05 Nisan 2015
Levon Panos DABAGYAN
Bu sorunun cevabını en ala şakilde merhum Aşık Veysel yıllar evvel vermiş ama bizler yine de feyz almasını bilmemişiz!...
“Kur’an’a bak, İncil’e bak
Dört Kitabın dördü de hak.
Hakir görüp ırk ayırmak,
Hakikatte yüz karası.”
Feyz almasını niçin bilmemişiz?... Bilmemişiz çünkü, dünyevi hırslarımız dünyevi ihtiraslarımız basiretlerimizi öylesine bağlamış kı, değil feyz almak, önümüzü dahi görebilmekten yoksun kalmışız.
Tarih boyunca, var olmakta bir tek yol görmüş, bir tek fikre değer vermiş ve ona göre bir tek güce inanmışız; “Kuvvetli olmak, dünyayı Türkleştirmek.
Evet, emperyalist emeller peşinden koşmamış, kimseyi köleleştirme çabası taşımamışız. Ancak, hiç fark etmeden Cihan İmparatorluğu sevdasına kapılmış olduğumuzu görememişiz!...
Bana göre bütün dünya’nın tek bir millet olmasını düşünmek dahi, sadece “başkalarına karşı kendini güçsüz hisseden” zayıf yaradılışlı kimselere mahsustur.
Halbuki; Milletler sosyetesinde yer almak, onların tümü içinde varlık gösterebilmek. Cihan Hâkimiyetinden bin sefer evladır. Zira, Cihanın seni görüp, benimsemesi, sana daha ziyade güç kazandırır ve halbuki, biz bu nüansı asla görememiş ve görememekte berdavamız!...
Bunun başlıca sebebi, bizlerin hâlâ Cihana hakim olduğumuz yılların hayali içinde bocalar olmamızdır. Feth ettiğimiz ülkelerin sakinlerini kendi örf ve anenelerinde serbest bırakmamız, Hâkimiyetimize karşı herhangi bir menfi durum zuhlur ettirmedikleri müddetçe kendi öz hayatlarını yaşayabilmelerine imkan tanımamız. Bizim gayet güçlü olduğumuz yıllarda yeterli olarak taktir bile kazanabilmekteydi lâkin, Yıllar geçtikçe, Avrupa Milletleri’nin; ilimde, fende hayli ilerleyiş göstermelerine karşı, bizlerin aynı noktada kalmamız ve kibirliliğimiz sebebiyle dünya milletleri’nin hangi sahalarda, hangi başarılar elde ettiklerini görebilmemizi maalesef önlemiştir.
Meselenin en hazin tarafı da; Feth ettiğimiz ülktelerin kadim halklarına “Azınlık” damgası vurarak; hemen her yanlıştan onları sorumlu tutmayı adet haline getirmiş olmamızdır.
Bu yanlış uygulama, üçüncü Devletlerin işine yaramış ve hâlâ aynı şekilde devam edip gitmektedir.
Bizim Hükümetlerimiz bu konu üzerinde bir nebze olsun hassasiyet göstermiş olsalar meselenin yönü kısmen de değil tamamen değişecek, asıl muhatap alınacak olanlar kendiliğinden meydana çıkacaktır. Lâkin, ne hikmeti var ise bir türlü bu hakikat görülmemekte veya görülmesi istenmektedir!...
Federal Rusya’nın, “Kars ve Ardahan”ı, Fransa’nın “Adana pamukları”, “İngiltere’nin “Kıbrıs ve Çevresi”, “Yunanistan’ın İstanbul”u. Hal böyle iken, bizim Hükümetlerimizin ısrarla “Azınlık üzerinde durması”, akıl alır iş değildir!...
Hele, hele bazı satılmış Paşalar’ın kaypak tutumları, bardağı taşıran son damla misali, hayli der döktürmektedir!....
Ordu içinde; “Milliyetçi ve
Türk Hükümeti bu durumu niçin dikkate almamış ve niçin Tehcir meselesinde Ermenistan’ı muhatap almış ise, bir türlü akıl erdiremedim ve erdiremem de?!...
Çünkü, biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşlarıyız Ermenistan’ın değil! O hâlde, bu durum niçin karmaşık şekle sokulmuştur?...
Esas maksat nedir? Niçin böyle bir duruma mecburiyet hissedilmiştir? Türkiye ülke içinde bir tek “Azınlık dahi” bulunmasını istemiyor da ondan mı böyle bir duruma ihtiyaç duyulmuştur?...
Şayet böyle bir durum var ise, çok büyük bir yanlış meydana getirilmiş demektir! Zira, “Politika dışında” Ermenistan bizleri Ermeni saymaz. Hayır sayar! Diyen Ermeni, ya hisleriyle hareket ediyordur veya siyaset yapıyor demektir!...
1915 Tehcir fecaatini bizzat yaşamış olan ailelerin günümüzdeki torunları, bizzat vak’anın söz sahipleridir. Zira, en yakınlarını bu trajik vak’a esnasında kaybetmişlerdir ki, onlardan birisi de bendenizim.
Peysaj Ressamı iken, fırçasını, tualini bir tarafa koyarak, kalemine sarılıp, Türkiye’nin iç ve dış meselelerine bir nebze olsun hizmetle katkıda bulunmayı “Milli bir borç” bilerek, Yazarlık hayatına geçişimdeki başlıca husus bu olmuştur.
Bendeniz Yazarlık hayatına geçişten sonra, “Türk adını” kimseye kaptırmayan nice hayasız Türk düşmanı tanıdım… Adam Osmanlıya söverken, Türk’e sövdüğünün farkındadır ama, meselenin o yönünü göstermemeye çalışır.
Ermeni’yi yerden yere vurmakla; “Türk-Ermeni” kardeşliğini tamamen ortadan kaldırabilme taktikleri uygular… Ne acıdır ki, bu iğrenç taktikleri hâlâ geçer akçedir, çünkü uyanan yok, dur diyen yok, bu hayasız kimselerin yine hayasız icraatlarını, TCBMM Parlamentosuna götüren yok ve yok oğlu yok!...
Çanakkale Savaşları bahsinde; iki tarafın da yek diğerine insanca muamele ettiği vs. Hemen her yıl mezkûr savaşın yıldönümü geldi mi, ülke çapında muhtelif gazetelerde çarşaf, çarşaf makaleler, tefrikalar vs. neşredilir; anlatıla anlatıla bitirilemez.
Bildiği kadarı ile Dünya Savaşlarında hemen her cephe gerisi, her iki hasım taraf arasında olumlu vak’alar meydana gelmiştir ve bundan tabii bir şey olamaz. Zira, nihayeti her iki taraf da insandır.Ancak bu durum Çanakkale Savaşlarından bahseden kitap, tefrika ve makalelerde hayli abartılı olarak okuyuculara aktarılmış ve böylece resmen düşman olanlar, adeta dost olarak aktarılmıştır. Dünya’nın hemen hiçbir tarafında, Çanakkale Savaşlarında olduğu gibi, “Centilmenler Savaşı” havası verilmemiştir. Peki, acaba sahiden öyle’mi olmuştur!...
Tabii ki hayır ve zaten hemen bütün Savaşlarda; bütün detaylarıyla birlikte, düşman tarafın yok edilmesi esas alınır ve bu esas asla değişmemiştir.
Merhum Gazi Hazretleri, Çanakkale Savaşları esnasında ne gibi munasebetler zuhur etmişse, bizzat görüp yaşamıştır. Yani nerede ne olmuş ise kendilerince malum olmuştur Çanakkale (250,000 şehitimize) mal olmuş bir cehennem harbi’nin merkezini teşkil etmiştir. Harbin seyrinin kötüye gittiğini ve eninde sonunda düşman unsurların Payitaht İstanbul’a girebileceklerini iyi bilen Gazi Hazretleri, düşman unsurlara ve bilhssa İngiltere’ye karşı tedbirli olunmasının faydalı olacağı inancıyla hareket etmiş ve böylece “Çanakkale’nin centilmenler harbi” deyimi uygun görülmüştür.
Ne acıdır ki, “Doğu Cephesi” Komutanları böyle bir ortam meydana getirememiş, hamaset duygularıyla davrandıklarından, bir vahşet olarak kayıtlara düşülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu gibi pek muhteşem bir Hükümdarlık tesis eden Türk insanı, böylesine çok büyük bir politik tecrübesi olmasına rağmen, “Ermeni adı zuhur etti mi” tamamen sükut etmesi, Ermeni adının arkasında bulunan bir takım menfi unsurların bu meselede büyük çapta rol oynadıklarını açıkca göstermektedir!...
Senelerdir, 24 Nisan 1915 yıldönümü yaklaştı mı, Ermeni adını adeta sermaye edinmiş bulunan “Sözde Gazeteci” bir takım türediler, benim gibi “idealist aptalların” hemen peşine düşer ve mülakatta kendi doğrultularında olan pasajları ayıklayarak, diledikleri şekilde kullanırlar.
Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü; olsun Ermeniler ve olsun Türk’ler, Tehcir vak’asının asıl müsebbiblerini her daim gizlemişler, Milletlerini değil, Örgütlerini korumuşlardır ki, hâlâ öyledir…
Her ne ise geçelim ve yine asıl konumuza dönelim:
Bizim Hükümetlerimiz hemen her Nisan ayında ABD Devlet başkanı: “Soy-kırım” tabirini kullanacak mı, kullanmayacak mı, onu heyecanla bekler. ABD Devlet Başkanı tabii olarak: (Büyük hadise!) sözcüğünü kullanınca da, şöyle bir ferahlar!...
Durum böyle olunca da, bizler böbürleriniz ve “İşte gördünüz!” der ve başlarız veryansın etmeye…
Peki diyelim ki, ABD. Bu meseleyi A’dan Z’ye silip, Parlamentosu’nun kayıtlarından sildi. Bu neyi değiştirir?... 1915 faciasının hiç olmadığını mı, isbatlar?...
Hangi konu olursa olsun; siyaseten silinmiş ise, sadece vak’ayı bir dönem için rafa kaldırmış olur o kadar! Ve zaten aslını yok etmeye yani, olmuş olan bir vak’ayı, yok olmamıştır diyerek, ortadan kaldırmaya hiçbir kuvvetin gücü yetmez!...
Türkiye Ermenilerini hiç sayarak, onların başından geçmiş bulunan dehşetengiz bir vak’ayı “siyasi malzeme” gibi kullanmak. Hiçbir unsurun tekelinde değildir ve gün gelecek; Cenab-ı Hak bu seviyesiz polutukanın sahiplerinden hesabını soracaktır! Bunda hiç kimsenin en ufak bir şüphesi asla yoktur!
Saygıdeğer, Okuyucularım, İnşallah bir daha ki makalemde buluşmamız nasip olur. Hürmet ve saygılarımla.
Vatan