29 Ekim 2012
Çok acil ve önemli olan ve çözümü için Tanrı’ya sığındığımız bu konuya göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı öncelikle çok teşekkür ederim.
Garip, hayret verici bir hikâye bu ve sülalemizin yaşlılarından duyduğum kadarıyla şöyle geçmiş…
Sevgili okurlar, biz Tigranakert’li (Diyarbakırlı demek istiyor, Diyarbakır şehri, Ermeniler tarafından sürekli olarak, yakında bulunan Tigranakert’le özdeşleştirilmiştir- çev. notu) bir Ermeni aileyiz ve bildiğiniz gibi Ürdün’ün Türkiye’den uzak olması sebebiyle az sayıda Ermeni, 1915 Soykırımında Ürdün’e ulaşmış, bunların büyük bir bölümü Ürdün’ün kuzey bölgeleri ve başkent Amman’a yerleşmiştir. Biz ise, kaderin bir cilvesiyle ülkenin güneyinde bulunan Maan şehrine sürülmüştük. İki-üç aileydik, ülkenin güneyinde yarı çöl iklimi hâkim olup, sakinleri İslam Bedevilerden oluştuğu, aralarında Hıristiyan bulunmadığından dolayı kuzeye göçüp, Kudüs ve Amman gibi, Hıristiyanların bulunduğu şehirlere yerleşmeye karar verdik. Sadece, orada büyüyerek, ardından da İslam’ı kabul eden ve Müslüman bir kızla evlenerek çocuk sahibi olup, aile kurarak, mecburen Arap çevresine uyum sağlayan büyükbabam güneyde kalmaya devam eder.
Torunların dünyaya gelmesiyle aile büyür. Çocuklar ve torunlar, büyükbabanın hikâyesini duyarak, dedelerinin Ermeni olduğunu ve Ermenice ismini öğrenir. Üstelik bu kadar da değil, büyükbabamın babasının ve büyükbabasının isimlerini de öğrenirler. Büyükbabamın adı Artin Hagop Mardo Dinkçiyan’mış, fakat İslam’a geçtikten sonra Şükrü Artin adıyla tanınmaktaydı.
O günlerde hiç kimse bu hikâyeye önem vermemişti, çünkü insanların tek derdi çocuklarının ve ailelerinin geçimini sağlamaktı… Yaşam patırtısı içinde kökenimiz kaybolmuş, Ermeni ismimiz kaybolmuş, fakat her birimizin içinde yükselen bir vicdan çığlığı, aile ağacımızın kalın köklerinden çıkıp, dallarına ve yeni filizlenen tomurcuklarına yayılarak bizi sert bir şekilde sarsmış, anlaşılır ve anlaşılmaz bir çığlıkla, olduğumuz olmadığımızı… olduğumuzu sandığımız olmadığımızı… “Siz başka insanlarsınız… kökleriniz Tigranakert’e kadar uzanıyor… işgal altındaki Batı Ermenistan’a kadar… atalarınızın mezarları orada, onların tahrip edilmiş ve yıkılmış mezar taşları üzerinde haç var, üzerlerinde İsa’nın duası kazılıdır, mezar taşlarından birinde “Burada, Tigranakert’te doğup ölen Hagop Dinkçiyan istirahat etmektedir”,- diye yazmaktadır. Daha büyük bir haça sahip olan, dörde bölünmüş ve toprak altında kaybolmuş bir başka mezar taşının parçaları üzerindeki yazının sonunda şöyle yazılıdır, “Burada istirahat eden Mardiros Dinkçiyan, Tigranakert’te doğmuş ve haysiyetli bir şekilde toprağa verilmiştir…”. İşte, bize kalan miras budur… sizin hikâyeniz budur… sizin kimliğiniz budur… çocuklarınız ve torunlarınız orada… kökleriniz orada… Dinkçiyan sülalesinin naaşları orada… akrabalarınızın kemikleri orada, Tigranakert toprağı onların kutsal kanıyla boyanmış, onların acılı çığlıkları Tigranakert’in kalelerinin kayaları ve surlarının üzerinde kaybolmuştur… siz, olduğunuz değilsiniz… siz başka insanlarsınız… evet, tarif edilemez bir caniliğin kurbanı olmuş, insanlığa yönelik işlenmiş dile getirilemez, korkunç bir haksızlığın kurbanı olmuş başka insanlarsınız…,- diye haykırmıştır.
Büyükbabamın babası Hagop Dinkçiyan’ın Tigranakert’te bir değirmeni varmış. Büyükbabamın kız kardeşlerinden duyduğum kadarıyla, sülalemizin büyüğü Hagop Dinkçiyan varlıklı bir insanmış, Tigranakert kalesinin karşısında iki katlı bir evi varmış, inekleri, atları ve değirmeninde çalışan işçileri varmış.
Büyükbabam, Artin Hagop Mardo Dinkçiyan, ancak Allah’ın bildiği, inanılmaz ağır ve zor bir yolculuktan sonra, 1918’de Ürdün’e varır. Tigranakert’ten başlayarak Halep, Lübnan, Şam ve Ürdün’e uzanan çilekeş sürgün yoluna mucize eseri dayanır.
Büyükbabam, annesi Anna Sargis Hamamcıyan ve kız kardeşleri Hayganuş, Nıver ve Lafonten’le birlikte Ürdün’e varır. Kendilerine dayıları Garabet Hamamcıyan eşlik etmektedir. Dinkçiyan sülalesinin büyükleriyle olan bağımız kesilmişti, daha sonra bazılarının ABD’ye göçmüş olduklarını duyduk. Büyükbabamın halası Lusina Dinkçiyan, o günlerde evlenerek Türkiye’de kalır, daha sonra ise Yunanistan’a taşınırlar. Onların da izlerini kaybettik…
Şimdi, tüm Ermeni halkına, özellikle de Tigranakertli Dinkçiyan’ların haleflerine başvurarak, iç dünyamızın derinliklerinde gürleyen ve vicdanlarımızı sarsan haykırışı dindirmelerini rica ediyorum. Bizim hepimizin içinde fırtınalar koparan ve yankılanan bu feryat, aile ağacımızın kalın köklerinden yayılarak, en narin, en taze dalları ve filizlerine ulaşmakta, bizi sertçe sarsarak, bizim için hem anlaşılır, hem de anlaşılmaz olan bir dille yalvarmaktadır “Siz olduğunuz değilsiniz, siz olduğunuzu sandığınız değilsiniz… Siz başka insanlarsınız… Bugün, kim olduğumuzu bildikten sonra, akrabalarımızın da kimler olduğunu bilmek istiyoruz…
Ben, Mustafa Dinkçiyan veya büyükbabam Artin’in kız kardeşi Nıver tarafından adlandırıldığım şekliyle, kalın kafa Dikran Dinkçiyan, Nıver bana “inatçı Dikran, inatçı Dikran” dediğinde bunun anlamını anlamamış, ancak bugün bu “inatçı” adlandırmanın tam anlamını anlayarak, “inatçı Dikran’ın”, vicdanımı sarsan haykırışı oluşturan unsurlardan biri olduğunun bilincine vardım…
Lütfen, akrabalarımı bulmama yardım edin…
İsmimi buldum… soyadımı buldum… şimdi de akrabalarımı bulmak istiyorum…
Sınırsız sevgi, özlem ve sabırla bekliyorum sizi, sevgili akrabalarım…
Çilesi, İslamlaşmış Ermenilerin çilesi olan…
Acısını ve çilesini kimsenin anlayamayacağı…
“İnatçı” evladınız
Dikran Dinkçiyan
Arapçadan Ermeniceye çeviren
Salbi Kasparyan
Ermeniceden Türkçeye çeviren
Diran Lokmagözyan
http://www.aztagdaily.com/archives/90430