31 Mayıs 2015
Metrodan çıkarken bir görevlinin beş saniyede bir “Miting alanı 100 metre ilerde, solda” deyişinden anlamalıydım bir kilometre yürüyeceğimizi. Sanırsın yeniden fethediyoruz şehri, yürü babam yürü, hâlâ aynı yerdeyiz. Bir yandan da ticari zekâlarına hayran kaldığım atkı, bere, sandviç, su, bayrak, plaket satan amcaları seyrediyorum.Elbette izinli olduğum güzel bir Cumartesi günü AK Parti’nin, miting vesilesiyle İstanbul’un Fethi’ni ‘kutlayacağı’ o muh-te-şem etkinliğine gidecektim. Hazır bulunmadığım bir toplantıda, gazetenin üst düzey yetkilileri vermiş sürgün emrimi.El mecbur, bindim metroya gittim. Evden çıkmadan ortama ayak uydurmak adına ilkin küpelerimi çıkardım, ardından da çok sevdiğim turuncu ‘İstanbul’ tişörtümü giyip evden çıktım. Yürürken aklıma Nazlı Ilıcak’ın “Ben, halkla iç içe yaşayan bir elitim” sözü takıldı. Belki de bu sözün verdiği cesaretle içimde garip bir heyecan vardı. Acaba onlar nasıl biri? İlk kez bu kadar AK Parti’liyle bir arada olacaktım. Yıllardır Ermeniler hakkında atıp tutanların bir Ermeni mitingine gitmesi gibi bir şeydi bu.
Velhasıl, adamlar, “Onlar konuşur, AK Parti yapar” derken vallahi haklılarmış, 20 dakika sonra mitingin yapılacağı Yenikapı’da buldum kendimi. Farkındaysanız AKP değil, AK Parti diyorum. İşte bunlar hep miting. Her neyse, metro istasyonundan çıkmamla birlikte ‘Miting alanına gider’ yazılı oklar görüyor ve halen tam anlamıyla kavrayamadığım bir nedenden ötürü oraya doğru yol alıyorum. Sağ olsun Edirne’den Ardahan’a, Sarıyer’den Bağcılar’a toplanan kalabalık, mitingin yapılacağı yeri belli ediyor hemen. Miting alanına girmemle birlikte ‘Arapça kursu’ el ilanıyla karşılandım. Dili her ne kadar çok sevsem de, yeri ve zamanı değil diye düşünüp detaylarını sormadan ilanı alarak emin adımlarla yoluma devam ettim. ‘Birlikte daha güçlü’ bir şekilde alana doğru ilerliyoruz. Önüm, arkam, sağım, solum Erdoğan flamalarıyla dolaşanlarla dolu. Daha önce kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Tam böyle düşünürken, bunun bir adım ötesi daha olabilirmiş, bunu öğrendim. İki gencin ‘Sen Fatih ol, ben Ulubatlı olmaya hazırım’ yazılı pankartı taşıyışını gördüm ve işte o an, ‘la havle vela kuvvete’ diyerek serinkanlılığımı olabildiğince koruyup, halen, inatla yürümeye devam ettim.
Erdoğan imzalı plaketler
Metrodan çıkarken bir görevlinin beş saniyede bir “Miting alanı 100 metre ilerde, solda” deyişinden anlamalıydım bir kilometre yürüyeceğimizi. Sanırsın yeniden fethediyoruz şehri, yürü babam yürü, hâlâ aynı yerdeyiz. Bir yandan da ticari zekâsına hayran kaldığım atkı, bere, sandviç, su, bayrak, plaket satan amcaları seyrediyorum. Bu arada evet, Erdoğan imzalı plaket satılıyordu. Ve nihayet girişteyiiiz. X-ray cihazlarını görünce “Bizanslar niye şehri bu kadar iyi savunamamış?” gibi bir soru aklıma gelmedi değil. Erkekler soldan, bayanlar sağdan girecekmiş alana, öyle buyuruyor görevli. Daha girmeden “Çıkış nereden?” diye sordum bir başka görevliye. Başıma gelecekleri biliyormuşçasına, bir yer gösterilip şu cevabı alıyorum: “Valla şuralardan bir yerlerden çıkacaklar ama ne zaman izin verirler bilemem...” Elbette bu cümle “Ya oradan çıkamazsam?” paranoyasına sebep oldu ve böylece “mitingi” pek içerilere girmeden izleme kararı aldım. Arkadaşlarım az ileride, Kazlıçeşme’de halaya dururken AK Parti mitinginden “izlenim” topluyor oluşumu ise patronumun vicdanına bırakıyorum. (Gülüyor...)
Kapı önü sohbetleri
Orada vakit öldürürken bir yandan da AK Partililerin çok önemli sosyopolitik tartışmalarına, tespitlerine ve önerilerine kulak misafiri oluyordum. Amerika, Avrupa, İsrail, Almanya ve İngiltere’nin en azılı düşmanlarımız olduğunu AK Parti’nin Fetih kutlamaları kapsamında öğrendim. Ee, ne demişler, bilmemek değil, öğrenmemek ayıp. Kimisi çekirdek çitleyip “Herkesle baş edebiliyor, Davos’ta görmedin mi...” diyerek İsrail’’i gündemine almışken, kimisinin “Metroyu görüyor musun hemen geldik. Yapanın hakkını vereceksin” gibi daha küçük tesellileri vardı.
Agos