar sonucu artık soykodu uygulamasına son verildi.
Bir de tabii tek başına Ak Parti ile alakalı değil ama dinamiklerin de yarattığı bir olay; artık azınlık toplumları çok daha görünür hale geldiler. Bir özgüven geldi. Devlet kurumlarıyla temasta da bir özgüven geldi.80 yıllık acılı bir süreçten geldiğimiz için tabii ki bunların gerçekleştiğini görmek bizi mutlu ediyor. Yeterli mi değil. Bu gelişmeler bizi ileri götürür mü, bu stardartta kalırsak götürmez çünkü bizim en büyük sıkıntımız demografik yapı.Türkiye’nin bu toplumlara ciddi bir borcu var. Demografilerin küçülmesi bir tasfiye politikası sonucunda gerçekleşti.
Başta azınlık politikaları ile ilgili olarak gezi öncesi, gezi sonrası demiştiniz; bunu açar mısınız?
Gezi sonrasında sistem bana göre bloke oldu. Bu yalnız azınlıklarla ilgili bir konu değil. Türkiye konjonktüründe ciddi bir değişim olunca hızlı gelişmeler sağlanamadı. Biz 2014’e kadar taşınmazlarla ilgili eksik kalan kanunun kısımlarını tamamlarız; bu süreci kapatırız diye düşünüyorduk; yapamadık, konjontür izin vermedi.Bir seçim yönetmeliği konumuz var; inanılmaz bir şey. Bu dönemin en büyük kara lekesidir. Seçme ve seçilme hakkımız elimizden alındı. 2012’nin sonunda yenisi çıkmak üzere daha iyisi; eksikleri giderecek bir seçim yönetmeliği çıkmak üzere seçim yönetmeliği iptal edildi. Fakat sonra bir türlü çıkmadı; hala da çıkmıyor. Bugün vakıflarımız 2,5 senedir seçme ve seçilme hakkından mahrumdur. Bugün hala müeyyidelerle uğraşıyoruz
Bunu siz müeyyide olarak görüyorsunuz.
Evet. Çünkü siz bir toplumun seçme ve seçilme hakkını elinden alıyorsanız, bunun için yapılan tüm çabalar sonuçsuz kalırsa; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da söz verip bir türlü sonuç alınamıyorsa; ben bunu bir hak mağduriyeti olarak görürüm.Düşünün ki tüm taşınmazlarınız, hastaneleriniz, ibadethaneleriniz; gelirleriniz tüm bu vakıflar denilen tüzel kişiliklerin sisteminde; seçme seçilmeyi bloke ediyorsunuz şeffaflığı yok ediyorsunuz, birilerinin hesap isteme ve hesap verme hakkını elinden alıyorsunuz.Türkiye’de bizim vakıflarımızın dışında hiçbir tüzel kişilik grubu yok ki devlet içişine karışsın.
Yani devletin seçim yönetmeliğini yenilemeyerek vakıfların içişlerine müdahale etme imkanını muhafaza ettiğini mi söylüyorsunuz.
Tabii Yani 80 yıllık müeyyide mantalitesi, ben vakıfların üzerinden elimi çekmeyeceğim içişlerine karışırım mantalitesini AKP de mi sürdürdü.
Bu şekilde öyle yorumlayabilirim. Vakıfların seçimini toplum kendisi yapabiliyor olmalı. Her tüzel kişilik için seçim zamanı bellidir.Ama bizde devlete yaz, devlet izin versin; devlet teyit etsin, etmesin. Bunlara devletin karışmaması lazım. Devletin elini ayağını çekmesi lazım. Devlet tüm vakıfları denetlediği gibi bizi de denetlesin.
Ama AKP bir yandan azınlıkların durumunu düzeltecek ilkleri yaparken niye bir yandan da mağdur etmeye devam ediyor?
Bilmiyoruz hiçbir zaman bunun nedenini net bir şekilde anlamadık. Yapamıyoruz diye duyduk.
Bizler hala eşit vatandaş olarak algılanmakta zorlanıyoruz. Eşit vatandaşlık konusunda alınacak daha çok mesafe var. Şahıs olarak daha özgür hissediyorken; cemaat mensubu olarak özgürlüğünüz kısıtlanıyor. Sizi devamlı sınırlayan bir geçmiş var.
Şu anda meclise bakınca eskiye oranla çok daha fazla azınlık temsilcisi var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Çok heyecan verici. Bu insanların dördü de toplumlarımızın aktif mensupları olarak Meclis’e girdiler.
Toplumlarımıza uzak kalmış insanlar değil; sıkıntıları ve ihtiyaçları çok iyi yansıtıp peşinden koşacaklarından eminim. Ankara’yla temaslarımız artınca fiziki varlığımızın da artması doğaldı.Türkiye de değişiyor; algı değişiyor. Eskiden bir Roman grubu var mıydı; Kürt hareketi hep vardı ama, böyle bir parti şeklinde tek başına Melis`e girme durumu var mıydı.Hem Türk siyaseti hem Türkiye toplamları büyük gelişme gösteriyor ama daha yapacak şeyler çok. Mesela dini özgürlükler konusunda; dini okullar; ruhban okulunun kapalı kalması; Ermeni toplumunun hala kendi din adamanını yetiştirememesi. Bu din özgürlüğü konusunda ciddi kısıtlamaların var olduğunu gösteriyor. 45 senedir ruhban okulu kapalı hala açılamadı. Orda palyatif çözümlerle sisteme destek veriliyor. Okul açılmıyor (Rum din adamlarına) TC vatandaşlığı veriliyor. Görüyorsunuz ki olayın özüne yaklaşmakta, kökünden çözmede gecikmeler oluyor. Ama bu toplumlar yoğun bakımda olan toplumlar bunların palyatif çözümlerle gelişmesi mümkün değil. 79 milyonluk ülkede hepimiz 100 bin kişiyiz.
Partilileri tarafından sembolik olarak görülmeleri sözkonusu olabilir mi; azınlık sorunlarının çözümüne katkıda bulunabileceklerine inanıyor musunuz?
Bence orda olan insanlar sembolik olmak üzere oraya gitmediler. Ciddi alamda katkı sunmak için gidiyorlar. Sorunları parlamento kürsüsünde ifade etmek çok çok önemli. Azınlık mensuplarına çok büyük bir katkı sunacağı bizi daha güçlendireceğine hiç şüphem yok.
Demin en önemli mesele demografi dediniz; buna çare nedir?
İki sıkıntımız var. Bir; topumun kendisinin vermesi gereken kararlar var. Mesela Rum toplumunun 70 tane vakfı var bunları yönetecek kapasite yok. Bunları acilen küçültmesi lazım. Bunun için devlet desteği lazım. Çünkü devletin müsaade etmesi lazım. İki, dışarıdan gelmek isteyen ve buraya yerleşmek isteyenlere devlet bazı imkanlar verebilir. 2 milyon Suriye’liye evsahipliği yapıyoruz. On bin Rum Yunanlıya böyle bir hak tanınabilir. Yunanistan’ın üçte biri mübadele ile gitmiş insanların torunlarıdır. Bu topraklara aşina insanlardır. Çok az gelen bir kaç yüz kişinin hepsi iyi eğitim almış; açık fikirli insanlardır. Bunlar Türk ekonomisine de akademik hayatına da çok ciddi katkılar sunacaktır. Türkiye bir cazibe merkezi olsa, izin alma kolaylıkları sağlansa. Biz yalnız geçmişi taşımaya çalışıyoruz yeni hedefler, yeni oluşumlar için enerjimiz kalmıyor. Her kurumla başbaşa kalınca bir iyi niyet dialogu buluyoruz. Hangi kapıyı çalsak karşımızda bizi dinleyen birilerini buluyoruz. Başbakandan tutun bir kurumun müdürüne kadar ama beklenilen sonuçları onların istediği hızla gerçekleştiremiyoruz. Ama bizim daha on yıl yirmi yıl bekleyecek sabrımız kalmadı.
AKP’nin özellikle son dönemlerinde gayrimüslim azınlıkların tedirginliklerinin de arttığı, özellikle Musevi cemaatinde ülkeyi terk etme eğilimin güçlendiği söyleniyor.
Musevi toplumunun bir bir buçuk yıl öncesine kadar ciddi endişeleri vardı.
Bu da herhalde doğrudan Türk – İsrail ilişkilerinde yaşanan sorunlarla bağlantılı idi.
Malesef mütekabiliyet anlayışı devam ediyor. Eskiye oranla azaldı ama hala devam ediyor.
AKP’deki İslamcı damarın kendisini daha fazla hissettirmesi nedeniyle de azınlıklarda bir endişe yaşanması sözkonusu değil mi?
Eskiden belki daha özgür bir yaklaşım sürecine giderken bu sefer uluslararası konjonktürden dolayı belki dini temalara daha fazla ağırlık verdi. Evet burada bir sıkıntı var ve devam ediyor. Bizim iki tane kimliğimiz var; bir vatandaş kimliği; vatandaş olarak sizi etkileyen herşey bizi de endişelendiriyor. Bir de kültürel aidiyetimiz nedeniyle yaşadığımız sıkıntılar var. Radikal İslami tehditler her iki kimliğimiz açısından endişe yaratıyor.
Radikal