27 Haziran 2015
Bu seçim sonucunda birçok kimliğin mecliste olduğunu görüyoruz. Başörtülü kadınlar Merve Kavakçı olarak 1 kişi gittiler 21 tane olarak geri döndüler. Kürtler, Ermeniler, İslamcılar, Ezidiler ve Romanlar... Meclis’te temsil hakkı buldular. Nereden nereye... Peki, bu demokratik dönüşümde kimlerin en çok payı var? Ak Parti’nin rolü nedir, birlikte bakalım.Son dönemlerde sınırımızdaki savaş, paralel yapılanma gibi yaşadığımız travmatik süreçler içinde bunalmış olan hepimize Meclisin yeni hali iyi geldi. 7 Haziran genel seçimi ile TBMM’nin alışık olduğumuz inançsal ve etnik statükosu çözülmüş, toplumsal çeşitlilik iyice görünürleşmiş gözüküyor. Bütün partilerin kadroları, meclisin yaklaşık üçte ikisine tekabül eden önemli oranlarda yenilendi. 25. Dönem Meclisi’nde kimliğinden taviz vermeden temsil imkânı bulabilen başta Kürt kimliği olmak üzere birçok etnik ve inanç kimliği var. Bunlar arasında en çok göze çarpan başörtülü kadınlar, sayıları 21’i buldu. Siyasi partiler Türkiye’de 55 yıl sonra ilk kez Ermeni milletvekillerini aday gösterdi. AK Parti, CHP ve HDP’den birer Ermeni milletvekili seçildi. Muhalefet bu çeşitliliğin yaratılmasına payı olanlar arasına dâhil edilirken Ak Parti’nin bu manzaradaki büyük payı görmezden geliniyor. Hatta tersine sanki Ak Parti bunu istememiş de bu değişiklikler Ak Parti’ye rağmen olmuş gibi bir intiba yaratılmaya çalışılıyor.
Peki, aslında gerçek nedir?
Sözcü gazetesi meclisteki yemin törenini haberleştirirken “Her partiden her görüşten milletvekillerine çağrı”da bulunarak “Atatürk’ün kurduğu bu Cumhuriyet’in kıymetini bilin” başlığı attı. “Ancak bu Cumhuriyet sayesinde din, dil, ırk, görüş ayrılığı olmadan herkes her mevkiye gelebiliyor, ülke yönetiminde yer alabiliyor” dedi. Haber, Ravza Kavakçı, Markar Esayan gibi 5 tane milletvekilinin fotoğrafları ile süslenmiş ve her bir fotoğraf üzerinde kimlikleri yazılmıştı: İslamcı, Ermeni, Kürt, Roman, Ezidi. Bu başlığın tercümesi “vekil bile olmuşsunuz, daha ne istiyorsunuz”dur.
Tabii Sözcü öte yandan bu başlık ile o ana kadar bu kimliklerin mecliste yer almadığını da bildirmiş oldu! 93 yıldır bu kimliklerin kabullenilmediğini ve değer verilmediğini böylece ifade etmiş oldular. Normal bir ülkede anormal karşılanması gereken bu başlık, bizlere bugüne kadar bu kimliklerin neden temsil edilmediğini de sorduruyor. Elbette Cumhuriyet’in kıymeti bilinmeli, peki Cumhuriyet yeni mi kuruldu da Sözcü bu başlığı atıyor? 2015’den çok uzun bir zaman, 93 yıl önce, kurulmadı mı bu Cumhuriyet? Kıymetini bilin azarını daha önce neden yapmamış, fırsat mı bulamamış, yoksa bu 92 yıllık süreci ve o dönemki idarecileri yok mu sayıyor? Belki de gerçekten de Cumhuriyet yeni kuruldu!
Cumhuriyet kurulduğunda güya “milletin efendisi” dedikleri köylüler, misal Aşık Veysel, bırakın meclise girmeyi Ankara’da belli semtlere bile sokulmuyorlardı. Kendisinden olmayanları işte böyle adıyla sanıyla kimlikler halinde yan yana resmini basıp yazan farklı inanç ve düşüncelere tahammülsüz Sözcü gazetesi ‘bugünleri göremezdiniz’ diyerek bu özgürlüğü gene kendine yontuyor. Hâlbuki gerçek nedir? Bu özgürlüğü biz kime borçluyuz?
Geçen zamanda laik çevrelerde Cumhuriyet hakkında en çok söylenen şeylerden biri “biz eskiden kim-kimdir böyle şeyleri (kimlikleri) bilmezdik” diyorlar, “Erdoğan geldi bizi ayrıştırdı”... Evet bilmezlerdi çünkü kimse söyleyemezdi! Yani bu çevreler kimliklerin bu bilinmeme halini bir marifetmiş gibi sunuyorlar(dı). Bu kimlikler kendilerini kimliğinden taviz vermeden ifade etmeye başlayınca ne oluyordu? Toplum içinde bu kimliklerin ifadesi mümkün müydü? Örneğin kaç Ermeni, Ermenice ismi ile piyasada varlık bulabiliyordu? Göğsünü gere gere “Ermeniyim” diyebiliyordu? Örneğin, Adile Naşit Ermeni oluşunu neden gizlemek zorundaydı? Çünkü eski Türkiye’de cesaret nadiren görülen bir şeydi, Erdoğan’ın önderliğindeki Ak Parti’nin cesareti ile işte bu yol açıldı. Sadece dindar kimliklere değil, Ermenilere de, Kürt kimliğine de ve daha birçok kimliğe kendini olduğu gibi ortaya koyma cesareti veren bu politikalar oldu.
Erken Cumhuriyet’in kodlarından biri de farklı kimlikleri birbirine öteki olarak göstererek iktidar mücadelesi yapmaktı. Halbuki herhangi bir etnik veya dini kimliğin hak ve özgürlüklerinin artması diğerlerinin azalması anlamına gelmez. Ama Cumhuriyet’in kurucuları daha dar bir tercih yapmışlardı. Farklı dini ve etnik kimliklerin birbirine karşı kullanılması toplumu yönetmede bir yol olarak kullanıldı. Cumhuriyet ile birlikte bu farklılıklar sanki özel olarak kaşındı. Birlikte yüzyıllar boyu yaşayıp ortaya çok ciddi bir uygarlık çıkarmamıza rağmen 1990lara gelindiğinde bunun hatırasına bile sahip değildik, rejim bu hatırayı kültürden silip atmayı başarmıştı.Bu bölünmüşlükte ne zaman barış için güçlü bir liderlik ortaya konsa provokasyonlar oldu. Özal kendi oğluna yurt dışında ilk özel TV kanalını açtırarak sınırları zorladı, ancak medyayı oluşturan yapı yaptığı haberlerde üst örtme ve sansür uyguluyordu. Seçilmişlerin işine karışan hem askeri hem de bürokratik vesayet vardı. Şu anda barışın ruhu diriliyor, hükümet eliyle kurumlaşan bir barış projesi var, barış ilk defa bir milli proje ama 1990larda barış istemek “bölücülüktü”, 10 yıl önce 2000lerin başında bile bürokratların, devlet yetkililerinin barış için desteği, devlet eliyle barış için proje yapılması, fonlar ayrılması gibi şeyler söz konusu bile olamazdı.
Suikastlar dönemi
1990lar kimsenin hatırlamak istemediği korkunç yıllar oldu. 1991 seçimlerinde milletvekili seçilen Leyla Zana TBMM yemin töreninde Türkçe başladığı yemini Kürtçe olarak “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum” cümlesiyle tamamlayınca, mecliste büyük tepki gördü. Başbakan Süleyman Demirel sıra kapaklarını vurarak protestoya katıldı ve Zana meclis salonundan dışarı atıldı. Kimse bu davranışından dolayı Demirel’e diktatör demedi. Leyla Zana’nın vekilliği düşürüldü, 3 yıl sonra tutuklandı ve 10 yıl hapis yattı. Aynı olay 1999’da, bu defa İslamcı kimliği sebebiyle Merve Kavakçı için Başbakan Ecevit eliyle tekrarlanacaktı. Bu arada PKK’nin gittikçe tekeline aldığı Kürt siyasal hareketi biri kapatılınca diğerini açtıkları 10’a yakın parti kuruyordu.
1993 bir darbe yılıydı, Özal yalnızdı, partisi tarafından ihanete uğramıştı, aynı yıl şüpheli bir şekilde erken yaşta öldü. O yıldan itibaren, sayısı hakkında rivayet muhtelif, 10 bin kişi öldürüldü. Binlerce faili meçhul ölümlerle özellikle 1993-1996 yılları Kürt coğrafyası için tam bir vahşet dönemi olarak adlandırılabilir. Faili meçhullerle ilgili o dönem Demirel “devlet gerektiğinde rutin dışına çıkabilir” demişti. 1995’in 24 Aralık tarihine kadar bu durum sürdü, o tarihte bir seçim oldu ve devlet aklı değişti, o sırada 2 ila 3 milyon insan ülke içinde zorunlu göç ile yer değiştirmiş, tam bir korku imparatorluğu oluşmuştu. Devlet aklı ilk defa “Kürtlerle konuşmak istiyoruz” dedi, bu bir arayıştı, bu görüşmeler 2 yıl sürdü, ancak karşılıklı kimsenin kimseye güvenmemesi sonucu yürümedi. Çünkü ne zaman ki bir siyasi irade bu sorunu çözmeye çalışılmış o siyasi iradeye saldırılmış ve siyasi istikrarsızlık yaratılmış.
AK Parti ile dönüşüm
Sosyolojik anlamda 2001’e kadar herkes kendi mahallesinde oturuyordu, birbirinin yaşamından haberdar olmadan Türkiye’nin tek mağdurunun kendisi olduğunu zannediyordu. Yalıtılmış, birbirine değmeyen hayatlar yaşayan bu gruplar ancak kendi mağduriyeti kadar Türkiye’yi tanıyordu. Sonra bir bakıldı ki dindarlar, Kürtler, Aleviler, Lazlar, Çerkezler, Süryaniler, Ezidiler... rejimin baskısı ve şiddeti altında yaşıyorlar. 2002 yılında AK Parti iktidara gelince sürekli bir askeri vesayet tehtidine rağmen sayısız demokratikleşme adımı atıldı. Parti kapatmayı yasakladı. Dindarlar ve Kürtler partileri sürekli kapatılan iki büyük grup olarak bundan yararlandılar. Özellikle Kürtler basta olmak üzere pek çok kimliğin kendini ifadesine zemin hazırlandı. Örneğin resmi tarih ve “sol” kesim Dersim’de devlet eliyle gerçekleştirilen katliamı “gerici asilerin” gerçekleştirdiği bir eylem olarak anlatırken, ordu eliyle gerçekleşen bu katliamı devlet adına kabul edip özür dileyen Erdoğan oldu. En önemli değişikliklerden biri de Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kapatılışı oldu. Olağanüstü hal kaldırıldı ve bölge normalleşmeye başladı. Cumhuriyet kurulduğundan beri bütün seçilmiş iktidarlara üstünlük taslayan ve işlerine karışan askeri vesayet sonlandırıldı. Erdogan başkanlığındaki Ak Parti hükümetleri saymakla bitmez değişiklikleri gerçekleştirmesini bir şekilde becerdi.
AK Parti çözüm süreci için de kendi tabanını da dönüştürerek ard arda şunları yaptı: Kürtçe siyasi propaganda hakkını serbest bıraktı. Mahkemelerde Kürtçe savunma yapma hakkını getirdi. Yasal değişikliklerle, özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimi serbestleştirdi. Yerleşim birimlerine ait Kürtçe isimlerin iadesini sağladı. Türkçe dışındaki dillerde özel TV ve radyo yayınları ile ilgili sınırlamaları kaldırdı. TRT’nin bir kanalı, 24 saat Kürtçe yayın yapmaya başladı. Kürtçe tiyatro oyunlarının sahnelenmesinin önündeki engeller kaldırıldı. Kürtçe edebiyat eserlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığınca yayınlanmaya başlamasını sağladı. Üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri açtı. Kürtçe enstitüler kurulmasına izin verdi. Cezaevlerinde insanların ziyaretçileri ile Kürtçe konuşmasını yasak olmaktan çıkardı. Kürt tarih ve kültüründe yeri olan önemli şahsiyetlerin isimlerinin okul-köprü-havalanı gibi yerlere verilmesini başlattı. Güneydoğu ile ilgili güvenlik politikaları, korucularla ilgili durum değişti. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı (bağımsız çalışan ve sosyolojiyi anlamaya çalışan bir kurum) yok saymaktan dayatmacı çözümlerden, oradaki sorunları anlamaya yönelik siyasetler üretmeye başladı. Devlet aklında bir değişiklik oldu, sorunu yok sayan ve dayatmacı çözümlerle değil neden sorusu sorularak siyaset geliştirildi. Devlet eskiden bölgede çok sıkı bir güvenlik uygularken artık gerginleşmeye neden olacak bir varlık göstermemeye dikkat eder bir hale geldi. Köy iadeleri, köye dönüşler gerçekleşti. İş adamlarının çatışma bölgelerine gitmesi için birçok şey yapıldı. Kalkınma ajansları kuruldu, yerelde biraz daha bağımsız teşvikler verildi. Hava limanları ve TC tarihinde yapılmadığı kadar yol yapıldı. Akil adamlar önemli bir kurum olarak işe koşuldu ve toplumca kabullenilen bir işlev gördü.
2015’in meclisi
Bütün bunlar aynı başörtüsü meselesinde olduğu gibi belli bir sürece yayılarak, hazmedilerek gerçekleşti ve belli bir süreç içinde, Kürtlerin ellerinden Cumhuriyet ile alınmış olan, bu en doğal haklarını, Ak Parti hükümetleri iade etti.
Bu değişiklikleri, “zaten insan hakları kapsamında oluyor” deyip küçümsemek mümkün, ama sadece bu hakları talep ve takip edecek insan hakları örgütleri olması yetmiyor, bunu gerçekleştirecek siyasi iradeye yani hükümetlere de ihtiyacımız var. Ak Parti hükümetlerine kadar 60 hükümet işbaşına geldi, sorunlar çözmek yerine üst üste birikti. Çünkü bu çözüm önerilerini uygulamaya koyacak cesareti Kürt kelimesini kullanmada dahi tereddüt yaşanan bir ortamda kimse bulamıyordu, Erdoğan bu cesareti 1991 `de hazırlayıp Erbakan`a sunduğu Kürt raporunu pratik hayatta uygulayarak gösterdi.
Bu seçim sonucunda birçok kimliğin mecliste olduğunu görüyoruz. Başörtülü kadınlar Merve Kavakçı olarak 1 kişi gittiler 21 tane olarak geri döndüler. Bu kadınlar içinde gözler Ravza Kavakçı’ya çevrildi, çünkü 16 yıl evvel ablasının kullandığı başörtüsü ile yemin töreninde yer almıştı. Eğer yaşasaydı Kavakçı’nın ablasına had bildiren Ecevit bu sefer kendi haddini öğrenecekti. Eğer yaşasaydı haddini öğreneceklerden biri de Demirel’di. Çünkü, aynı şekilde bir zamanlar 6 Kasım 1991’de Leyla Zana yemin ederken sıralara vuranların başında Süleyman Demirel vardı. Bu mecliste Leyla Zana yemini okurken “büyük Türkiye milleti önünde” diyerek gene farkını ortaya koydu. MHPlilerin buna sessiz kalması, duymazlıktan gelmesi de bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Eski Türkiye ile yeni dönemin farkı ise eski Türkiye’de algı yönetiminde etkin sosyal medya unsurunun olmayışı idi, örneğin 16 yıl evvel, “şu kadına haddini bildirin” diyerek meclisteki sıra kapaklarının vurularak Merve Kavakçı’nın dışarı atılmasını örgütleyen Ecevit’e o zaman bir Allah’ın kulu “diktatör” demedi. O dönem bu gibi örgütlenmeler bugünkü kadar ayan-beyan görünür değildi. Demediler, hatta bu dünyadaki iyi ilişkilerine ilaveten Fethullah Gülen öbür dünyada Ecevit için “şefaatci olacağını” beyan etti. Zana’ya benzer bir şekilde Kavakçı için de iş meclisten atılmayla kalmıyordu, örgütlenmiş zinde güçler sanki suç işlemiş gibi Kavakçı’nın evini bile bastılar, Türk vatandaşlığından attılar. Başta Hürriyet olmak üzere medyanın bütün bunları “oh olsun” der gibi haberleştirmesi unutulacak gibi değildir.
Şu anda gerçekleşmekte olan Cumhuriyet’in demokratikleşmesidir, yeniden kurulması olarak da adlandırılabilir ve şahıs olarak Erdoğan’ın ve grup olarak Ak Partinin bunda çok emeği vardır. Yeni meclise barış yolunda pek çok şey düşüyor; barışmak hediyeleşmeyi, helalleşmeyi gerektiriyor. Senelerce savaşın yıkıcı sonuçlarına tanıklık ettik, bu uğurda tüm tarafların sosyal medya dâhil barış dilini, barış üslubunu, barış ahlakını her alanda kurmaları ve koruyabilmeleri gerekli. Gelinen noktada bir fotoğraf pek çok şeyi özetledi, Öcalan’ın yeğeni meclis divanında, ortada en yaşlı vekil Baykal, diğer tarafta ise gene genç bir vekil başörtülü Sena Nur Çelik meclis divanındalar. Bu demokratik dönüşümleri başlatanlardan başta Erdoğan olmak üzere Allah razı olsun. İnşallah Yeni Türkiye kurulacak ve Erdoğan da ‘ikinci kurucu’ olarak tarihe geçecektir.
Star