22 Mayıs 2014
Kilisenin solundaki kapının yanında duruyordu. Elinde yarı yarıya erimiş bir mum vardı. Gözleri yaşlı ve bulanıktı. Dile kolay, elli kusur yıl sonra, evlendiği bu kilisede bir ayine katılıyordu. Kilisenin bulunduğu bu mahallede doğmuş ve büyümüştü. Aslen Kayserili bir babanın ve Adanalı bir annenin çocuğuydu. Annesi de babası da tehcir çocuklarıydı. Hatırladım, “Kıbrıslı Türkler, bizim ailelerimizin 1915 yılında neler yaşadığını hiç bir zaman tam olarak öğrenemedi” demişti bana sohbetlerimizin birinde.
Babası aylarca süren uzun bir ölüm yürüyüşünden sonra varmıştı Halep’e. Bu yolculukta hem kız kardeşini hem de annesini kaybetmişti. Gözyaşları içinde yürümeyi reddedenleri veya artık yürümeye takati kalmayanları nasıl vurup da nehre attıklarını anlatmıştı. Kayseri’den yaklaşık 50,000 kişi tehcir edilmişti. Talat Paşa`nın şahsi günlüğünde Kayseri Sancağı tehcir rakamı 47.617 olarak belirtilmişti. Yanıtı hâlâ belirsiz olan soru ise bu ölüm yürüyüşünde kaç kişinin sağ kaldığıydı.
Babası, ailesinin büyük bir kısmını yollarda kaybettikten sonra, binbir zorlukla Halep’e varabilmişti. Annesi ise Beyrut’ta katliamlardan ve tehcirden kurtulabilmiş öksüz Ermeni çocuklarının yerleştirildiği bir yurtta büyümüş, aynı yerde liseyi okurken, Halep’ten Beyrut’a geçmiş olan babasıyla tanışmıştı. Marangozluğu meslek edinmiş babası, bazı akrabalarının da teşvikiyle 1932 yılında, İngiliz idaresindeki Kıbrıs’a gitmeye karar vermişti.
Umut dolu bir yolculuktan sonra, erken bir sabah vakti Larnaka’ya varmışlardı. Annesi uzaktan görünmeye başlayan Larnaka’nın siluetine bakarken sisler arasında yükselen minareyi fark edince dehşetle kocasına dönerek şu soruyu sormuştu: “Hani beni İngilizlerin adasına götürmeye söz vermiştin? Bak şu minarelere, burada da Türkler var.”
O günlerde adada o dönemin en fazla satan Türkçe gazetesi Söz’de, Ermeni bir esnaf tarafından yazılan bir yazı yayımlanmıştı. Yazar, Kıbrıslı Türklerin Ermenilerin Anadolu’da başına gelenleri bir türlü anlayamadığından şikayet ediyordu. Evet, gerçekten de Kıbrıslı Türkler Ermenilerin yaşadığı büyük felaketi bilmiyorlardı ama ilginçtir, bir yandan da Türkçe konuşan bu mağdur Anadolu halkına kucak açmaktan geri durmamışlardı. Hatta adaya daha fazla Ermeni’nin getirtilmesi için destek bile verenler olmuştu o dönemde.
1930’larda Yunanistan’a sığınmış 30,000 Ermeni’yi Kıbrıs’a yerleştirmek isteyen İngiliz hükümetine asıl itiraz eden Rumlar olmuştu. Bu büyüklükte bir göçün nüfus dengelerini değiştireceğini iddia etmişti Rum ileri gelenleri. Dönemin bazı Kıbrıslı Türk elitleri ise bu konuda hükümete destek çıkmış ve böyle bir göçün teşvik edilmesi için Söz gazetesinde kampanya bile yapmışlardı. Kıbrıslı Türk elitinin bu tavrının arkasında, insani nedenlerin yanında, mümkündür ki Kıbrıs nüfusuna enjekte olacak, çoğunluğu Türkçe konuşan bu halkla, adadaki Rum tekelinin kırılabileceği ümidi yatıyordu.
Adaya büyük umutlarla gelen Ermeni çift bir süre Larnaka’da kaldıktan sonra Lefkoşa’ya gitmeye karar verirler. O dönemde adanın diğer bölgelerinden olduğu gibi Lefkoşa’dan da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne yoğun bir göç yaşanmakta, göç eden birçok Kıbrıslı Türk evlerini yok pahasına satmaktadır. İşte tam da o günlerde Anadolu’ya göç etmeye karar veren Kâmil isimli bir marangozun satılığa çıkardığı, alt katı dükkan olan iki odalı evini satın alarak oraya yerleşir Ermeni çift. Ev, diğer Ermenilerin yaşadığı mahallenin hemen yanındadır, çevrede ise birçok Müslüman yaşamaktadır.
Kısa bir süre içerisinde yerleştikleri mahalledeki Kıbrıslı Türk komşularını çok sevecektir annesi ve bu sevgisi karşılık da bulacaktır. O kadar ki Ermeni ailenin yeni doğan bebeğine, annenin sütü gelmediğinden, süt annesi olarak komşu halayık Lebibe koşacaktır. Lebibe giderek ailenin adeta bir ferdi olacak, bu sıcak ilişki o uğursuz Noel gecesine kadar devam edecektir. Bu güne kadar, Kıbrıs’a yerleşen Ermeniler geldikleri yerlerde tanıklık ettikleri, anlatılamayacak kadar korkunç felaketleri yüreklerinde saklayacak, Kıbrıslı Türklere anlatmamayı tercih ederek, onlarla birlikte yeni bir hayat kurmaya çalışacaklardır. Kıbrıs’a göç eden Ermenilerin çoğu yeniden Türkçe konuşulan mahalleleri seçeceklerdir yerleşmek için. Kalplerinin derinliklerine gömmeye çalıştıkları o büyük felaketin acısına rağmen, güzel bir beraberlik kurmayı da başaracaklardır Kıbrıslı Türk komşularıyla zaman içinde.
Bu arada yıllar yılları kovalayacak, Ermeni çiftin kızları Lefkoşa’daki Saint Joseph’i bitirdikten hemen sonra evlenecektir. Yeni evliler Lefkoşa’nın hemen dışındaki yeni bir mahalleye taşınacaktır. Koca, onun ailesinden bir süre önce adaya yerleşmiş bir Silifkeli Ermeni ailenin çocuğudur. Bir devlet dairesinde çalışmakta, Kıbrıs’taki geleceklerine umutla bakmaktadır. Taşındıkları mahalledeki komşularının çoğunluğunu yine Kıbrıslı Türkler oluşturmaktadır. Ona komşularıyla ilişkilerini sorduğumda, “aramız, 1960 referandumuna kadar çok iyiydi, her şey ondan sonra kötüye gitmeye başladı” diye cevap verecektir.
Yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası adada sadece iki toplumu tanımakta, diğer dini ve etnik azınlıkların bu iki toplumdan birini seçmesini emretmektedir. Referandumda Ermeniler Kıbrıs Rum toplumuna katılma kararı alacaklardır. O günleri anlatırken “Referandum sonuçları açıklandığında, Kıbrıslı Türk komşularım çok bozulmuştu.” diye konuşacak ve devamında da, sanki o günü yeniden yaşıyormuş gibi “Haksızlık bu. Niye bizi bu seçimi yapmaya zorladılar?” diyerek kızgınlığını bir kez daha belirtirken, 1960 anayasasını da yerden yere vuracaktır. Bu küçük Ermeni toplumu, doğal olarak çoğunlukta ve Hıristiyan olan Kıbrıs Rum toplumunu tercih etmek zorunda kalmıştır. Kıbrıslı Türk komşuları ise kendilerini onlara yakın hissettiklerinden, bu seçimin arkasındaki nedeni hiçbir zaman anlayamamışlardır. Nitekim oylamanın ardından, aynı komşular, Ermenilere karşı daha soğuk bir tavır almaya başlayacaklardır.
O günlerde anayasadan memnun olmayan sadece Ermeniler değildir. Kıbrıslı Rumlar da anayasanın birçok maddesinin Türklere ayrıcalık yaptığından şikayet ediyorlardır. Hoşnutsuzluklarının en önemli neden ise, Enosis’in aynı anayasa tarafından yasaklanmasıdır. Bu tür şikayetler bir bakıma ileride yaşanacakların habercisi gibidir.
Aynı dönemde, gelecekle ilgili güven bunalımı yaşayan yüzlerce Kıbrıslı Türk, Rum ve Ermeni, İngiltere’ye göç etmeyi tercih edeceklerdir. Yine aynı tarihlerde birçok Ermeni ailesi de, İngiltere haricinde Sovyet Ermenistan’ına da göç etmeye başlayacaklardır. Böyle olsa da o ve kocası durumun düzeleceğine inandıklarından aynı mahallede yaşamaya devam edeceklerdir. Üstelik bu kararı yalnız onlar vermeyeceklerdir. Bazı Ermeni aileleri mallarını Türklere satıp başka bölgelere taşınırken, yüzlercesi ısrarla Türk mahallelerinde kalmayı sürdüreceklerdir.
Ne var ki, 21 Aralık gecesi çıkan olaylardan sonra kalmayı tercih eden Ermeni aileleri kendilerini iki ateş arasında bulacaklardır. Rum çetelerin saldırılarına uğrayan mahallelerin arasında onun yaşadığı mahalle de bulunmaktadır. Bazı Kıbrıslı Türk komşuları baskın olacak korkusuyla mahallerini terk ederek surlar içine sığınmıştır. Bir kısmı ise Rum baskınından sonra Rum gerillalar tarafından esir alınmış ve rehine olarak götürülmüşlerdir. Bu baskınlarda birçok Kıbrıslı Türk ölmüş veya yaralanmıştır.
Tüm bunlar olurken Arabahmet’teki Ermenilerin mahalleyi terk ettikleri görülmektedir. TMT onların Rumlara casusluk yaptığını iddia etmektedir. Bu iddaların ise gerçekle hiçbir alakası yoktur. Ancak ok yaydan çıkmıştır. Korku ve şiddet her tarafı sarmıştır. Tam bu sırada Köşklüçiflik’te yaşayan bir Rum ailenin öldürüldüğü haberi gelecektir. Buraları artık tekin değildir ve kalmakta ısrar etmek faydasızdır. Nitekim bu olaydan sonra Moris marka arabalarının arkasına doldurabilecekleri kadar eşyalarını koyan genç çift, Larnaka’da yaşayan akrabalarının yanına sığınacaklardır.
Bir süre sonra boş kalan bu evler komşular tarafından yağmalanacaktır. Daha sonra aynı Ermeni evlerine Kıbrıslı Türk göçmenler yerleştirilecektir. 1963 yılının Aralık ayında gerçekleşen şiddet olaylarından sonra ise, Kıbrıslı Türk mahallelerinde yaşayan yaklaşık 1,200 Ermeni ( bazıları 1915 tehcirini de yaşamış) yerlerinden olacaktır. Ayrıca, birçokları yaşanan bu şiddet olaylarından sonra adayı terk edecek ve geleceklerini başka ülkelerde arama yoluna gideceklerdir.
Onlar ise yine Kıbrıs’ta kalmayı yeğleyecek ve bir süre Larnaka’da yaşadıktan sonra 1978 yılında tekrar Lefkoşa’ya (güney Lefkoşa’ya) yerleşeceklerdir. Artık Türklerle olan tek bağlantıları seyrettikleri TRT televizyonu üzerinden olacaktır. Onun doğduğu, büyüdüğü ve evlendikten sonra yerleştiği mahalleleri tekrardan ziyaret edebilmesi için 2003 yılına kadar beklemesi gerekecektir. O ziyarette bazı eski komşularını görmesi ve birlikte eski günleri yad etmeleri hepsini çok mutlu edecektir. Şimdi, evinde 1964 yılından beri, güney göçmeni bir Kıbrıslı Türk aile oturmaktadır. Bu durum ise onda buruk bir tat bırakacak, bu hüzünlü ziyaretten sonra bir daha kuzeye geçmeme kararı alacaktır. Bu arada kocası, kuzeydeki evlerini ve mahallelerini tekrar göremeden 2002 yılında ölecek, çocukları yurt dışına göç edeceklerdir. Onlarla ancak yazdan yaza görüşebilecektir. Annesi ve babası çoktan ölmüşlerdir. Yalnız bir kadın olarak o ise anıları arasında yaşamaya devam edecektir.
İşte yıllar sonra, kocasıyla evlendikleri ve Türk tarafında kalan Meryem Ana kilisesinde tekrardan ayin yapılacağını en yakın arkadaşından duyduktan sonradır ki, tüm cesaretini toplayacak ve ayine katılmak için tekrardan kuzeye geçmeye karar verecektir.
Ben ise aynı tarihte yurt dışında olduğumdan, ne bu güzel olaya doğrudan tanıklık ve ne de ona eşlik edemeyecek, ama basında ve sosyal medyada çıkan fotoğraflarda onu hemen fark edip tanıyacak, bu arada aramızda gerçekleşen o eski sohbeti da hatırlayacaktım..
Bir kez daha baktım: Elinde yarı yarıya erimiş bir mumla durmaktadır fotoğrafta. Yüzündeki ifadeden de görülebileceği gibi çelişen birçok duyguyu aynı anda yaşıyor gibidir. Acaba tam olarak ne geçmektedir aklından? Aradan geçen bunca yıldan sonra gerçekleşen bu olayın yaratttığı iyimserlikle şu soru geçiyor olabilir mi: “Acaba Kıbrıslı Türkler, kendi mağduriyetlerinin egosundan sıyrılıp da Ermenilerin yaşadığı felaketi öğrenmeye ve anlamaya hazırlar mı artık?”
Onun ne düşündüğünün peşinden giderken, sanki onun kendisine sorduğu bu soruyu duymuşum gibi, “Henüz tam olarak değil güzel insan, ama biraz iyimser olmaya çalışırsak bugün bu doğrultuda çok önemli bir adımın atıldığını görebiliriz.” diye mırıldandım ben de kendi kendime.
Bu önemli olayın gerçekleşmesi için çaba göstermiş olan herkese teşekkürler..