15 Nisan 2015
1915 tehcir olaylarının yüzüncü yıldönümü, Ermenistan ve Ermeni diyasporasında her zamankinden fazla gerilim ve hareketliliğe yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl yayınladığı ve son derece olumlu etki yapan açıklamasında, ilk kez Türkiye Cumhuriyeti`ni temsilen I. Dünya Savaşı`nda hayatlarını kaybeden tüm kişilere başsağlığı dilemişti. Bunun çok ciddi bir adım olmadığını düşünenler için, müsadere edilen Azınlık Vakıf mallarının iadesi ve "Ermeni tehciri" konusunun tabu halinden çıkarılıp her platformda tartışılan bir konu haline gelmesi gibi gelişmelerin, AK Parti iktidarı sırasında gerçekleştiğini hatırlatmakta yarar var. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Ermeni nüfusun Osmanlı dönemindeki tehciri ve mallarının müsadere edilmiş olması, toplumda genel bir suçluluk duygusu yarattı. Atatürk dönemi oluşturulan ve Türklerin kökenini tarih öncesi dönemlere dayandıran anlayış ve kurucu mitologya, çok uzun zaman Ermeni tehcirinin tartışılmasını geciktirdi. Bunun yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermenilerin yaşadıkları korkunç travma, bu konunun utanılacak ve konuşulmayacak bir alan olduğu kanısını güçlendirdi. Türkiye`de tarih yazımı, Osmanlı`nın parçalanması döneminde var olan büyük felaketleri yokmuş gibi gösterdiği için, nesiller boyu toplumun genç insanları, gerçek bir bilgisizlik içinde yaşadı, buna karşın "gayrimüslim" daima "güvenilmeyecek" unsur, arkadan vuran tehlikeli azınlık olarak gösterildi. Hem Ermeni nüfusunun başına gelenler öğrenilemedi, hem de toplumda "tek tip yurttaş" yetiştirme sistemi sonuç verdi. Türkiye`nin düşmanlarla çevrili sadece kendisine güvenecek bir ülke olduğu paradigması ile yetiştirildik.
Bu paradigmayı gerçek anlamda kıran, gerek Ermeni, gerek Kürt sorununun adını koymaya cesaret eden iktidar, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarı oldu. Bu gerçeğin altının kalın biçimde çizilmesi gerekiyor çünkü genellikle liberal çevreler tarafından kolayca unutulabiliyor. Türkiye gibi milliyetçilik duygusunun yüksek olduğu bir toplumda, kimi son derece rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmek, hiç kolay bir yaklaşım değil. Bunun bilincinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, adım adım açılımlar yaparak, Ermenistan ile ilişkileri normalleştirmek için önemli riskler alarak, bu konuyu fevkalade önemli bir yere getirdi. Bugün sorun, varlık nedeni tehciri "jenosid" olarak tanımlayıp, Türk olan her şeyden nefret etmek olan Ermeni diyasporasının radikal kısmını teskin etmek değil. Böyle bir açılım mümkün de değil. Ancak geçmişin acılarının insancıl düzeyde ele alınması, üstünden bir asır geçmiş olan olayların artık geleceği ipotek altına almaması da çok önemli.
Papa Francis`in 12 Nisan`da yaptığı açıklama, bu normalleşme ve karşılıklı anlayış sürecine ne kadar destek oldu, anlamak çok zor. Vatikan, özellikle II. Dünya Savaşı süresinde ve sonrasındaki tavrıyla, evrensel barışa büyük katkılarıyla hatırlanan bir kurum değil. Büyük bir inanç dünyasının ruhani lideri olan Papa`dan, daha insancıl, daha kucaklayıcı, o dönemin tüm felaketzedelerini de hatırlayan bir yaklaşım beklenirdi, olmadı. Büyük bir fırsat da heba edilmiş oldu. Ancak bu tür, içine girdiğimiz barışma sürecini zedeleyecek yaklaşımlar, iyi niyetle ya da başka nedenlerle daha çok gündeme gelecektir. Son derece önemli bir Hıristiyan dini bayramı olan paskalya döneminde, umudumuz, yurt içinde ve yurt dışında yaşayan tüm Türkiye kökenli insanların, dualarını barış ve karşılıklı anlayış için etmeleridir. Türkiye`de, Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın iradesi çerçevesinde, bu barışma ve kardeşlik oluşturma süreci devam edecektir.
Sabah