26 Ağustos 2013
Etnik temelli siyaset, Malazgirt örneğinde de görüldüğü gibi, pekala yapılmış oluyor. "Türkler`e Anadolu`nun kapısını açan" dediğinizde, bu alana adım atmış oluyorsunuz.
“Gençlik ve Spor Bakanlığı, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan büyük kumandan Sultan Alparslan’ın kahramanlığını ve Malazgirt Savaşı’nı binlerce gencin katılımıyla kutlayacak. Sultan Alparslan’ın adını taşıyan 1071 genç ve Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelecek olan binlerce genç, 26 Ağustos 2013’te bu toprakların bizlere vatan olmasını sağlayan Malazgirt Savaşı’nın yapıldığı Malazgirt Ovası’nda buluşacak. Alparslan’ın kıl çadırlarında konaklayacak olan gençler, zaferin 942. yıldönümünde ecdadın hatırasını yerinde yâd edecek.”
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın internet sitesindeki açıklama böyle başlıyor. Muhtemelen iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlar. Hatta eminler. Muhtemelen şu organizasyona yapılan, yapılacak –hayli cılız- itirazları da anlamıyorlar. Neden itiraz ediliyor? “Türkler’e Anadolu’nun kapılarını açan” bir savaş nihayetinde. Zaten bu özgüvenle olsa gerek bu konuda bir de kamu spotu hazırlamışlar. Televizyonlarda yayınlanıyor. Alparslan’ı canlandıran bir genç kılıcına bakıyor, duasını ediyor, oklarını kuşanıp yola koyuluyor. Bunda ne gariplik olabilir ki? Böylece Anadolu’nun “kapıları” Türkler’e açılmadı mı?
Eh, evet açıldı ama bu öyle yoldan yorgun argın gelen bir misafire kapı açmak gibi olmadı. Uzun ve kanlı baskınlardan, yağmalardan, savaşlardan sonra oldu bu. Burada galiba bir miktar durup resmi tarihin bulduğu bu formüllere herhalde –mecburen- şapka çıkartmak gerekiyor. Takriben 1040’ların sonlarında başlayan ve 1060’lar kadar Anadolu’nun doğusunu sürekli bir savaş alanına çeviren Selçuklu baskınlarını göremeyiz mesesela, bu “kapı açılması” formülünde. Oysa 1071, 1071’den ibaret değil. Öncesiyle sonrasıyla Anadolu’nun nüfusunu, demografisini, ticaretini, etnik dağılımını değiştiren bir hamle. Bu hamle ile birlikte bilhassa bölgedeki Ermeni köy ve şehirlerini yıkıma, katliamlara uğradığını da biliyoruz. (1) Evet bunda Ermeni yerleşim bölgelerini tekinsiz bırakan Bizans politikasının da etkisi vardı ancak sonuç değişmedi. Denklem değişti. Resmi tarihin ise buna bulduğu isim –bize de okullarda öğretildiği haliyle- “kapıların açılması” oldu. Pek hoş.
Evet, biliyoruz, resmi tarih böyledir. Kimi durumlarda kavramları yumuşatır (kapılar) kimi durumlarda sertleştirir (mezalim vs) böylece toplumda bir algı yaratır, çoğu zaman da bunda da başarılı olur. Ancak bu öyle üzerinde biraz durup geçilecek bir konu değil. Bilhassa böyle “etnik” meselelerde bu dilin nasıl kurulduğu ve “kurumlaştığı”, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir alan. Ve bunun, muhtemelen AKP’lilerin de itiraz edemeyeceği temel bir gerekçesi var. Ne diyordu Başbakan Erdoğan? “Etnik temelli siyaset yapmayacağız..”
Belli ki Erdoğan ve bir grup AKP’linin kafasında etnk temelli siyaset şu manaya geliyor: İşte “Kürtler yoktur” vs gibi devletçi Kemalizmin argümanları bir kenara bırakılsın, Türkler’in Kürtler’den üstün olduğu gibi argümanlar zaten bir kenara bırakılsın, İslamiyet’in de gerektirdiği gibi kavimcilik vs yapılmasın. Ama buna karşılık tabii Kürtler de öyle her istediğini talep etmesin vs.. Belli ki etnik temelli siyasettten bu anlaşılıyor. Buna mukabil tarihi zaferlere yapılan göndermelerden eksik durulmasın, hatta bunlar artırılsın bilhassa fetihler ve gazalar yeniden canlandırılsın, böylece burada “İslami” tonlar vurgulansın, hatta vurgulamanın ötesinde bunlar referans olsun. (Kimbilir belki de böylece çözüm sürecinde çekmeceye konur gibi yapılan “Türk” vurgusu da başka bir vesileyle yeniden dolayıma sokulsun) “Referans olsun”u bu arada lafın gelişi söylemedim elbette. Son AKP kongresinden beri 1071’in 1000. yılı için özel bir hazırlık yapıldığı sürekli vurgulanıyor, 2071 kuşağını yetiştirmek için zihni hazırlıklar yapılıyor, 2071 yılında Türktiye’ye asıl rengini Malazgirt’in vermesi isteniyor. Üstelik bunda AKP ideologlarına göre Kürtler’in canını sıkacak bir durum yok çünkü savaşta bilindiği gibi bazı Kürt boyları da Selçuklu ordusunun yanında yer almıştı. Özetle Malazgirt duruma göre hem Türk, hem de İslam özelliğinin öne çıkarıldığı, neredeyse bir İsviçre çakısı işlevi görüyor.
Burada belki genişçe bir parantez açılabilir. Çünkü bu Anadolu’ya geliş meselesi 1930’larda Kemalist rejimi de epey meşgul etmişti. O zamanın resmi görüşü ise Türklerin zaten çok önceden beri Anadolu’lu olduğunu ispatlama peşindeydi. Sümerler’i, Hititler’i Türk sayan Güneş-Dil Teorisi meşhurdur. Mesela bu çerçevede Afetinan’a göre “1071 tarihi, İslam olan Türkler’in Anadolulu kardeşlerine kavuşmalarını gösterir..”(2)
Ne diyorduk? Etnik temelli siyaset. Evet sanılıyor ki Kürtler’e laf edilmeyince, “Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Boşnağı, Arabı” diye sayılınca; (bu listeye Müslüman olmayanların girmemesine dikkat edilir ve mümkün mertebe ülkedeki gizli Müslüman hiyerarşi de belli edilir) sonra da “Elbette gayrimüslimler de ülkede huzur içinde yaşayacaktır” diye eklenince (burada da mümkün mertebe millet isimleri zikredilmez, zinhar önceki liste ile bitiştirilmez) etnik siyaset yapılmamış oluyor.
Oysa etnik siyaset, Malazgirt örneğinde de görüldüğü gibi pekala yapılmış oluyor. Her şeyden önce dil zeten kendini ele veriyor. “Türkler’e Anadolu’nun kapısını açan” dediğinizde bu alana adım atmış oluyorsunuz. Böyle şeyler neyi “normal” kabul ettiğinizle de ilgilidir biraz. Türkler’e kapıyı açan savaş, bu ülkede yaşayanlardan kimileri için çok da kutlanacak bir şey değilse ve üstelik bu savaş için yapılan anmada “şehitlik” kavramına (“Gençlik Şuhedanın İzinde”) bilhassa vurgu yapılıyorsa, keza yine bu anmada –burası önemli- tüm kamu imkanları kullanılıyorsa pekala etnik ya da duruma göre dini temelli siyaset yapılıyor demektir.
Ve tabii ülkemizi geçtim, etrafımızda olup bitenlerle ilgili olarak sadece bir dinin, bir mezhebin yaşadıklarına kulak/yürek kabartılıyorsa, orada yaşananlar dışında kalan acılar bir denge politikasına kurban ediliyorsa (bu tabii ülkedeki diğer “siyasetler” için, CHP ve MHP için de geçerli) topluca etnik temelli siyaset yapıyoruz demektir. Bunu “yapmamak” kolay iş değil. Daha gidecek çok yolumuz var.
Neyse, bu kadar teori yeter. Gelin biz yine bugünkü programın ayrıntıları ile bitirelim yazıyı:
“Malazgirt’e gelecek olan gençlerin konaklaması projeye uygun bir şekilde yapılacak. Dönemin atmosferini yaşatmak isteyen Bakanlık, gençleri Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan’ın kıl çadırlarında konaklatacak. Kırgızistan’a şimdiden bin adet çadır için sipariş verilmiş durumda!
Program, tarihteki sürece uygun olarak 26 Ağustos’ta 1071’e ithafen sabah namazının kılınmasının ardından başlayacak. Ovada toplanacak olan gençler, ilginç bir canlandırma ile karşılaşacak. Sultan Alparslan ve Alparslan isimli 1071 genç, şehre giriş yapacak.
Program kapsamında Türklerin önemli bir geleneği olan gökbörü oyunu da canlandırılacak. Gençlerin sevdiği sanatçılar arasında yer alan Mustafa Ceceli ise program çerçevesinde bir konser verecek..”
1-Bu konuda genişçe bir döküm için Rene Grousset’nin “Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi” kitabına bakılabilir. Aras Yayınları, 2005, Çev. Sosi Dolanoğlu. Bilhassa s. 571 ve sonrası
2-1930’ların tezlerinin 1990’larda nasıl yeniden rağbet gördüğü konusunda Suavi Aydın’ın “30’ların tezlerine geri dönüş: Anadolu’da proto-Türkler’in yeniden keşfi” makalesine bakılabilir. Toplum ve Bilim, sayı 96, Bahar 2003