27 Şubat 2015
“Soykırım kurbanlarını anmak, ne yurdumuzda ne de sürgünde, kin gütmek anlamına gelmez.Kin, geçmişimize ve geleceğimize ait güzel ve temiz olan ne varsa tahrip eder.Sorun, en yalın ifadeyle bize ait olan değerleri kucaklamaktır.”
Kâhta’nın asi dağlarına yaslanmış bir koca konakta 1883 yılında doğdu Bersum Bakırcıyan. Kâhta’da birkaç köyü olan Bersum Ağa yardımseverliği ve misafirperverliği ile nam salmıştı. Bakırcıyan ailesi yöredeki Kürt ve Türklerin sevgisini güvenini kazanmışlardı. Kaymakamın misafirleri hep Bersum Ağa’nın konağında ağırlanır, konağın damına yüz yatak serildiği dahi anlatılırdı. Kardeşi Bogos Ağa ise kasabanın meclis üyesiydi. Takvimler o kara yılı gösterirken Bersum Ağa da bu yangından kurtulmayı başaramayacaktı…
1915…
Bersum Ağa’nın bütün mallarına el konulup sürgün yolculuğuna çıkarıldı ailesi ile birlikte… Gözleri her daim gencecik iki gelinin üzerindeydi. Olanı biteni anlayınca olacağı sezmek zor değildir. Fırat’ın kıyısına geldiğinde birkaç çingeneye kendisini öldürmeleri için altın teklif etti. ‘’Ayaklarıma bir taş bağlayıp, Fırat’a atın beni. Gelinlerimin derdini görmeyeyim…” Hala Fırat’ın altında dimdik uyur gider bedeni…
Mirdesan Aşiretinden Nuri Ağa, Bersum Ağa’nın kızı Siranuş’u ölüm yolculuğundan kurtardı, evlendi onunla. Siranuş, ailesinden dokuz çocuğu kurtardı bu sayede. Bu dokuz çocuğu Kurmanç ve Zaza aileler büyüttü. Bu dokuz çocuk Müslüman isimleri alarak Kürt gibi yaşadılar. Fakat kuşaklar boyu kendi içlerinde evlilikler yaparak kimliklerini belli ölçüde muhafaza etmeyi başardılar. Ermeni kültürünü, dilini bilmeseler de asıllarını hiç unutmadılar. Tek kelime Ermenice bilmeyen bu aile kendi aralarında Türkçe, Kurmanci ve Dımili’yle anlaşıyor. Peki, söyler misiniz Bersum Ağalar hangi milletten? Ya da ülkede bilmem kaç tane Kripto Hristiyan olduğunu fısıldayanlar, bu suç asimile edilen insanların mı?
Erzincan’ın muhafazakârlığıyla meşhur köylerinden birinde kerpiç sıvalı iki katlı bir ev… Üç kuşak bir arada yaşamış, torun yeni evlenmiş çıkmış köyden, dede hacca gitmiş namazında niyazında. Baba seksen öncesinin hızlı milliyetçisi… Çocukları da öyle yetiştirmiş, Türk’ten başkasına düşman. Toruna sormuşlar aslınız nereli? Cevap vermiş torun: ‘’Dedem tarafı Trabzon’dan gelmişler bir kan davasından kaçıp…’’ Üniversiteye başlamış yedi tepeli şehirde. Dedelerinin memleketini hep merak edermiş, okumuş araştırmış sürekli. Bir gün başını alıp gitmiş oralara. Sorup soruşturmuş, öğrendikçe başı dönmüş ama yüz yıllık kozanın çatlamaya başlamasına aldırmamış. Nihayet dedesi Hacı Halil Efendi’nin ailesinin izlerini bulabilmiş. Yani Halil Efendi’nin babası Kostas Karelidis’in izlerini…
1916 yılında Trabzon’dan Anadolu’nun içlerine sürülen bir aileymiş onunkisi. Dahası Erzincan’ın o köyü hep akrabaymış birbiriyle. Dağlar aşıp yerleşmişler o ovaya. Ne varsa geride hep unutmuşlar ve unutturmuşlar yaşayabilmek için… Halil Efendi’nin torunu ne yapacağını bilememiş ilkin. İnsanoğlu en kolayı seçer ya, Halil Efendi gibi unutmayı seçmiş o da, hiç olmamış gibi yaşamayı…1938’de Dersim’den batı illerine evlatlık giden bazı çocuklar, yıllar sonra akrabaları onları bulup geri götürmek istediğinde reddettiler geçmişlerini. Kimisi ölümden korktu kimisi yaşadığı sahte kimlikten vazgeçemedi.2001 yılında Elazığ Çarşı Mahallesindeki tek katlı evinde namazını kılmış seccadesini topluyordu Fate Nine. Kapı çalınca ağır aksak yürüyüp seslendi ‘’ Kimsin?’’ Kızı ‘’Benim, anne’’ dedi. Açtı kapıyı Fate nine. Kızının yanında yetmişli yaşlarını süren bir de adam vardı. Kırmancki konuştu adam kendi diliyle, Fate Nine anlamadı ama içinde büyüyen heyecan kulaklarını uğuldatmaya başlamıştı. Sanki tarih öncesinden hatırlanan kelimelerdi bunlar. Sonra zar zor Türkçe konuştu adam. ‘’Fate, ben senin kardeşin Ûso’yum…’’ Önce şaşırdı, ne yapacağını bilemedi, sarıldı sonra, artık rüyalarının bile unuttuğu kardeşine…
Devrimci Karadeniz