30 Mart 2015
Diran Lokmagozyan Türkiye Ermeni cemaati üyesi
Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı vesilesiyle, Türkiye Devleti yöneticilerinin sıkı bir hazırlık içinde olduğunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Bu “karşı atakların” birkaç ayağı olacağı da beklenen bir şeydi. Bunlardan biri, Azerbaycan üzerinden çalışarak Karabağ’da gerginliğin tırmandırılmasıyken, diğeri de, “elinin altındakini” yani “rehin” durumundaki Türkiye Ermenilerini kullanmaktır. Biz bu filmi çok gördük, hatta tarih boyunca gördük diyebiliriz. Bunu yapmak o kadar da zor bir şey değil aslında ve birkaç şekli var. Çok da etkili üstelik. Türkiye Ermenilerinin haklarını savunmak isteyen Alman tarafının, patrikhane önderi tarafından nasıl susturulduğunu da biliyoruz mesela. Üstelik bu yeni de değil ve sadece patriğin veya temsilcisinin kendi sandalyesini korumaya çalışmasıyla ilgili de değil. Şaşılacak bir şey hiç değil. Rehine, rehinedir. Diğer taraftan baktığımızda ise, her şey bu kadar basit mi acaba?
Patrik makamında oturan kişinin, cemaatini kollamak amacıyla ödün verdiğini düşünebiliriz. Çanakkale şehitleri için ayin düzenlemek kendisine “telkin” edilmiştir, yapacaktır, çaresizdir. İstanbul’daki tüm Ermeni kiliselerinin çanlarını 100 defa çaldırmak da kolay iş değil. Kendisi emretse bile, bunu gerçekleştirecek olan kaç babayiğit zangoç bulacaksınız? Kopartabileceği ödün ise, ancak bir 100. yıl ayinidir. Lakin diğerlerinin aklından geçen ne acaba? Onlar kimi kolluyorlar? Onlar aslında toplumun, üç kuruşluk çıkarı için en kutsalını da satanlarından. Aslında, bu pek de üç kuruş olayı değil tabii ki. Bazı kiliselerimizin yönetim kurulu seçimlerinin neden son derece gergin bir çekişme içinde olduğu, olayın bu kuruluşlarda “üç kuruştan öteye” olduğundan kaynaklanmaktadır. Bu kiliselerin yönetim kurullarına gelmek isteyenlerin birçoğu da haliyle cemaate hizmet etme aşkıyla tutuşmuş olduklarından girmiyor bu mücadeleye. E, bir yerde bir pasta varsa, bundan pay kapmak isteyen başkaları da bulunacaktır tabii ki. Böylece, cemaat bir taraftan açıkları kapatmak için büyük çabalar harcarken, diğer taraftan da kurumlarımızın gelirleri hayli karanlık mercilere doğru akmaktadır. Bu kurumlarımızın başında başkaları olduğunda, farklı bir gidişat izleneceğini söylemek te zor.
Lakin bazılarının, kantarın topuzunu hayli kaçırdığını rahatlıkla belirtebilir ve akabinde dedesinin kanını “helal etmenin” karşılığında ne elde etmiş olduğunu sorabiliriz. Aslında bu da kendi bilecekleri iş, nine, dede veya ebeveynler farklı kişişler için farklı değer taşımaktadır, fakat bu yaklaşımlarını ilan edip, üstelik biri de cemaat adına konuşunca işin rengi değişiyor tabii ki. Şu anda Türkiyeli Ermenilerin büyük bir kısmı haklı bir infial içinde. Bazı Türk gazetelerinin de desteğiyle, sanki tüm Türkiye Ermenileri bu zevat gibi düşünüyor intibaı uyandırılmaktadır. Diğer taraftan ise hemen tüm cemaat sesini nasıl duyurabilieceği, kendilerinin, ruhlarını otuz gümüşe satmaya niyetli olmadıklarını dünyaya nasıl haykıracakları, tüm toplumun adını lekelemeye çalışan bu çakma cemaat liderlerinden nasıl yakalarını sıyırabileceği derdinde.