18 Şubat 2015
Türkiye-Ermenistan arasında, devir ettiğimiz halk diplomatlığı bayrağını, çok iyi yürüten, ilişkilerin normalleşmesi için titizlikle çalışan sevgili Alin Ozinyan’la birbirimizden habersiz aynı metoforu kullanmışız. Cenazeye düğün davetiyesi çıkarmak!
Teslim ediyoruz, bizden önce davranıp yayımladığı için tebrike mazhardır…
Yıllarca, Mart ayında, zafer olarak kutlanan Çanakkale Savaşı yıldönümünü, Ermeni Soykırımı’nın simgesel tarihi, 24 Nisan’a çekerek; bu tarihte Erivan’da yapılacak 100.cü yıl 1915’i anma toplantı davetine icap etmek yerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ermenistan Cumhurbaşkanı, Sayın Sarkisyan’ı bu ‘zaferi kutlamaya’ çağırdı…
Azerbaycan petrolü-gazı ve maddi yardımları pahasına böyle bir adım atmış Türkiye’nin bu davranışı hakkında, Türk aydın, bilim insanı vd kişiler gereken değerlendirmeleri yapıyorlar...Bugün, Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan’a, bir öykü aktarmak istiyoruz. İsimler, tarihler, mahalleri belli, samimi, hakikatleri yansıtan bir öykü… Bakırköy Belediyesi’nin efsanevi eski Başkan Yardımcısı, araştırmacı Merzifon ’lu Yervant Özuzun’a teşekkürler...
Çanakkale / Ermeniler mi dediniz? Buyurun… Yorumu siz yapın!
Bu, 24 Nisan 1915 tarihle simgelenen, 30 Mayıs 1915 tarihli yasayla resmileşmiş Anadolu-Trakya’da yaşanmış nice (güya) tehcir hikâyelerinden biridir. Kahramanlarımızın tek suçu farklı (Ermeni) kökenden vatandaş olmalarıydı. Tehcirin, Doğu’da (durup dururken?) isyan eden Ermenileri hizaya getirmek için uygulandığını ileri sürenlere takdim edilir…Çanakkale’de iskeleden çıkınca, sağ taraftaki sokakta, saat kulesi ve meydana ve az sonra da tarihi Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı türküsündeki meşhur çarşısına varırsınız.Yahudi Çarşısı denen buraya 1900’lerin başında Ermeni, Rum, Yahudi esnafı; karşıda ise Artin Ağa’nın kahvehanesi vardı. Avlusu olan büyük mekândı burası. Gün batımıyla esnaf, dükkânlarını kapatıp, evlerinde yemeklerini yedikten sonra buraya gelirlerdi. Tabakalarını açıp tütünlerini sararken Artin Ağa da dibek kahvesini yaz-kış bakır cezveyle ateşe sürerdi. Dibek kahvesi, çekirdek halde el değirmeninde çekilmez, ceviz kütüğünden dibekte dövülür, kahveye her giren kapının yanındaki dibekteki kahveyi birkaç kez döver sonra otururdu.Kimler gelmezdi oraya, başta Aynalı Çarşı esnafı demirci, uncu, nalbant, yemenicisi yani Çanakkale’nin varbetleri (usta), kâtip, öğretmen, eczacı, doktor, genç, yaşlısı sözün kısası Ermeni kesiminden herkes... Gençler sohbet eder, yaşlılar anlatırdı. Dama oynarlardı. Hafta sonu, hanımların da katıldığı fasıl heyeti yaşamlarına güzellik katardı. Zaman zaman İstanbul ve İzmir’den kumpanyalar da gelirdi. O akşam kahve kalabalıktı. Palavracı balıkçı reisler, Tomas Dayı, Kasbar Dayı, Hovsep Dayı oradaydılar. Hangi macerayı acaba anlatacaklardı? Kahvedekiler etrafını çevirmiş, uncu Hagop’u bekliyorlardı. Son günlerde pek keyif yoktu. Kötü haberler geliyor, kötülük hissediyorlardı. Hagop, zaten havayı dağıtmak için onları çağırmıştı. Henüz kendisi gelmemişti. Nefes nefese kahveye girdi. Artin Ağa’ya bir şeyler anlattı. Artin Ağa elinde cezve çöktü. Herkes oraya yöneldi. Haberler kötüydü. Gelibolu’dan gelen değirmenci Haçadur’un damadının anlattığına göre Ermenileri toplu sürgüne gidiyor, Gelibolu’dakilere tebliğ ediliyor, üç gün süre veriyorlardı. Diğer yerlerden de haberler vardı.ü
Kahvenin havası değişmişti. Neden, suçları neydi? Müslim, gayrimüslimi sorunları yoktu gibi. İki ay kadar evvel (24 Nisan) ileri gelenler toplanmış gelecekler denmiş Anadolu’ya gönderilmişlerdi. Onlardan haber yoktu. Hükümet konağındaki Ermeni memurlar çıkarılmıştı işten. Askerdeki Ermenilerden silahları alınıp amele / yük hayvanı gibi kullanıldıkları, kaçanlar anlatıyordu. Akıbetleri için kötü duyumlar vardı. Doğru muydu bunlar? Nereye sürülüyorlardı? Bunca insanı ne yaparlardı? Osmanlının sadık milletiydiler güya. Üç yıl önce Noradunkyan Paşa Hariciye Nazırı iken patlak veren Balkan Savaşına katılmış, gönüllü birlik oluşturmuş, aslanlar gibi savaşmışlar nice şehit vermişlerdi. Kötü şey düşünmeye gerek yoktu. Yarın ola hayır ola deyip o akşam Artin Ağa’nın kahvesinden erken dağıldılar.
Ertesi akşam kahvedekiler konuşmuyor, tütün sarıyorlardı. Sürgün tebliğini almışlardı. Polis kapı-kapı herkese bildirmişti. Hükümette kâtip olmuş, Karekin gizli ve şifreli emri görmüştü.
Babı-ı Âlî Dâhiliye Nezareti...
Kal’a-ı Sultâniye Mutasarrıflığı’na (Çanakkale’nin o zamanki ismi) başlıklı şifreli emirde Ermenilerin sevki isteniyordu. Altında Nazır Tal’at imzası vardı.
Ertesi gün çevredeki tüm Mülk-ı Amirliklere bu emirlerin geldiği öğrenildi. Ör: Ezine’de mevcut beş yüz Ermeni’nin, İtalya harbinde şenlik yaptıkları işitilmiş olduğu cihetle onların der-desti ( tutuklanmaları), diğerlerinin nak-li hane (tehcir) ettirilmeleri gibi şifreli emirlerle uygulamalar derhal başlıyordu.
1915, Haziran ortalarında, kirazlar olgunlaşıyordu. Sabah ezanıyla Çanakkale’nin Ermeni ahalisi saat meydanında toplanmaya başladı. Polis, Jandarmalar ellerinde listeler, isimlerle 250-300 kişilik kafileler oluşturuluyordu. Saatçi Ohannes, Kunduracı Sarkis, Nalbant Armenak, Jamgoç Boğos ve bizim Uncu Hagop henüz yoktu ortalıkta.
Ohannes’in sesi yukardan geldi. Kuledeki saati her gün kurup ayarlamak onun göreviydi. O günkü görevini de yapmalıydı. Sarkis, nefes nefese geldi. Jandarma Komutanına yaptığı ayakkabıyı kalıptan çıkartmış, vermesi için komşusu Hacı Mehmet Efendiye bırakmıştı. Bir polis Nalbant Armenak’ın geleceğini bildiriyordu. Valinin faytonunun atları nallanıyordu. Boğos Surp Kevork kilisesini temizlemiş mumları toplamış gelmişti. Aznif Kuyrik (bacı) de geç gelmiş, ağrıyan belini tutuyordu. Komşusu Şaziye Hanımın kızının düğünü vardı. Çeyiz olarak, ördüğü oda takımını Düğünde belki bulunamam, gidip gelememek, gelip görememek var diyerek vermiş, ağlaşarak zor ayrılmışlardı. Hripsime Kuyrik de Bizim Nurten’in kızı hastaydı. Bir tas çorba yaptım diyordu. Uncu Hagop yedeğinde eşekle köşeden göründü... Hamile eşini, çocuğunu düşünmeliydi. O gün Jamgoçlar (kilise kavası) çanları son kez çaldı. Mayrikler (anneler), kuyrikler (bacılar) son kez suladılar balkonlarında çiçekleri, yemlediler küçük / büyük hayvanlarını. Müslüman komşularıyla gözleri yaşlı vedalaştılar. Gidebilenler son kez mum yaktılar… Ayrı kafilelere düşenler vedalaştılar. Ve yıllarını geçirdikleri o saat meydanında saatin ding-dongları altı kere vururken, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, hasta-sağlam yola koyuldular. Nişanlı, arkadaş, hısım, komşular, birbirlerine sarıldılar. Jandarmaların itiş kakışlarıyla ayrılıp devam ettiler. Helalleşmeye gelen, İslam komşular vardı. Onların da gözü yaşlıydı. Yılların dostlarından ayrılıyorlardı. Gidenler, kağnı, eşek bulabilmişti zar-zor. . Alabildikleri eşyayı yüklemişlerdi, hasta, çocuk, hamileler için… Bandırma, Bursa, üç hafta sonra Eskişehir’e ulaştılar ama jandarmaya rağmen (!) başlarına gelenler ayrı bir dramdı..
Eskişehir İstasyon Civarı Marmara ve Trakya’dan gelen sürgünlerin merkeziydi. Yaya ve hayvan vagonlarıyla grup-grup salkım saçak insanlar geliyordu. On binlerce. Susuz ve Aç o sıcakta perişandılar. İstasyon, çevre, sokak araları, kapılarda, haftalardır yerlerde yatıyorlardı. Birbirini, ailesini kaybeden çocuklar... Her gün Eskişehir Ermeni mezarlığında cenaze vardı. Yarınlarını göremiyorlardı. Adana Pozantı’ya sevk edilecek ve orada ‘sona’ ereceklerini söylüyorlardı. Cehennemden kurtulmak istiyor ve korkuyorlardı. Uncu Hagop kafiledekileri toplu tutmak için çabalıyordu. Her gün insanlar geliyordu. Çaresizlikti. Adımlık yer yoktu.
Yaya olarak Kütahya’ya sevk başladı. Kaç gündü belli değil. Afyon’a gönderildiler. Eşkıya saldırıları, hastalık, ihtiyarlık, yorgunluk, açlık, susuzluk, pislik, sivrisinek... Ölümü artık kanıksamışlar, ağlayamıyorlardı. Uncu Hagop’un Çanakkale kafilesi yarıya inmişti. Hayvan vagonlarıyla Konya’ya geldiler. Eskişehir’den farklı değildi. Yine bu vagonlarla Adana’ya gönderildiler. Adana beterdi. Üstelik Ağustos sıcağında paraları ve dermanları tükenmişti. İskelet olmuşlardı. Topladıkları bitkileri yiyip, sulu bitkilerin sıvısını emiyorlardı. Tanrı’ya inançları dâhil her şeylerini yitirmişlerdi. Bu şartlar altında bizim Hagop’un hamile eşi ikinci çocuğunu doğurdu Hagop’un Takvor’dan sonra şimdi Bedros diye bir oğlu da olmuştu. Ne yaptı etti Pozantı cehennemine gitmeden Halep’e ulaştı. Çanakkale’den ayrılalı üç buçuk ay olmuştu. Çanakkale’deki ve kendi kafilesinden kimseyi bulamadı. Kaç kişi sağ kalmıştı bilemiyordu. Bir fırında dört yıl kaldı, düzeldi dediler. Ata memleketiydi Çanakkale. Evi, dükkânı vardı. Geri döndü. Keşke dönmez olaydı. Ne ev ne dükkân kalmıştı. Onlar artık başkalarınındı. Emlak-ı Metruke Komisyonu diyorlar ama o bir şey anlamıyordu, gerek de yoktu. Onu oraya bağlayan bir şey kalmamıştı. Okul, kilise, komşu, akrabaları, Artin Ağa kahvesi yoktu. Çanakkale’den ayrıldıklarımdaki saat meydanındaydı. Yanında çileli karısı, dokuz yaşındaki Takvor, dört yaşındaki Bedros’la yalnızdı. Bir ses işitti. Komşusu Ahmet’ti. Sarıldılar. Ustası saatçi Ohannes gideli çalışmıyordu, kahrolmuştu. Çanakkale’sine veda etti İstanbul’a geldi. Kumkapı Surp Harutyun Kilisesinin evlerine sığındı. Üst baş yok, kışta çocukların ayağı, takunya- terlikti. Fabrikada iş buldu. Çocuklarını ayakkabıcıya çırak verdi...Çanakkale’li Hagop’u, asra yaklaşan ömrünün son yıllarında tanıdım. Belleğinde iz bırakan anılarından dinlediklerimdi yukarıda anlattıklarım. Belleğimde iz bırakmıştı. Etkilenmiştim. Hagop baba kimdi? Onu değil ama oğlu Takvor’u tanıyabilirsiniz, vakıflarımızda yıllarca yönetici olan, toplumumuzun önde gelen isimlerinden Takvor Kamer’di o.
24 Nisan’la simgelenen 1915 olayları işte buydu. Önce tüm aydın, ileri gelenler 24 Nisan’da toplandı, sonra başsız kalan insanlar koyun gibi sürüldü. Aynı takvim, aynı şekil, aynı sebep, aynı yöntemlerle, suçlu, suçsuz ayırımı olmaksızın, yerlerinden yurtlarından edilip, yollara döküldüler, aynı kaderi paylaştılar. Emirlerin altında Nazır Tal’at imzası vardı. Yani, cahil halkın münferit bazı suçları filan değildi bu…1915 olaylarının ismi? Resim ve sonuç bu olduktan sonra, ona düğün-bayram deseniz ne değişir ki.1915 günahsızlarını saygıyla anıyorum. Yalnız onları mı? Hangi ulustan olursa olsun tüm günahsızları da yine saygıyla anıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız’a arz ediyoruz: Çanakkale zaferini kutlamaya hâlâ Ermenileri ‘savaşta onların da katıldıkları ve şehit oldukları için’ davet mi etmek istiyorsunuz?Umarız, bu coğrafyada, hiçbir cenazeye, kimse düğün davetiyesi göndermez…
T24