02 Haziran 2012
Tehcirden sonra 207 haneli Ermeni köyüne civar yörelerden Kürt köylüler yerleştirildi. Tarih bir anlamda silinip giderken, Ermenilerden geriye evler ve mimari harika çeşmeler kaldı.
Otobüsümüz, eski Palu yolunun başındaki tarihi köprüde durdu. Agos gazetesi yazarlarından Sarkis Seropyan, tarihi köprüden geçip eski Palu’nun tepede görünen kilisesinin kalıntılarına doğru yürüyeceğimizi söyledi.
Türklerin Murat, Ermenilerin “Arazani” adını verdikleri nehir, 97 yıl öncesinin haşmetiyle akmaya devam ediyordu. Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin’in 95 yaşında ölen anneannesi Seher’in anılarındaki nehir ve kilise işte burasıydı.
1915 Ermeni Tehciri’nde Habap köyünden çıkan kafile Palu’ya geldiğinde kadınlar bu kiliseye kapatılmış, erkekler ise alınıp götürülmüşlerdi. Fethiye’nin anneannesi Seher, gerçek ismiyle Heranuş da bu kiliseye kapatılan kadınlar arasındaydı.
Birbirlerinin sırtına basa basa kilisenin penceresine ulaşan kadınlar felaketi gördüler. Erkekler öldürülüp Murat suyuna atılıyordu.
Heranuş, Elazığ’ın Kovancılar ilçesine bağlı Habap köyündendi. Babaları, 1913 yılında ABD’ye gitmiş, ailenin geri kalanı da sürgüne gönderilen kafiledeydi.
97 yıl sonra yüzleşme
97 yıl sonra 27 Mayıs Pazar günü Habap Camii’nin minaresinden öğle vakti şöyle bir Kürtçe çağrı yapıldı:
“Gele Gündiyan, Ki xwarin çekiriye, bila seat duduyanda germ bike u bine camiye...”
Çağrının Türkçesi şuydu: “Sayın Köylüler,
Her kim yemek hazırlamışsa lütfen saat ikide ısıtarak camiye getirsin...”
1915 yılındaki tehcirden sonra 207 haneli Ermeni köyü Habap uzun yıllar sessizliğe terk edildi. Daha sonra civar yörelerden Kürt köylüler yerleştirildiler. Tarih bir anlamda silinip giderken, Ermenilerin bıraktıkları evler, kiliseler ve mimari harikası olan çeşmeler kaldı.
Bu köyde doğan ve şimdi Almanya’da yaşayan Adnan Dindar, yıllar sonra doğup büyüdüğü sokaklarda dolaşırken kilisenin yanında durdu. “Kiliseye girer ve duvarlarındaki kireçlerden yerdik. Sararan yüzlerimize kan geleceğine inanırdık... Bu eski bir Ermeni âdetiymiş sonradan öğrendim. Burası samanlık olarak kullanılırdı. Şimdi kendi tarihimle yüzleşmek için buradayım...”
Fethiye Çetin
Fethiye Çetin, anneannesi Heranuş’un köyü Habap’ı bulduktan sonra, Ermenilerden kalan izlerin peşine düştü. Yıkılmış, kullanılamaz hale gelmiş çeşmelerden yeniden su aktığını hayal etmeye başladı. Yaraların sarılmasına yardımcı olabilirdi çeşmelerin hayata dönmesi...
Fethiye ile birlikte Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a gidip, çeşmelerin restorasyonu projesine destek vermesini istedik. Verdi de...Onun bu maddi desteği, projeninin genel olarak desteklenmesi için teşvik edici bir etki yaptı...
Hayal sonunda gerçek oldu. Fethiye Çetin, çeşmelerin yeniden suya kavuşmasını halay çekerek kutladı.
“Anneannem Heranuş” diye başladığı sözlerini gözyaşlarıyla sürdürdü. Bunun kendi geçmişiyle, doğup büyüdüğü ülkenin geçmişiyle bir yüzleşmeye vesile olmasının mutluluğu içindeydi.
Proje Hrant Dink Vakfı’nın bir projesiydi. Zeynep Taşkın, Vakıf adına bu projenin gerçekleşmesi için büyük çaba gösterenlerin başında geliyordu. Habap muhtarı Hayati Yarmadelen’in ve köylülerin gönüllü katkıları da işlerin hızla yürümesini sağlamıştı. Kovancılar Belediye Başkanı Bekir Yanılmaz da her türlü desteği esirgememişti. Kovancılar Kaymakamı Selçuk Arslan ortaya çıkan kardeşlik projesinin bir parçası olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Habap çeşmeleri belki de bir ilkti. İlk kez sivillerin başını çektiği bir inisiyatif, 1915’le başlayan acı yılları anıyor, Anadolu’nun orta yerinde, acıların yaşandığı bir mekânda, “dostluk ve kardeşlik” için, tarihimizle yüzleşmeyi gerçekleştiriyordu. “Kardeş Türküler”in müziği çeşmelerin başında su seslerine karışıyordu.
Köylüler hazırladıkları yemekleri yüzlerce misafire ikram için koşuşturdular.
Buluşmanın en etkili konuşmasını Rakel Dink yaptı. Fethiye Çetin’in anneannesi Heranuş’un yaşadıkları onun dilinde bir destana dönüştü:
Hrant Dink yüzleşme meşalesini elimize tutuşturdu. Biz burada onun meşalesini bu çeşmelerin sularında birleştirdik..
Neleri fısıldadılar? Acılarını, özlemlerini, kayıp ettiklerini, ellerinden alınanları, sevdiklerinden nasıl bir vahşetle koparıldıklarını fısıldadılar...
Olmayan kültürlerini, acılarını ve hiç kullanamadıkları dinlerini, dillerini fısıldadılar...
Kesin ağlayamadılar bile...
Gerçek isimleriyle bir daha kimse seslenmedi onlara...
Belki de fısıldayamadılar, boş gözlerle baktılar...
Aslında bakamadılar da...
Yeniden varolmak için
silindiler, yok oldular, yaşarken öldüler...
Sıra torunlarda...
Kılıç artıklarının tamamen yok olmaması için görev torunlara düşüyor.
Araştırın, okuyun, yazın kendi geçmişinizi öğrenin...
Geçmişinizle yüzleşirseniz hem onları hem kendinizi özgürleştirirsiniz...
Yüzleştikçe insanlaşıyoruz...”
Rakel ve Fethiye’nin birbirlerine sarılmalarıyla büyük acı yeniden paylaşılıyordu...