20 Nisan 2014
Türkiye`nin iç siyasetindeki yoğunluk, her yılın Nisan ayının kaçınılmaz gündemi olan ‘Ermeni soykırımı’ iddialarını ikinci plana attı. Nisan`ın ortasına geldiğimiz halde ortalık sakindi.
Ta ki, Cuma gecesi ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi`nde Ermeni Soykırımı karar tasarısı 5`e karşı 12 oyla kabul edilene kadar. Tasarı 29 Nisan’da tatile çıkacak olan senatonun gündemine alınmadı. Bu anlamda tehlikelerden biri atlatılmış oldu.
Bir yıl daha atlattık
Gelenek olduğu üzere her Nisan ayı geldiğinde başta ABD olmak üzere kimi Batılı ülkelerde 24 Nisan’ı ‘Ermeni Soykırımı’ ilan etme girişimlerine karşı Türkiye çeşitli karşı girişimlerde bulunarak ‘bir yılı daha’ kazasız atlatmayı başarı sayardı.
Çoğu kez gözünü ABD Başkanına çevirir ve onun 24 Nisan`ı ‘soykırım mı’ yoksa ‘büyük felaket’ olarak mı anacağını beklerdi. Başkan soykırım demediyse bir anlamda ‘yırtardık’.
1915 ve sonrasında yaşanan acı sürecin izlerini taşıyan iki toplumun yani Türkler ve Ermenilerin acılarını sağaltacak olan Türkiye ve Ermenistan halklarıdır. İki ülke halkı dışında 3. ülkelerin alacakları hiç bir resmi karar bu acıyı onarmaya yetmeyecektir.
3. ülkelerin yapacakları ve bugüne kadar yaptıkları esas şey, konuyu, kendi ulusal çıkarlarına göre Türkiye`ye karşı kullanmaktır. İlişkiler iyiyse konu, geçiştirilmiş; gerginlik halinde ise konu mutlaka pazarlık unsuru olarak kullanılmıştır. Bulundukları ülkelerde Ermeni diasporaları ise konuyu kamuoyunda tutarak sorunun çözülmesine değil kendi ontolojik varlıklarını sürdürmektedirler.
Özeti, iki ülke arasındaki ilişkileri 3. ülkelerin alacağı hiçbir karar onaramaz.
Çözüm iki ülkenin elinde
Eğer 24 Nisan 1915 ve sonrasında yaşananları normalleştirip, olanlarla yüzleşeceksek bunu ancak iki ülke insanları yapabilir.
Bunu da, normalleşmeye inanmış, farklı olanla dost olarak yaşamayı içselleştirmiş, geçmişi ile barışmış, çoğulculuğu zenginlik gören, demokrasiye ve demokratik evrensel hukuk kurallarına uyan bir siyasal irade, bu değerleri savunan STK’lar ve kanaat önderlerinin, aydınların karşılıklı geçmişi sağaltma istekleri sağlayacaktır.
İki ülke, iki halk böyle bir iradeyi ortaya koyabilirse sonrası zamanın işidir. Zaman her türlü acıyı da yarayı da iyileştirecektir.
Hayata geçmeyen protokoller
Ancak görüyoruz ki, iki ülke iktidarında böyle bir siyasi irade yok. Komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde Ermenistan`la olan ilişkileri normalleştirmek için 9 Kasım 2009’da Zürih’te imzalanan protokoller ne yazık ki hayata geçirilemedi.
Protokoller iki ülkenin görünür olmayan önşartlarının devreye girmesiyle akut hale geldi. Ermenistan’ın soykırım, Türkiye’nin Karabağ hassasiyeti iktidarların sığındıkları birer “gerekçe” oldu. Her iki ülke de protokollerin dondurulmasını iradi olarak tercih ediyor.
Oysa Türkiye’nin 1915 ve sonrası ile yüzleşmesi kaçınılmazdır. 24 Nisan 1915`de Ermenilerin yaşadıkları yerlerden tehcir edilmeleri bir insanlık trajedisi olarak tarihe geçmiştir. Yaşanan trajedinin izlerini Ermenistan`daki müzede en açık biçimde görüyorsunuz. Yaşanan sadece suçsuz yüzbinlerce insanın ölümü değil, bir zihniyetin ‘öteki’/‘tehlikeli’ varsaydığını sistematik bir yok etme ve kamusal alanda görünmez kılma stratejisidir.
Bu açıdan aynı zihinsel süreklilik, ilan ettiği öteki, tehlikeli olan her türlü toplumsal kesime bakışını bugüne kadar devam etmektedir.
Dönem dönem devletin ötekisi, tehlikeli olanı değişmiş ama onlara bakış ve ideolojik tavır alış değişmemiştir.
Bugün de aynıdır. Devletin kendilerine reva gördüğünü; şimdi devleti ele geçirdiğini düşünenler, yeni ötekiler ve tehlikeliler yaratarak sürdürüyor.
Çözümün adresi sivil toplum arayışları
Türkiye 1915 ile yüzleşmeden kaçtıkça, devleti bu yüzleşmeye davet eden girişimlerin, aydınların ve kanaat önderlerinin, STK’ların sayısı artıyor. Siyasi iktidarların sorunlarla yüzleşme ve çözüm iradesinden kaçındığı noktada devreye, çözüme inanmış siviller giriyor.
Bu konuda Türkiye’de ciddi bir sivil irade oluşuyor. Nitekim, Türkiye`de Ermeni meselesini geçmişe oranla daha yüksek sesle konuşulur, tartışılır ve en önemlisi de kamusal alanlarda anılır olmuştur.
Ölümünden önce yazıları, konuşmalarıyla; ölümünden sonra da yarattığı sahicilik etkisiyle ile Hrant Dink, Türkiye`de sivil toplumun bu yolda büyük mesafe almasını sağladı. Son 5-6 yıldır 24 Nisan`da başta Taksim olmak üzere ülkenin farklı yerlerinde insanlar toplanarak; 1915`de yaşananların bir daha yaşanmamasını, devletin bunla yüzleşmesini istiyorlar. Ermenilerden özür diliyorlar. Laikinden Müslümanı`na farklı kesiminden insanlar, bunları yaparken sadece risk almıyorlar devlete, iktidara ve kendilerine mesafe alabilme cesaret ve başarısı gösteriyorlar. Türkiye`yi 1915`te yaşananlarla yüzleşmeye götürecek olan bu insanların yani demokratların basireti olacaktır.
Bu süreci hızlandıracak olan başka adımlara ihtiyaç var. İki ülke arasında barış köprüleri kuran az sayıda STK ve aydının dışında galiba önemli bir çaba da Ermenistan’daki demokratlara düşüyor.
İki ülkenin demokratlarının STK’lar aracılığıyla karşılıklı buluşmaları, konuşmaları yaşanan acıların siyasetin, ulus-devletin çıkarlarına kurban edilmeyip ‘insanileşmesine’ katkı sağlayacaktır. İhtiyaç duyulan budur. Çünkü iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirecek olan devletleri idare eden siyasiler ve onların uzantıları değil tek tek demokrat Türkler ve demokrat Ermeniler olacaktır.
@murataksoy