10 Mart 2015
Ragıp ZARAKOLU
Cenevre. Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali ve Forumundan (FIFDH) selamlar. Bu yıl 13.’sü gerçekleştirilen FIFDH, artık bir gelenek haline gelmiş vaziyette. Ne Türk basınının ne Kürt basınının bu önemli olaya yer vermemesi büyük bir eksiklik.İnsan hangi filme, hangi tartışmaya, hangi whorkshop’a katılacağını şaşırıyor. Dünyanın bütün yakıcı insan hakları sorunları listede. Ermeni soykırımının 100. yılından, İsrail-Filistin çatışmasına, Çindeki Uygur halkının trajedisinden yükselen cihatizme, Paris’teki Charlie Hebdo baskınından Bosna-Hersek’teki Srebrenica soykırımının 20. yılına, Rwanda soykırımının izlerinden Ebola salgınına, büyük uluslaraşırı şirketlerin yoksul ülkelerdeki insanlık dışı sömürüsünden Rusya’daki LGBT olayına, Fildişi Sahili’ndeki diyalog, hakikat ve yüzleşme deneyiminden Avrupa’ya ve diğer yörelere yönelik mülteci akınından Edward Snowden’in açtığı iletişim ve gizlilik tartışmasına dünyanın hallerini anlatan bir çok belgesel ve temalı film. Bu önemli festivalde Türkiye’den, Kürdistan’dan herhangi bir filmin yer almayışı ise acı. Neyse ki Nicolas Jaillot’un, “Ermeni Soykırımı, 1915 Hayaleti” adlı filmi var, bizim gerçekliğimiz ile ilgili. Teşekkürler Hrant Dink Vakfı bu filme verdiğin destek için. Artık Türklerin konuşmasının zamanı geldi. Ve bu filmde onlar konuşuyorlar.
Bu filmden sonra yapılan tartışmada bendenizle, Akademisyen Sevane Garibian ve İngiliz Gazeteci Robert Fisk görüşlerimizi açıkladık. Ben sunumumda tehcir haritası da kullandım ve bunun üzerinden soykırımın 100 yıl sonra coğrafyaya dönüş yaptığını da açıkladım. Bu bölümün açılış konuşmasını Atom Egoyan’ın, “Ararat” filmindeki harika baş oyuncusu, aynı zamanda festival jürisinin başkanı Arsine Hancıyan ve le Temps gazetesinin dış haberler şefi Boris Mabillard yaptı. Tartışmanın moderatörü ise, Akademisyen ve Yazar Vicken Cheterian’dı. (Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Kafkasya’da yaşanan çatışmaları konu alan kitabı yakında Belge Yayınları tarafından yayımlanacak).Cenevre herhangi bir kent değil. 1. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Milletler Cemiyetinin merkezi idi. Şimdi de BM’nin birçok önemli kurumu, bu arada İnsan Hakları Komiserliği burada. Birçok uluslararası NGO’nun da merkezleri bu kentte.İlk kez buraya, 1995 Martında, yıllık BM İnsan Hakları Komisyonu toplantısına katılmak üzere, Akın Birdal ve Nazmi Gür ile birlikte, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonunun delegasyon mensubu olarak geldiğimi hatırlıyorum. Kirli savaş yıllarıydı, Diyarbakır’da insanlar saat 5 oldu mu evlerine kaçıyordu. İHD Diyarbakır Şubesi her gelen tutuklandığı için artık açılamaz hale gelmişti. Başkan Mahmut Şakar da tutuklanmıştı. Bu hali perişanımızı anlatmaya çalışıyorduk.
Çeşitli ülkelerin delegasyonları yanında, T.C. delegasyonunu da ziyaret edip, bu duruma dikkat çekmek ve düzelmesini sağlamak için “lobby” yapıyorduk. Nitekim bunun sonucunda Mahmut Şakar serbest kaldı. Diğer İHD şubelerinden gelenlerin nöbetleşe İHD’yi açması sonucu Diyarbakır şubesi açılabilir hale geldi.
Bu arada maşallah, İHD’den, epey milletvekili ve belediye başkanı çıktı. İHD, bir okul işlevi gördü. Özellikle Kürt siyasetçileri için. İyi de oldu. Geçenlerde Osman Baydemir’in İMC kanalındaki, Diyarbakır’daki Ermeni Kilisesi’nin yeniden açılmasına ilişkin söyleşisini izledim. Tarihle neden yüzleşilmesi gerektiğini çok anlaşılır bir biçimde aktarıyordu. İHD’li olarak gurur duydum.
Bu arada son cumhurbaşkanlığı seçiminde tek aklı başında aday olarak, oy vermeseler bile herkesin beğenisini kazanan Demirtaş’ın da İHD mektebinde yetiştiğini belirtelim.Halklar arası diplomasi ve köprülerin yeniden kurulmasında da, insan hakları mektebinden yetişen dostların büyük katkısı oldu. İlk Ermeni sanatçıların, müzisyenlerin ülkeye gelmeleri, Diyarbakır’da olsun, Doğubeyazıt’ta olsun, oralardaki belediyelerin düzenlediği kültür festivalleri sayesinde mümkün oldu. Bu tam bir halk diplomasisi örneği oldu. İçten idi, vicdani bir temele dayanıyordu, insanca idi, hiçbir beklenti yoktu.İstanbul’a da aynı yıllarda Ermenistan’dan İstanbul’a gelen kimi bale, klasik müzik gösterileri oldu. Elbette bunlar da önemli idi. Ama bunlar o yıllarda, ABD’nin yürüttüğü, “second track diplomacy”nin bir sonucu idi. Bush yönetimi önemli bütçe ayırmıştı, bir “sözde” Ermeni-Türk diyaloğunun başlaması için. “Tark” olayı çöktü, çok uluslu baskı sonucu Ermenistan ile Türkiye arasında, yine İsviçre’de imzalanan “Protokollerin” çökmesi gibi. Şimdilerde, Cenevre’de bir Ermeni Soykırımı Anıtı yapılsın/yapılmasın tartışması almış başını gidiyor. Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Evrensel