22 Ocak 2015
Hrant Dink, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni yurttaşlarından birisiydi.
Onurlu, namuslu, dürüst bir gazeteciydi…
Bir Ermeni olarak kendi cemaatinin sorunlarını, kimliğinden ötürü yaşadıkları uygulamaları elbette dile getirdi.
Ama yaşamı boyunca hiçbir zaman etnik kimliğini öne çıkaran faşist, ırkçı bir söylem geliştirmedi.
Tersine, halkların kardeşliği duygusuyla yazdı; sevgi, barış, özgürlük, insan hak ve özgürlüklerine katkı sağlayan demokrat-yurtsever bir çizgide durdu.
1915’te yaşanan ve tehcirle sonuçlanan sürece “Soykırım” demedi.
“Türkler Ermenileri kesti, öldürdü, katletti” demedi.
‘Yıkım’ dedi…
Bu niteliğinden ötürü sadece devlet içinde örgütlenmiş derin yapıların değil, aynı zamanda Ermeni Diasporası’nın da hedefi oldu. Onlar gibi düşünmediği için anlaşmazlığa düştü.
Belki de bu yüzden istenmedi, susturularak yok edilmesine karar verildi.
Nitekim öyle de oldu; 2007 Ocak ayında kurduğu, köşe yazarı, muhabiri her şeyi olduğu gazetesi Agos’un önünde arkasından sıkılan kurşunlarla bir cinayete kurban gitti.
Delik ayakkabısıyla boylu boyunca yatarkenki fotoğraflarına bakan insani duygular taşıyan herkes gibi üzüldük.
Sonra…
Kanı daha kaldırımda soğumamışken bir çocuk yakalandı, elinde Türk Bayrağı ile kahraman gibi gösterildi, ‘katil fail’ olarak birkaç arkadaşıyla birlikte tutuklandı.
Oysa failinin asıl fail olmadığı, faili belli bir faili meçhul cinayetti bu.
Ve ilk de değildi.
Tıpkı diğer yazdıkları, düşündükleri, Türk halkını ayrımsız sevdikleri, ulusal bütünlük, birlik ve beraberlikten yana olduğu için katledilen diğer yurtsever aydınlar; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı ve daha niceleri de benzer biçim ve yöntemlerle ortadan kaldırıldılar.
Hrant Dink katledileli 9 yıl geçti.
Bu cinayeti tasarlayanlardan, bir ‘Ermeni’ öldürerek ülkemizi etnik kimlik üzerinden karıştırmak isteyenlerden, Trabzon-İstanbul ve Ankara’nın tepe noktalarındaki dev oligarşik örgütlü yapıların ve onlara bir talimat verenlerin, kimler oldukları bilinmesine rağmen hala hesap sorulmadı.
Karanlık artıkça arttı.
Bunu fırsat bilenler bu yıl ilk kez farklı bir söylem geliştirdiler ve verecekleri mesajı simgeleştirdikleri Hrant üzerinden verdiler.
Hrant’ın katlini 1915 Soykırım’ının devamı olarak nitelendirdiler. Bunu içeren dev bir pankart açarak yürüdüler.
Bir ölüm üzerinden geçmişte yaşanan ve bugüne kadar asla soykırım olduğu bilimsel bilgi ve belgelerle kanıtlanamayan bir süreci yargılayıp geçmişimizi mahkum etmeye çalıştılar.
Yalanlara katılan bu yalanı da kullanacaklar bundan sonra.
O anmada iyi niyetle bulunanları ayırıyorum.
Ama geride kalanları; 1915’in 100. Yılını ‘Soykırım yalanı’ ve yine her zaman olduğu gibi tarihi çarpıtan kirli bilgi bombardımanlarıyla birlikte anmaya hazırlanan başta Ermenistan ve Ermeni Diasporası’nın politikalarına hizmet eden, katkı sunan güruh, ölü soyguncuları olarak adlandırıyorum.
Eşi Rakel acaba neden izin veriyor buna?…Hani ‘kardeştik’,hani ‘kanı kandan üstün’ tutmamalıydık…
Yaşasaydı böyle bir tanımlamaya en başta eşi Hrant Dink karşı çıkmaz mıydı?
İstanbul’daydım ama o anmaya katılmadım. En önde kolkola girmiş o adamların arkasında ve o pankartların yanında yöresinde yürümek istemedim.
Ancak aynı akşamüstü yol güzergahımda olduğu için Agos’un önünden geçerken aklımı ve yüreğimin dediğine uyarak Hrant’ın vurulup düştüğü yere karanfil bıraktım.
Bir insana, bir gazeteci meslektaşıma, ulusumuzun bir parçası olan Ermeni bir yurttaşımıza, bir ölüye saygının bir ifadesi olarak…
Bizim coğrafyamız acılar coğrafyası.
Anadolu’da, Mezopotamya’da, Kafkaslar’da, Hazar’ın kuzeyi, güneyinde, Süveyş’in iki yakası, Asya, Afrika ,Arap Yarımadası’nda, Suriye’de…Ölümler, zulümler, katliamlar, toplu göçler bütün yüzyıllarda oldu.
Hiç susmadı bombalar, silahlar, tanklar…
Hala sürüyor ve de sürecek.
Bütün acıları, yokluk ve yoksunlukları kadınlar ve çocuklar çekiyor.
Ölümüz çok, sadece Hrant değil ki…
Öyleyse ayrımsız bütün ölülere yanmalı, bütün acıları acımız bilmeliyiz.
Daha dün Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 25 yıl önce katledilen canları, civanları da ölümüz bilip gözyaşı çiçekleri dökmedik mi?…
21.Yüzyıl ne o ne bu; insan olma çağı…İnsan olan anlıyor her şeyi…İnsan olan pek çok erdemi ama ille de barışı ve sevgiyi istiyor.