14 Nisan 2015
AKP şimdi Papa’yla ve Vatikan’la tartışmaya girdi. Papa “yüzyılın ilk soykırımı” demiş 1915 için. Aslında Papa olmadan önce yazdığı kitapta da söylemiş bunu, o “kelime”yi ağzına almış. Ama bu, bir Papa ağzından ilk kez çıkıyormuş. Onun için Davutoğlu, Çavuşoğlu, Papa’ya cevap vermişler. Elçi’yi geri çağırmışlar vb.
Davutoğlu Papa’ya cevap yetiştirirken iki tarafın da acılarını dikkate almadığı için eleştiriyor. Yani, “Ermeniler de Türkler’i öldürdü” demeye getiriyor. Bu doğru mu?
Talât Paşa, çeşitli kaynaklardan okuduğumuza göre, yapılanı, “Biz yapmasak onlar yapacaktı” diyerek savunur. Halil Menteşe anılarında “Talât’ı telefon başında buldum… Yüzü simsiyah, gözleri kan çanağına dönmüş” diye anlatır. “Sorma. Tahsin’den (Erzurum Valisi) Ermenilere dair birtakım telgraflar aldım, sinirlerim bozuldu. Sabaha kadar uyuyamadım. İnsan yüreğinin dayanacağı bir şey değil, fakat ben onlara yapmasaydım, onlar benimkine yapacaktılar.”
Biri yapmış; öbürünün yapma ihtimaline karşı… Bu bir “eşitlik” durumu mu?
Mithat Şükrü (Bleda) ise Vali Reşit Bey’e, “Sen doktorsun, nasıl böyle şeyler yaparsın?” diye sorar. Cevap aynıdır: “Ben yapmasam onlar bize yapacaktı.” Gene, “gelecek zaman”lı bir söz. “Yapacaktı”, yani “yapamadı.”
Kıyım gerçekleştikten sonra Rus ordusu ilerledi. Başta Erzurum, bugün Türkiye topraklarında olan birçok yer Ruslar’ın eline geçti. O zaman Ruslar’la birlikte hareket eden bazı Ermeni çeteleri intikam almak üzere buldukları Müslüman Türkler’i öldürdüler. Ama bu da iki tarafın “acılar”ını eşitleyecek düzeylere varmadı.
Dolayısıyla Davutoğlu’nun Papa’ya “eşitlikçilik” tavsiyesinin bir anlamı yok. Ne kadar hafifletmeye çalışsan altı yüz, yedi yüz binden aşağıya indirilemeyen, bir tarafın da bir milyonu aştığını iddia ettiği bir rakam var ortada.AKP, olayın yüzüncü yıldönümünde büyük anma olayları olacağını –herkes gibi– gördü. Zaten Papa’nın konuşması da bu yüzüncü yıl anmalarından bir tanesi. Buna karşılık, “Gelibolu’nun yüzüncü yıldönümü” diye bir “taktik” düşündüler. Bunlar birbiriyle karşılaştırılabilir olaylar değil. Nitekim aşağı yukarı aynı zamanlarda ikisi de oldu. Biz burada Gelibolu’yu anar, kutlar ve kutsarken dünya da “Bak biz Kıyım’ın yüzüncü yıldönümü diyorduk. Oysa ondan önemli Gelibolu varmış” diyecek değil.O halde bu Gelibolu anmalarının nereye varması bekleniyor? Türkiye’nin yurttaşlarından başka bir alıcısı yok belli ki. Biz kendi yurttaşlarımıza, “Kıyım, soykırım laflarını dinleme; kulağını tıka. Gelibolu’yu hatırla,” diyoruz. Bunu yapmaya teşne yurttaşlarımız vardır ve zaten öyle yaparlar. Teşne olmayanları da vardır. Ama konu Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıyla sınırlıdır. “Çin’den Peru’ya”, Gelibolu’yu hatırlatıp Kıyım’ı unutacak kimse yoktur.
Yani, gene, “Türk’ün Türk’e propagandası”.
Gelen giden hükümetler, Dışişleri, Devlet, bunu yaptıkça, devam ettikçe, sorunu büyütüyor. Çözümü zora koşuyor. Bunun “çözüm”ü derken öncelikle zihinlerde gerçekleşecek bir “barış”tan söz ediyorum. Bu da ancak olay karşısında ciddi ve gerçeğe saygılı bir tavır almakla mümkündür. Bu oyalama, top çevirme taktikleriyle sorun sadece keskinleştirilir.Bu arada Papa’nın da evrensel olarak kabul edilen gerçekliğe karşı sorumluluğu vardır (onun sözlerinde itiraz edilecek şeyler bulunabilir ama bunlar Davutoğlu’nun, hele hâlâ “mesnetsiz” diyen Çavuşoğlu’nun söyledikleri değil).Sorun, son analizde, AKP’nin seçtiği tavırda. Bu olay yıllardır ve yıllardır bu son derece yanlış “inkâr politikası”yla sürüklendi. AKP bunu değiştirebilirdi ve bir süre de değiştirmek istediği işaretini veren işler yaptı. Ama şimdi, her konuda olduğu gibi, kendi politikasından, sözlerinden yüzgeri etti.Şimdiye kadarki sağcı, milliyetçi politikaların izleyicisi olmayı kendisi tercih etti.
Taraf