Samatya’da yaşananların anlamı - Gündem
25 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ցրօն / Ժամ : Լուսափայլ

Gündem :

31 Ocak 2013  

Samatya’da yaşananların anlamı -

Samatya’da yaşananların anlamı Samatya’da yaşananların anlamı

1915’te baba tarafımızın yarısını katliamlarda kaybetmişiz. Sivas ve Tokat arasını mesken tutmuş, değirmencilik yapan Markar Ağa, yani büyükbabam, stratejik bir ürün olan un tedariki ve ekmek yapımı işiyle uğraştığı için hayatta bırakılmış. Büyüklerin anlattığına göre, kâhyalığını yaptığı Halis Ağa’nın da bunda katkısı olmuş. 1915’ten sonra Mustafa Kemal o meşhur inkılâplar döneminde muhalifleri astırırken, Halis Ağa da idam edilivermiş. Bunun üzerine endişeye kapılan büyükbabam, tası tarağı toplayıp Ermenistan’a göçmüş. İşin bu kısmı çok uzun. Ermenistan’da tutunamayıp geri dönmüşler, ama Sivas’a değil, İstanbul’a. Daha güvenli olduğu ve Sivas’taki malvarlıklarını yitirdikleri için. Babam İstanbul’a indikleri gün doğmuş. Yıl 1929, aylardan mayıs.

Büyükbabam saf bir taşra adamı olarak tüm parasını etrafını saran dalkavukların dolandırıcılık maksatlı iş girişimlerinde yitirmiş. Kurtuluş’ta kapıcılık yaptığı dairede babam altı yaşındayken büyük bir sefalet içinde ölmüş. Babamın hayatı, altı yılda çok zengin bir ailenin, bir ağanın oğlu olmaktan bir yoksul yetime doğru hızlı biçimde çizilmiş.

Babam sonra epey zengin oldu, tırnağıyla kazıya kazıya yaptı bu serveti. Ama okuyamamış olmanın ona verdiği acı ve fakirken çektiği sıkıntıları hiç unutmadı. Bu arada iş hayatında Ermeni olmaktan ve Aram Esayan olarak kendini eğmeden bükmeden ortaya koymaktan ötürü büyük bedeller ödedi. Çoğu Ermeni iş yaparken adını değiştirmek zorunda kalıyordu o zamanlar. Hâlâ da biraz öyledir. Bunu da derin devlet yapmıyordu tabii. Ama devletin Ermeni kelimesine duyduğu öfke ve Vakıflar Genel Müdürlüğü, Yargıtay ve Ermeni Masaları gibi kurumlar üzerinden yaptığı azınlık malları talanı, “kötü” komşularımıza da epey olanak ve ilham veriyordu. Babam bu engelleri hem cesareti, hem de insan sevgisi ile aşmaya çalışıyordu. Annem bir Müslüman’dı. Yaşadığı tüm ayrımcılığa rağmen babam milliyetçi bile sayılmazdı. Takıntılı bir yardımseverdi ve bunu Ermeni, Türk, Müslüman ayrımı yapmadan, gizlice yerine getirirdi.

Onun istediği sadece Ermeni olarak onurlu ve güvenli bir hayat geçirmekti, o kadar. Tüm Ermenilerin isteği de buydu. 1915 öncesi ve sonrası, başka bir derdimiz olmadı. Ermeniliğini çiğ bir lokma gibi içimize atıp yutmadan, adımızı saklama gereği duymadan, linç edilmeden, yağmalanmadan, namusuna göz konmadan, aşağılanmadan yaşamaktan başka bir derdi yoktu babamın. Bunu da dik durarak, eğilip bükülmeden yapmak istiyordu. Yaptı da. Ama hangi bedelle?

Cemaatin önde gelen bir zengini olarak, devlet tarafından kıstırılmış, mallarına el konmuş, fakirleştirilmiş cemaat vakıflarının başkanlığını yaptı. Tuttuğunu koparıyordu. Halıcıoğlu Ermeni Mezarlığı’nı işgalden kurtarma görevini Rahmetli Patrik Şınork Kalustyan ona verdiğinde, 1970’li yılların sonu gibi tehlikeli bir dönemde hayatını ortaya koyarak 16 tane gecekonduyu yıktırıp mezarlığı ortaya çıkararak yerine getirdi. Bizim çocukluğumuz o mezarlıkta babam ağaç dikerken, baskına gelenleri baltayla kovalarken, oynayarak, korkarak, su yalaklarında yüzerek geçti. Rahmetli annem de onun en yakın destekçisiydi tabii.

Bir gün babamı kaçırdılar. Biz sonradan öğreniyoruz, çünkü biz korkmayalım diye hiçbir şey hissettirmemişlerdi.

Keleşli iki sivil babamın arabasının önünü kesmişler. “Seni öldüreceğiz, ama önce ıssız bir yere gidelim” diyerek Bursa tarafına direksiyonu kırdırmışlar. Issız bir yerde bir çeşmenin yanında araba durmuş. Babama epeyce işkence ettikten sonra infaz pozisyonuna getirmişler, keleşi kafasına dayamışlar. O ölümcül anlardan sonra “Bu sana ders olsun” diyerek oradan uzaklaşmışlar.

Dersin konusu belliydi. Başına geçtiği cemaat kurumlarını güçlendiriyordu. Bu, azınlıkları çökertmek isteyen devlet aklının tiksindiği bir durumdu.

İçkisi, sigarası olmayan, yüzücü, sporcu babam Levent’teki o ünlü İkinci Şube’ye gidip gelmekten, asılsız ihbar mektuplarıyla uğraşmaktan ve tehdit almaktan hastalandı sonunda. Ecelsiz öldü. O sadece bir esnaftı. Sıradan bir Ermeni’ydi. Devlet bu adama bunu yaptı.

O nedenle, Samatya’daki ruh hâlini önemseyiniz. O yaşlı Ermeni kadınların yataklarında huzurla ölme arzusunu yerine getirmeyen bir devlet devlet değildir. 85 yaşındaki Maritsa Küçük’ün boğazının kesilerek ölmesinin, diğer yaşlı kadınların darp edilmesinin nedeni ne olursa olsun, Ermeni olmanın bu ülkedeki her Ermeni için hâlâ ne kadar tehlikeli ve yakıcı bir şey olduğunu görün. Kaldı ki, Ermenilerin sığındığı bir semtte, aynı cadde üzerinde aynı yaşlarda Ermeni kadınlar hedef alınıyorsa, bunun valinin temennisi dışında ırkçı bir yönü olmadığını düşünmek biraz zor gibi. Birey veya derin devlet, fark eder mi? Siz suçluları bulun önce.

Bu ülke bir günde değişmeyecek. Bu olaylara verdiğimiz tepki ve devletin tavrıyla olacak bu. Herkes gibi basit bir arzumuz var; Ermeni olarak korkmadan, ensemize bir kurşun sıkılmadan yaşayalım ve yatağımızda huzurla ölelim.

Bu kadar basit.


mesayan@markaresayan.com





Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+