14 Nisan 2015
Bazen kendimi inkârcı pişkinlerin yerine koyuyorum. Nasıl bir sıkıntı basıyor, anlatamam. Ne zor bunca suçu saklayabilmek için bunca yalanla yaşamak.
Başbakan Ahmet Davutoğlu`na göre Papa ayıp etti. Söyledikleri, makamına hiç yakışmadı. Oysa kendisi dinî lider olduğundan, “barış çağrısı” yapmalıydı. Papa Francesco (Franciscus), “Avrupa`da yükselen ırkçılığa prim” verdi. Zaten, “gönlü kapalı olana arşiv açmak faydasız”. Filan...
Davutoğlu`nun herhangi bir lakırdısına tarihten dayanak getirmemesi mümkün mü? Değil. Bu defaki şöyleydi: “Eğer dış faktörler olmamış olsaydı muhtemelen 1915 yılında yaşanan acı olaylar yaşanmayacaktı.”
Velhâsıl, “bu acıları tek taraflı olarak okumak, sadece insanoğlunun bir kısmının acılarına sahip çıkıp diğerinin acılarını örtmek, sayın Papa`ya ve bulunduğu makama yakışmamış”tı, “acılara ... adil bir hafızayla sahip çıkılması”ydı doğru olan.
2015 yılındayız. 1915`in üzerinden tam yüz yıl geçmiş. Bizim dışımızda bütün dünya, o vakit neler olduğunu gayet iyi biliyor. İki defa “temizlenmiş”, kimbilir kaç defa ayıklanmış, “hassas” unsurları kimbilir hangi kozmik odalara kaldırılmış sözde-arşivlerden falan değil. Osmanlı Ermenilerinin erkekleri şehir-kasaba dışına götürülüp topluca katledilirken, çoluk-çocuk tehcir kafileleri yollarda katliama, tecavüze, gaspa, işkenceye uğrar, hiçbir şeyden olmasa açlıktan, sürüldükleri çöle varabilenleri susuzluktan, hastalıktan ölürken, Ermeni mülkleri, kayıtları gayet titizce tutularak, olabildiğince planlı bir şekilde dağıtılırken, Talat Bey özel bir telgraf hattından sürekli bilgi alır, her adımı takip ederken, birçok Batılı gazeteci, diplomat, din adamı, rahibe, yardım görevlisi ve şüphesiz casus, Anadolu`daydı, İstanbul`daydı. İlettikleri günlük bilgiler gerek o zaman gazetelerde, dergilerde, gerek daha sonra birçok -çok, birçok!- yayında yeraldı.
Yani Türkiye dışında hiç kimsenin, sanki arşivlerde acayip gizli bilgiler var da bunlara bakılarak 1915`te neler olduğu anlaşılacak, gibi bir beklentisi yok. “Arşivler açılsın”, “tarihçilere bırakalım” gibi safsataların, devlet tarafından hasta edilmiş bir toplum dışında kimseye ifade edebileceği herhangi bir mana yok.
Dönelim, DAİŞ kellecileriyle İslâm medeniyeti canlandırma peşindeki yeni İslâmcı ekolün ilah düşünürü başbakanımızın Papa için dediklerine.
(NOT: Şu anda resmî adının kısaltması İD olan, niyeyse herkesin hâlâ IŞİD demeye devam ettiği, kimbilir hangi amaçla cumhurbaşkanının uydurduğu DEAŞ`ı kullanmanın siyasî mesele haline geldiği mâlûm örgüte bundan böyle Kürtler gibi, DAİŞ demeye karar verdim.)
“Söyledikleri makamına yakışmadı.” Niye yakışmasın? Hangi makam için münasiptir, soykırım konusunda açıklama yapmak? Doğu Perinçek`e mi yakışıyor? Murat Bardakçı’nın, “Papa Arjantinli + Arjantin Nazileri saklamıştı => Papa soykırım konusunda konuşamaz” yollu muhteşem teorisini “Papa`ya tokat gibi cevap” başlığıyla sahiplenen Akit’çilere mi, kime yakışıyor?
“Barış çağrısı yapmalıydı.” Bunu yapmış zaten. Debelenmeyin, inkârı bırakın, üstünüze düşeni yapın, hem kendinizi tedavi edin hem kurbanları teskin edin, demek istemiş. Papa`lardan falan hiç haz etmem, Vatikan kelimesini duyduğum anda tüylerim diken diken olur, ama adam bu defa gayet isabetli konuşmuş. Size de barış yolunu göstermiş.“Irkçılığa prim verdi”. Niye? Sizin hoşunuza gitmeyen laf edildi mi mutlaka ya İslâmofobi oluyor ya ırkçılık. Nedir bu imtiyazın kaynağı? Yakında El Kaide aleyhinde konuşmak da İslâmofobi kapsamına mı girecek? Soykırımcı, etnik temizlikçi kadroları yeni devletinin yönetim kademesi haline getirmişsin, onyıllarca süren inkâr politikası bir yana, etnik temizliğe, yerinden etmeye, mala mülke elkoymaya, hattâ cinayetlere istikrarla devam etmiş, genel olarak akıl almaz bir pişkinlik tutumu sergilemişsin, sana laf edilmeyecek de kime edilecek? Irkçılık falan yok ortada. İslâmofobi de yok. Esas senin yaptığın, bu inkâr aracılığıyla soykırım suçunu bütün Türklere, bütün Müslümanlara yaymak.
“Gönlü kapalı olana arşiv faydasız.” Arşiv dediğiniz nedir? O arşiv, önce İttihatçılar tarafından, sonra Genelkurmay tarafından acaba kaç defa elden geçirildi, temizlendi, kritik belgeler imha edildi veya biz sıradan insanlar için ulaşılmaz yerlere saklandı? Şu anda herhangi birimiz gitsek, “açın arşivi” desek açılıyor mu? Elbette hayır. Arşiv konusunda utanmazca yalan söyleniyor, bu bir yana, o arşivden ne çıkmasını bekliyorsunuz? Bu arşiv safsatasıyla kandırılabilecek yegâne insan grubu, memleketimizde yaşıyor: Ya milliyetçilikten, ırkçılıktan, soykırımın sonuçlarından nemalanmaktan ya da başka komplekslerle içten içe, hakikat asla kabul edilmesin isteyenler. Bunun dışında, insanlar, her ikisi de olan biteni bilen iki gruba ayrılıyor: Soykırımı kınayan ve gereğinin yapılmasını isteyenler ile “iyi ki yaptık” diyenler. İkincisi de, belirtmeye gerek yok ki, sadece burada yaşıyor. Birilerinin gönlü kapalıysa, onlar sizsiniz.
“Dış faktörler olmasa...”
Ne olurmuş? Ermeniler, Rumlar katledilmez, sürülmez miymiş? “Azınlıkları emperyalistler ayaklandırdı”, pek sevilen, düşman kardeşler Kemalistler ile İslâmcıların beraberce sarıldığı millî yalanlarımızdan. Böyle deyince “biz” masum oluyoruz. Bir imparatorluk sınırları içinde ulusal haklar arayan her topluluğun birtakım dış güçlerle teması, ilişkisi olur. Bu, ne kadar güçlü olursa olsun bir yan etkidir. Ortada herhangi bir dış gücün müdahalesi falan olmadan, bütün bir 19. yüzyıl boyunca Osmanlı sınırları içerisinde Ermenilere neler yapıldı... Evet, onların da bir kısmı silahlanıp ulusal bağımsızlık mücadelesine girişti. Ama aynı anda aynı topluma mensup başkaları devlet görevlisiydi, imparatorluk bünyesi içinde çözümler arıyordu. Çok özneli, çok taraflı, karmaşık siyasî mücadeleler cereyan ediyordu. “Dış güçler” de orasından burasından işe karışıyordu. Buydu. Ermenilere, Karadeniz bölgesinde Rumlara yapılan, Egeli Rumların topraklarını terk ettikleri için büyük katliamlara uğramadan “atlatabildikleri” etnik temizlik, planlanmış bir projeydi. İttihatçı merkez tarafından planlanmıştı. Etnik temizlik, fiilen, Cumhuriyet boyunca sürdürüldü. Ne dış gücü!
Son olarak: Acılara “tek taraflı” sahip çıkmak doğru değilmiş, “adil hafıza” gerekliymiş. Sen pişkinliğin resmini yapabilir misin, Abidin? Devlet katında da zaman zaman kabul gören rakama göre dört yüz bin, kimi araştırmacılara göre bir milyondan fazla insan öldürülmüş veya bilerek ölümüne yolaçılmış. Koca bir toplum, kültürüyle, malıyla mülküyle yok edilmiş, bu mal mülk talan edilerek zenginler yaratılmış, bunlar bugünün pek saygın holding sahipleri falan olmuşlar, katliamları yönetenler bakan olmuş, vali olmuş, şu olmuş bu olmuş, kimi hâlâ kahraman muamelesi görüyor, orada burada heykelleri var. Bir 24 Nisan günü, üstelik askerdeki bir Ermeni gencini “asker arkadaşı” çekip vurmuş, bu davada devlet olarak katilin yanında yeralmışsın. Bu muazzam meselenin insanî çözümü için biricik özgün yaklaşımı dile getiren insanını (Hrant) bütün devlet elbirliği ederek öldürtmüş, cinayetin ardındaki hakiki plan ve organizasyon ortaya çıkmasın diye, başka her konuda birbiriyle çatışan bütün taraflarıyla devlet olarak çaba göstermişsin, göstermektesin.
Başbakanı temin ederim ki, “adil hafıza” dediği şeyden ben dahil pek çok kimsede var. İşin kötüsü, “adil hafıza” sahipleri dünyada da az değil.
Bazen kendimi inkârcı pişkinlerin yerine koyuyorum. Nasıl bir sıkıntı basıyor, anlatamam. Ne zor bunca suçu saklayabilmek için bunca yalanla yaşamak.
Papa`ya yakışmamış! Doğrudur. Vatikan`ın başındaki adama mı kaldı, insanlık adına konuşmak! Ama, ne yalan söyleyeyim, öbürü size yakışıyor.
Radikal