07 Nisan 2015
Tarih yazımı, sayısız olaylardan seçilerek oluşturulan bir kurgudur. Gururumuzu okşayan bir tarih yazmak, yapay bir geçmiş algısı oluşturur. Olmayan bir geçmiş üzerinden olması istenen bir gelecek hayali kurmak aldatıcı olduğu kadar düş kırıklıkları yaşanmasına da neden olur.
‘Yeni Osmanlıcılık’ böyle bir şeydir. Eskisinin çağa uyamadığı için tarih sahnesinden çekildiğini kabul etmek zor gelir. Onun en güçlü hali üzerinden yeniden kurulabileceği hayal edilir. Öyle ki, yeniden kurulunca Osmanlı’nın eski halkları hemen onun bayrağı altında toplanacaklardır. Bunun nasıl bir (kendini) aldatma olduğu günümüz Ortadoğu’suna bakınca anlaşılır. Ama hayal bu! Sınırı yok.
Ermeni sorunu
24 Nisan yaklaşıyor. O gün, 100 yıl önce Ermeniler’in ‘soykırım’, bizim ‘tehcir ve mukatele’ (sürgün ve karşılıklı kıyım) olarak nitelediğimiz olayların simgesel başlangıcı.Onlar bastıracak biz kendimizi savunacağız. Ama hangi tarih üzerinden? Bizim yazdığımız mı, onların ki mi? Yoksa daha nesnel (gerçekten olanlar) üzerinden bir tarih anlatısı üretilebilecek mi?Üçüncü şıkkın gerçekleşmesi hayli zor çünkü konu bilerek toplum hafızasından silinmiş. Sadece korunma içgüdülerini uyaracak bir tehdit olarak sunulmuş. O nedenle de 1. Dünya Savaşı’nı bir türlü aklımızda ve ruhumuzda bitiremiyoruz.
Dünyada birçok ülke Ermeni anlatısına inanmış bulunuyor. Bu konuda sıkıştırılacağımızı anlayan hükümetimiz, eski “Biz değil onlar bizi kesti” tezini terk edip, “adil hafıza” tanımı altında her iki tarafın da acılar çektiği ve kayıplar verdiği tezini işleyecek.
Senaryo şu: Ermeniler’in de yurttaşı olduğu Osmanlı, emperyalist bir saldırıya uğramıştı. Çanakkale’de varlık-yokluk savaşı verilirken doğuda Ermeniler, Ruslar’ın oyununa gelmişler ve isyan etmişlerdi. Bir öz savunması refleksiyle ‘gereken yapıldı.’ Gelin çok kayıpla kazanılan Çanakkale zaferini, zamandaş her iki olayda yaşanan ortak acıları birlikte anmak ve unutmak için fırsat bilelim.Ermeniler, bu tarihleri tutmayan manevrayı sadece uygun değil ahlaki de bulmadıklarını ilan ettiler. Bir kere Çanakkale Boğazı’nı zorlayan Müttefik donanması saldırıya Şubat 1915’te başladı ve 18 Mart 1915 günü büyük kayıplar vererek çekildi. Başlayan kara harekâtı ise şanlı Osmanlı direnişi karşısında 9 Ocak 1916 sabahı sonlandırıldı. Bu tarihlerin hiçbirinin 24 Nisan’la ilgisi yok. Bu girişim, olayı saptırmak için amatörce bir taktiktir! Unutmanın veya bilgilenmemenin huzurlu konforunda gözardı ettiğimiz iki konu daha var.
İlki Çanakkale savunmasında Alman donanımının (silahlarının ve mühimmatın) ve askeri personelinin rolü. Diğeri de vatanlarını savunan gayrimüslim vatandaşlar.
Almanlar
1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda çeşitli cephelerde çoğu komuta kademesinde 35 bin Alman subay, astsubay ve er görev yapıyor. Subaylar arasında Genelkurmay Başkanlığı, ordu komutanlığı yapan mareşal, general, amiral olanlar var.
Çanakkale savunmasını 5. Ordu komutanı olarak General Otto Liman von Sanders yönetmiştir. Saros Körfezi’ni 1. Ordu Komutanı General Colmar von der Goltz komutasındaki kuvvetler korumuştur. Çanakkale ve İstanbul boğazlarının savunmasından Amiral Guido von Usedom sorumludur. Çanakkale`de Koramiral Johannes Merten, İstanbul Boğazı’nda ise Deniz Albay Kühlwetter görev yapmıştır. Birçok birliğin ya kurmay heyeti başkanı ya da komutanı Alman’dır.
Gayrimüslim vatanseverler
Çanakkale Cephesi`nde, Müslüman askerler yanında gayrimüslimler de (Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Keldani) silahaltına alınmıştır. Çanakkale Savaşları`nda hayatını kaybeden askerlerimizden 558`i, imparatorluğun gayrimüslim unsurlarındandır.
Onlar Müslüman yurttaşlarıyla aynı siperlerde aynı kaderi paylaşmıştır. Hatırlayalım ve saygı duyalım. Hepsinin ruhu şad olsun.
Bugün