01 Haziran 2013
Sevan Nişanyan’ın bir blog yazısında peygambere hakaret ettiği gerekçesiyle 13 ay hapse mahkûm edilmesine şaşırdınız mı?
Hem evet hem hayır. Evet, çünkü Sevan’ın o sözlerinde ne bir nefret suçu var ne de hakaret. Bunu istediğiniz kadar tartışabilirsiniz. Fakat rahatsız edici sözler söylemek, kötü şakalar yapmak yahut saçmalamak da bir haktır. Ve Sevan’ın sözleri tam olarak bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bazıları bu sözlerde nefret söylemi olduğunu iddia ediyor. Belli ki onlar nefret söylemi nedir bilmiyor. Eğer Sevan sözleriyle belli bir grup insanı hedef alsaydı, örneğin onlara şiddet uygulanmasının gerekliliğinden söz etseydi, şiddeti övseydi, nefret suçu işlemiş olacaktı. Sözleri bu anlamda hiçbir kritere uymuyor.
Soruya ‘Hem evet hem hayır’ diye cevap verdiniz. Bu olayın sizi şaşırtmayan kısmı nedir?
Hayır şaşırtmadı çünkü son dönemde bir trend görüyorum. Yaklaşık bir ay önce neredeyse aynı şey Fazıl Say’ın başına geldi. Ve gelecek hafta bu iki örneğe üçüncüsünün eklenmesi kuvvetle muhtemel. Devam eden bir davanın üçüncü duruşması görülecek Antalya’da. Feminist avukat Canan Arın’ın davası bu. Canan Hanım da dine ve Cumhurbaşkanı’na hakaretle suçlanıyor. Aralık 2011 yılında Canan Arın, Antalya Barosu’nda bir konuşma yapıyor. Kadına şiddet konusunu anlatırken Türkiye’nin en önemli sorunlarından birinin çocuk gelinler olduğunu söylüyor. Çocuk gelin olayının toplumda nasıl benimsendiğini ve normal karşılandığını anlatmak için de birkaç örnek veriyor. Bu örneklerden biri Hz. Muhammed, diğeri de Cumhurbaşkanı. Ne bir hakaret var, ne de özel olarak İslam dini eleştiriliyor. Zaten tarzı öyle değil Arın’ın. Sadece bilinen gerçekleri dile getirmek neden ve nasıl suç oluyor, anlayamıyorum. Canan Hanım’ın iddianamesine bakıyorum, müştekilerin listesi, suç iddiasından daha uzun. Çünkü suç niyetine yazılacak bir şey yok. Her şey anlattığım kadar. Ve İstanbul Barosu’na kayıtlı bir avukat olmasına rağmen savcı ve mahkeme, hakkında yakalama kararı çıkartmış, Canan Hanım aylar sonra ifadesini vermek için sabahın köründe otelinden alınmıştı.
Sevan Nişanyan, Fazıl Say ve Canan Arın davalarını bir bütün olarak mı görmek lazım?
Bence öyle. Dediğim gibi yeni bir trend bu. Yakın zamana kadar eleştirel sözü Türklüğe hakaret sayan 301. madde vardı, şimdi de dine hakaret var. Yani 301. madde kılık değiştirdi, ‘dine hakaret’ oldu. Esas olarak aynı zihniyetin devamı. Eski Kemalistlerin devamı. Ben böyle görüyorum. İstiyorlar ki, vatandaş devletle yahut devletin önemsediği şeylerle ilgili konuşmasın, eleştirmesin. Bu zihniyetin vatandaşa vermek istediği mesaj belli: Haddinizi bilin. Zaman zaman bu mesaj 301 gibi bir maddeyle veriliyor, zaman zaman da dine hakaret gibi son derece muğlak, her sözü kapsamına alabilecek maddelerle. Evet, bu Türkiye devletinin çok eski ve köklü bir alışkanlığı ama AK Parti de bunu büyük bir rahatlıkla devam ettiriyor. Çok büyük bir hayal kırıklığı benim için.
Neye hayal kırıklığı?
Bir tarafta bir savaşı bitirmeye çalışıyorsunuz. Bir barış sürecine girdiniz. Belki de son 30 yılın en büyük siyasi eşiğini aşmaktasınız. Öbür tarafta ne yapıyorsunuz? Bir tarafta barış isterken, diğer tarafta yeni cepheler açıp vatandaşla savaşmaya devam ediyorsunuz. Niye? Polis şiddetiyle 1 Mayıs’ta insanları ezip geçiyorsunuz. Niye yüzlerce kişi hâlâ KCK davasından yatıyor, zayıf delillerle? Niye dine hakaret gibi bir kılıf bulup insanlara dava açtırıyorsunuz?
Onlar mı açtırıyor?
Evet, yargı bağımsız değil mi! Sevan Nişanyan konusunda Bekir Bozdağ’ın dava açılması gerektiğini kameralar karşısında söylediğini duyduk. Dava ondan sonra açıldı. Başka örnekler de var, şimdi sıralamayayım. Burada amaç belli. Devlet şu anda kendisine eleştirel tutum takınan herkesi ve kesimi bir şekilde marjinalleştirmek istiyor. Bazen biber gazıyla, bazen de davalarla. Bu davalar tüm AİHM kararlarına aykırıdır. Demek isteniyor ki, AİHM Türkiye’de ifade özgürlüğü ile ilgili böyle kararlar vermiş olabilir, biz hiç saymıyoruz! Türkiye için farklı kurallar ve ifade özgürlüğünde farklı sınırları mevcuttur. Bunu demek istiyorlar herhalde.
Siz Human Rights Watch olarak AK Parti’nin icraatlarını zamanında desteklemiştiniz diye hatırlıyorum…
Evet çünkü AB sürecinde çok önemli reformlar yaptılar. Ergenekon davasını da destekledik çünkü bir fırsat olarak gördük. Bize göre Türkiye’de insan hakları karnesinin kötü olmasının en temel nedenlerinden biri hesap verebilirlik geleneğinin oturmamış olması, cezasızlığın yaygın olması. Yapanın yanına kâr kalmıyor olsaydı binlerce faili meçhul bugün zamanaşımı eşiğinde olmazdı. Ergenekon davası devlet içindeki suç teşkilatlarını ortaya çıkaracak diye düşündüğümüzden destek verdik. Ben hâlâ anormal, adil olmayan bir dava olduğunu düşünmüyorum. 11 yıldır Türkiye’de davalara giriyor, adil dava standartları (fair trial standards) üzerine çalışıyorum. Bu bakımdan Ergenekon en anormal dava değil, inanın. Öğrencilere açılan davalar daha berbat işliyor. Evet, Ergenekon bir torba davaya dönüştü ve başlangıçtaki amacından saptı. Uzun tutukluluk olayı da biliyorsunuz Türkiye’deki davaların hepsi için ciddi bir sorun, Ergenekon’a özel bir durum yok. Onun dışında bugün barış sürecini başlatmış olmalarını da destekliyoruz. Okuduğum kadarıyla siz de destekliyorsunuz. Birçok insan gibi desteklemeye de devam etmek istiyoruz.
Ne lazım bunun için?
Her dönemeçte somut öneriler getirmek gerekiyor. Yapmadınız, etmediniz demek bizi hiçbir yere götürmez. Özellikle barış sürecinde. Bugün yapılması gerekenler açık ve ortada. Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, seçim barajı, Terörle Mücadele Yasası ve Türk Ceza Kanunu’ndaki bazı maddeler, anadilde eğitim… Koruculuk gibi bir paramiliter sistemi ortadan kaldırmak… Bu değişiklikleri yapmak için anayasayı değiştirmeye gerek yok. Hemen yapabilirler. Bir de tabii KCK tutuklularının bırakılması gerekiyor. Geçen ay KCK basın davasında sadece iki kişi tahliye oldu, üzüldüm.
Daha büyük tahliye mi bekliyordunuz?
Evet. Haziranın ortasında yapılacak KCK ana dava duruşmasının ara kararıyla da büyük tahliye bekliyoruz. Belediye başkanları, insan hakları savunucusu Muharrem Erbey ve diğerleri 3.5 senedir cezaevinde. Bence en büyük test bu hükümet adına. Bu noktada PKK sözünü tutup geri çekiliyorsa devlet de söz verdiği adımları atmalı. Birtakım yargı paketleri çıkıyor. Bu paketler uluslararası basına çözüm getirecekmiş gibi sunuluyor. Fakat sonra görüyoruz ki hiç de öyle sonuçlar doğurmuyor.
Sizin Türkiye’de çalışmalarınızı daha yoğun ve hızlı olarak yapmak için bir ofis açma planınız olduğunu duymuştum, ne oldu?
Evet, Human Rights Watch olarak İstanbul’da bir ofis açmak istiyoruz. Başbakan’dan randevu talebinde bulunduk. Kendisine barış sürecini sonuna kadar desteklediğimizi belirten bir mektup gönderdik. Bir ofis açmak istediğimizi ve bu yüzden görüşmek istediğimizi belirterek randevu istedik. Maalesef cevap gelmedi. Bu başvuru sürecinde bir danışman ise bizi şöyle bilgilendirdi: “Türkiye ile ilgili işlerinize değer veriyoruz ve işbirliğini ilerletmek isteriz. Fakat bazı değerlendirmeleriniz ve basın özgürlüğü ile ilgili raporlarınız büyük resmi ıskalıyor ve siyasi muhalifler tarafından manipüle edilerek siyasi kazanca dönüştürülüyor.” Şaşırdım kaldım.
Ben hiç şaşırmadım maalesef…
Kendine güvenen liderler eleştirileri fayda sağlayacak araçlar olarak görürler. Üstelik de biz, insan haklarının gelişmesi dışında hiçbir amacı ve menfaati olmayan bir örgütüz. Elbette eleştirilerimiz olacak. Zamanında övgülerimiz ve desteğimiz olduğu gibi. Her ülkede böyle çalışıyoruz. Her eleştiriye bir şekilde ceza kesilmesi, Türkiye’ye yakıştıramadığım bir durum.
28 ŞUBAT DAVASI TETİKLEYEBİLİR
Faili meçhullerle ilgili çok kritik günler geçiriyoruz. Zamanaşımı yaklaşıyor ve bu işletilirse birçok olay için soruşturma dahi açılmadan kapanabilir. Gerçi, Eşref Bitlis soruşturmasında zamanaşımının söz konusu olmayacağını basından öğrendik. 28 Şubat davasında delil olarak sunulan ölüm listelerinin ise faili meçhullerin aydınlatılmasında faydası olabileceğini düşünüyorum. 28 Şubat’ın faili meçhul davalarını tetikleyebilir.