28 Aralık 2013
Bugün Hıristiyan dünyasının en önemli günlerinden biri. Katolik ve Protestan âlemde Hazreti İsa’nın doğum günü olarak kutlanıyor. Tabii kimse söz konusu doğum tarihini tam olarak bilmiyor ama kurumsal bir yapıya sahip olunduktan sonra, dinî müessesenin geçmişi ve geleneği de belirgin tarihlere bağlandı.
Bu tarihler dünyanın dört bir tarafına dağılmış geniş bir dindar topluluğunun aynı günde aynı ritüellere katılmalarını, kendilerine o dine mensup hissetmelerini sağlıyor. Ama bu ritüellerin ‘siyasi’ bir işlevi de var. İnananların dini temsil yeteneği olan kurumlara bağlılığını tescil ediyor, o kurumları yönetim biçimleri ve kadrolarıyla birlikte meşrulaştırıyor. Böylece dini bir inancın takipçiliği ile o dini inancın bir bütün olarak siyaseti arasında, inananların iradesi ve denetimi dışında bir bağ oluşuyor. Bazen kötü yönetimler de ortaya çıkıyor ama genellikle kimse yönetimin kötülüğü nedeniyle inancını veya mezhebini değiştirmiyor.
Ancak inançlı sıradan insanların seyirci olduğu bu âlemde, işin siyasi boyutunda sular öyle kolay durulmuyor. Nitekim Noel yortusunu da örneğin bazı Ortodokslar 25 Aralık’ta değil de 6 Ocak’ta kutluyorlar. İşin garibi bu farklılığı Hazreti İsa’nın ‘gerçekten’ de bu tarihte doğmuş olduğu iddiasına dayandırıyor değiller. Öyle olduğuna inanıyorlar ama aslında söz konusu tarihte karar kılınmasının nedeni başka. Doğum tarihindeki farklılaşma, Ortodoks ve Katolik kiliseler arasındaki dini dogmalara ilişkin uzlaşmayan anlayışların sonucunda ortaya çıkan kurumsal ayrışmanın dışavurumundan ibaret. Böylece aynı peygambere, kutsal kitaba ve temel naslara inanan insanlar, bir anda kendilerini dini yönetenlerin ‘ideolojik’ denebilecek anlaşmazlıklarının ürettiği bir gerilim içinde bulabiliyorlar. Bu durumda söz konusu ideolojik gerilimin çok anlamlı olması beklenebilir ama bunu öne sürmek de öyle kolay değil. Örneğin sözünü ettiğimiz Katolik ve Ortodoks bakışının üzerinde anlaşamadığı ve bu yüzden büyük kırılma yaşadığı tartışmalardan biri, Hazreti Meryem’in Hazreti İsa’yı doğururken acı çekip çekmediği. Tezleri biz sıradan insanlara yansıdığı oranda, kabaca ifade edecek olursak, acı çekilmemesi doğum olayının ve Hazreti İsa’nın ilahi niteliğine bir delil olarak görülüyor, acı çekilmesi ise Hazreti İsa’nın bedensel olarak insani bir yapıya sahip olduğunu ima ediyor. Buradan hareketle doğum anını ifade eden tablo ve duvar resimlerinde bir taraf Hazreti Meryem’i otururken, diğer taraf ise yatarken resmetmeyi uygun görmüştü. Tahmin edileceği üzere oturma pozisyonu acının olmadığını, yatma hali ise acı çekildiğini ifade etmekteydi.
Bizim açımızdan önemli olan, her iki tarafın da gerçekte bu doğumun nasıl olduğunu tabii ki bilmiyor olduğudur… Diğer bir deyişle farklı gerçeklik bilgisi nedeniyle ideolojik bir ayrışma yok. Ayrışmış ideolojik tutumlar nedeniyle uydurulmuş farklı gerçeklikler var. Öyle ise soru, öncelikle ideolojik ayrışmanın gerçek nedeninin ne olduğudur. Cevap ise bizi dinden epeyce uzaklaştıracak, dinsel kurumsallaşmaya ve kurumlar arası siyasete getirecektir.
Ortodoks ve Katolik kiliseleri yüzyıllar boyunca çatışma içinde oldular ve sosyolojik karşılaşmaların yaşandığı anlarda birbirlerini fitne ile suçladılar. Sonraki yüzyıllarda Protestanlığın ortaya çıkması ile birlikte, her olayda fitne arayışı Batı dünyasına da sıçradı. Fitneden genelde anlaşılan kasıtlı olarak ikilik çıkarmak, insanların aklını çelmek, taraf yaratmak, gerçek dışı bir iddiayı gerçekmiş gibi sunmaktı. Amaç toplumsal yırtılmalar ve kırılmalar üzerinden, inanç dünyasındaki belirli bir kurumun, yani siyasi bir odağın gücünü ve prestijini yükseltmek, o kurumun takipçilerinin artmasını sağlamak ya da ‘karşı’ tarafın gücünü kırmak, ona destek veren kitlelerde kuşku yaratmaktı.
Kötü niyetle davranan, ahlaki olmayan bir siyaseti sürdüren insanlara her dönem rastlanabilir… Ama Hıristiyan dünyasına asıl zarar verenler bu kişiler ve ürettikleri fitneler olmadı. Asıl büyük zarar fitnenin bir toplumsal atmosfere, solunan bir ortama dönüşmesiyle ortaya çıktı. Öyle ki kimsenin fitne yapmasına bile gerek kalmadı. İnsanlar birbirlerinden kuşku duymaya başladılar, aldatılmışlık hissinin içine gömüldüler. Siyaset insanları bilinemez ve güvenilemez bir sosyal ortama sürükledi, yabancılaşmayı ve yalnızlaşmayı besledi. Öte yandan aynı ortam irili ufaklı iktidarların üretim alanı olarak kullanıldı ve zamana yayılan tahribatlara neden oldu. Hıristiyanlar iktidar kavgasından çok çektiler ve ortak bir kamusal alanın kıymetini burunlarını sürterek öğrendiler…
Etyen Mahçupyan
e.mahcupyan@zaman.com.tr