24 Eylül 2013
Armenian Weekly, geçenlerde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etmesinin 25. yıldönümü öncesinde ilginç bir değerlendirme yayınladı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise uluslararası camia tarafından tanınmadan 40.yılını dolduracak gelecek yıl... Kuzey Irak Kürdistan Federe Devleti ise, fiilen bağımsız bir devlet, uluslararası camia tarafından tanınma açısından. Bu nedenle bu iki örneğe oranla daha şanslı bir durumda. DKC, 25 yıl önce, bir direniş savaşı yürüterek, kendi hakkını belirleme hakkını kullandı. Nasıl Azerbeycan SSCB’den ayrılırken bu hakkı kullanmış ise...
Armenin Weekly, “Sarkisian Yönetimi’nin olumlu yorumlanabilecek icraatları çok ender görülüyor. Ne var ki, Cumhurbaşkanı Sarkisian’ın tarihsel Batı Ermenistan topraklarımızın iadesine yaklaşımındaki belirgin değişiklik, tam bir sürpriz olsa da çok gecikmiş bir hamle” diye yorumda bulunuyor ve şöyle devam ediyor: “Besbelli ki, Ermenistan Cumhuriyeti Başsavcısı Aghvan Hovsepyan, Ermenistan’ın bu topraklardaki taleplerini sağlam hukuksal bir zemine oturtma gereksinimini vurgulayacak öncü olarak seçilmiş. Bu açık ihtiyaç her zaman mevcuttu; ama şimdi Yerevan tarafından alenen desteklenmesi dinamikleri değiştiriyor. Bu politika değişikliğinin önemi, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Yarevan’ı uyarmak için alelacele cevap vermesinden anlaşılıyor: Türkiye’den toprak talebini “...düşünmek [bile] mevzubahis olamaz.”
Armenin Weekly’nin yorumunun çevirisini aşağıda sunmak istiyorum: , “Yarevan’ın bu görünürdeki rota değişikliği, Dağlık Karabağ’daki durumu yeniden düşünme zamanının geldiğini düşündürebilir. 1994 ateşkesinden beri yaklaşık 20 yılda, Dağlık Karabağ Azeri ordusunun harap ettiği altyapıyı onarmakta ilerleme kaydetti. Ayrıca, yeterli girdilerin sağlanması halinde hızla büyüyebilecek bir ekonomik sisteminin kurulmasının yanında, demokratik ilkler temelinde bir hükümet de oluşturuldu. Bu ilerleme ne kadar övgüye layık olursa olsun, Dağlık Karabağ’ın 20 yıl daha altyapının geliştirilmesi ve ekonomik kalkınmada aynı düşük oranı sürdürmesine izin veremeyiz. Buranın kalkınmasını hızlandırmak hayati bir ihtiyaçtır. Bu hedefi tutturacak daha agresif bir politika oluşturmanın zamanı gelmiş olabilir.
Her türlü politikanın önemli bir bileşeni, nüfus artışı ve Dağlık Karabağ’ın stratejik ihtiyaçlarını karşılayacak planlı bir yerleşim modelini hızla hayata geçirmektir. Suriye’deki durum, Dağlık Karabağ’ın Kaşatag bölgesinde bazı yeni yerleşimler kuran Ermenilerin küçük bir iç göçüne neden olmuştur. Ne var ki, bu son yerleşimciler 1994’den beri 20 yılda oluşan durumu dikkate değer ölçülerde değiştirmemiştir; sayıları ve dağılımı yönünden bu nüfus hemen hemen durağandır. Hem ekonomik kalkınma, hem de mekansal bütünleşme (Dağlık Karabağ’ın farklı bölgelerini birbirine etkili bir biçimde bağlama ihtiyacı) sürdürülebilir bir yıllık nüfus artışının korunmasına ve ülkenin ekonomik ve askeri hedeflerini karşılayacak bir yerleşim modelinin oluşturulmasına doğrudan bağımlıdır.
Hemen Ermenistan’ın Dağlık Karabağ konusunda böyle bir agresif politikayı açıkça destekleyecek iradeye de etkiye de sahip olmadığını söyleyenler çıkacaktır. Pekala, mevcut yönetimin bir yetkilisinin sağlam bir hukuksal zeminde Türkiye’den toprak talebimizi dile getirmesinin Yarevan’ın Dağlık Karabağ için öngörülenden çok daha agresif bir duruş olduğu görülüyor. Öyle olsa da bu pekala Dağlık Karabağ’ın sosyo-ekonomik altyapısı ve ekonomisinin gelişmesini hızlandırarak, iç göçü ve yeni yerleşimlerin stratejik yapılanmasını teşvik etmesinin tam zamanıdır. Başkent çevresinde (Stepanakert ve Şuşi) devam eden nüfus yoğunlaşmasının ekonomik ve askeri açıdan hassasiyeti ortaya çıkacaktır. Bu nüfus ve ekonomik faaliyet yoğunluğu, Dağlık Karabağ’ın saldırıya daha açık hale gelmesine neden olur. Aynı zamanda, haksız bir biçimde kaynakların kırsal bölgelerin aleyhine merkez bölgeye tahsis edilmesi eğilimini doğurur. Eğer gelecek 20 yılda da ilk 20 yılda tanık olduğumuz aynı yavaş, ama övgüye layık kalkınma hızını sürdürürsek, Dağlık Karabağ’ın net bir nüfus kaybı yaşaması mümkündür. Bu, düşünülmesi gereken siyasal bakımdan tehlikeli bir durumdur.
Dağlık Karabağ bizimdir. Dağlık Karabağ’ın bizim olarak kalmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzdadır. Bu, söz konusu gerçeği yansıtan bir kalkınma programının benimsenmesini gerektirir. Azerbaycan ve Türkiye, Dağlık Karabağ’ın yaşayabilirliğini artıran her inisiyatife elbette itiraz edecek, bunu boğmak için ellerindeki her aracı kullanacaklardır. Girişimlerimizin gerek Bakü’nün, gerek Ankara’nın yanıltıcı iddiaları ya da askeri harekat tehditleriyle boşa çıkarılmasına izin veremeyiz. Ermenistan ve Dağlık Karabağ için adaletten çok kendi jeostratejik çıkarlarına sarılan ülkelerin muhtemel diplomatik baskıları da bizi görevlerimizi yapmaktan alıkoymamalıdır.
İlk adım, Karabağ Ermenilerinin sağlam bir hukuksal zeminde bağımsızlık ilan etme haklarının teslim edilmesidir. Bu benim ısrarla savunduğum bir hedeftir. Karabağ Ermenilerinin bu deklarasyonunun eski Sovyet anayasası mı, ulusların kaderlerini tayin hakkı mı, yoksa ayrılık çözümü ilkesi ışığında mı yapılacağını belirlemek, Stepanakert tarafından toplanacak ve ARF ile birlikte diğer siyasal partilerce desteklenecek konuyla ilgili uzmanlara kalmıştır (bu Yeravan’ın üstlenmesi gereken bir görevdir). Hukuksal zemin belirlenir belirlenmez, müzakerelerin oturtulduğu mevcut ilkeler ıskartaya çıkacaktır. Zamanla hangi nüansları kazanmış olursa olsun, bu ilkelerin Dağlık Karabağ için de jure bağımsızlık olasılığını hiçbir zaman karşılamadığını not edelim.
Ermenistan ve Karabağ’ın birlikte küçük yüzölçümleriyle kıyaslanmayacak kadar önemli bir jeostratejik konuma dayalı belli bir ağırlık taşıdığı gerçeğini gözden uzak tutamayız. Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığı herhangi bir açıdan başarısız olursa (yani, Stepanakert‘in mevcut yetki alanındaki bölgeye bağımsızlık verilmezse), bunun hem Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa ülkeleri gibi uzakta kalanlara, hem de Güney Kafkasya’ya komşu her ülkede muazzam bir etkisi olacaktır.
Böyle bir durumda, Ermenistan’ın müttefiki ve güya hamisi Rusya’nın kağıttan kaplan olduğu görülecektir. Onun Güney Kafkasya’daki etkisi onarılamaz bir yara alacaktır. Kafkasların kuzey yamacındaki için için kaynayan Müslüman vilayetler, bu durumu bağımsızlık mücadelelerini tekrar başlatma ya da yoğunlaştırma fırsatı olarak görebilirler. Şubat 2014’te başlayacak Soçi Kış Olimpiyatları, şimdiden Çeçen asi lider Doku Umarov tarafından hedef tahtasına konulmuştur. Dağlık Karabağ’ın başarısızlığından en büyük yararı sağlayacak olan Türkiye, Orta Asya’da Rusya (ve İran) ile rekabet etmek için bütün Hazar Denizi’ni içine alacak şekilde Güney Kafkasya’daki ekonomik ve siyasal etkisini genişletmek için elini güçlendirecektir. İran, Türkiye ve Azerbaycan’a komşu kuzeybatı bölgesinde ve Türkmenistan’la sınır kuzeydoğuda muhtemel etnik sorunlarla boğuşabilecektir. Ne var ki, şu anda İran’daki büyük Azeri azınlığı Tahran’la makul bir uyum içindedir. Türkiye’nin büyük Ortadoğu bölgesindeki başlıca rakibi olarak, Ankara’nın gerek Suriye, Irak, Lübnan, gerekse Güney Kafkasya’daki etkisinde herhangi bir artış, İran’ın bölgedeki çıkarlarına doğrudan bir tehdit olacaktır. Ermenistan’a gelince, bu ülkenin Güney Kafkasya’daki etkisi kalıcı biçimde ciddi olarak azalacaktır. Javakheti Ermenileri ve Türkiye’nin gizli Ermenileri de bundan ikincil derecede zararlı çıkabilirler.
Nihayet, Dağlık Karabağ’ın felaket boyutlarına varan kaybının son dalgası, 7.000 azatamartikimizin [özgürlük savaşçıları] ve Hai Tahd’ın [Ermeni davası] itibarının gereksiz kaybı olacaktır. Eğer Dağlık Karabağ başarısız olursa, Ermenilerin Hai Tahd’ı ulaşılabilir hedefler dizisini temsil ettiği için benimsemeyi sürdüreceklerine inanmak gerçekçi olur muydu?
Gelecek 20 yılın Dağlık Karabağ’ın nüfusunu artırıp sosyal ve ekonomik altyapısını iyileştirmeyi hızlandırmak için kapsamlı bir politikadan yoksun olarak geçirilmesine izin veremeyiz. Dağlık Karabağ, sadece Hai Tahd’ın değil ama Ermenistan’ın geleceğinin de anahtarıdır. Uzun süredir diasporada mayreni yergir’lerine [anavatan] geri dönme özlemi yaşayanlar gibi, yeni dış göçmenlerin de bir fırsat toprağı olarak evlerine geri dönüşünü cazip kılabilecek geleceğin sınırıdır burası.
Dağlık Karabağ’ı kalkındıracak böyle bir agresif politikaya Minsk Grubu ya da [ABD] Kongresi Ermeni Grubu’nun nasıl cevap vereceği, tahmin edilip gerektiği gibi tepki gösterilmesi gereken bir konudur. Dağlık Karabağ’ın bağımsızlık ilanının desteklenmesi için güçlü bir hukuksal, ahlaki ve tarihsel görüşün hazırlanması bu nedenle gereklidir. Bakü’ye gelince, bu başkentin uygulamaya koyacağı sadece birkaç sürdürülebilir seçenek mevcut. Bakü, en sonunda gerçekleri kabul edip Dağlık Karabağ’ı komşusu olarak tanıyacak. Eğer bu Aliyev’in kabul edebileceği kırmızı çizgiyi aşarsa, o zaman Aliyev’in geriye kalan seçeneği sık sık tehdit savurduğu gibi orduyu harekete geçirmek olacaktır. Ne yazık ki, Aliyev bile askeri harekatın kara birliklerinin gerçek muharebe şartlarında sadakat ile imkan ve kabiliyetlerinden başlayarak, çatışmaların yeniden başlamasına sivil halkın destek verip vermeyeceğine ve ordusunun ilk 72 saatte Dağlık Karabağ’ın savunmasını yarma yeteneğine kadar birçok bilinmeyenle dolu olduğunu anlaması gerekir. Bu son hedef neredeyse bir gerekliliktir; çünkü çok sayıda ilgili ülkeden derhal ateşkes yapılması yönünde baskı gelecektir.
Kafkasya tarihsel bir barut fıçısıdır. İkinci bir çatışma bütün bölgeyi tutuşturabilecek bir kıvılcım çakabilir. Ne Rusya, İran, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, ne Batı Avrupa ne de çeşitli büyük şirketlerin çıkarları gerek yayılan, gerekse uzun bir çatışmadan yararlanmak isteyebilir - ya da yararlanabilir. Bunun beklenmedik sonuçları Pandora’nın kutusunun talihsiz bir şekilde açılmasına benzeyecektir.
Dağlık Karabağ için agresif bir kalkınma politikası izlemekle karşılaşabileceğimiz herhangi bir tehlike, hayati ulusal çıkarlarımızı korumak için başkalarına bel bağlamanın yol açacağı tehlikeden önemli ölçüde küçük kalacaktır.
Ragıp ZARAKOLU