02 Haziran 2012
1915 felaketinden sonra Ermenilerden geriye, yakılmış, yıkılmış, talan edilmiş evler ve odalık, besleme ya da evlatlık olarak alıkonmuş ‘kılıç artıkları’ kaldı. İşte bunlardan biri de benim anneannemdi; Havavlı Gadaryanlardan İsguhi ile Hovannes’in kızı Heranuş... Diyarbakır’a bağlı Çermik’te, Hüseyin Onbaşı’nın evlatlığı Seher olarak büyüdü, evlendi, çocukları, torunları oldu. Bir gün torunlarına, yıllardır içine mırıldandığı, insanın yüreğini yakan hikâyesini anlattı.” GirizgâhFethiye Çetin’den.
2004’te Anneannem kitabını yayımlamasının akabinde Habablılardan (carî adı Ekinözü, Ermenice diğer adı Havav) gelen taleplerden biri de köyde ayakta kalan Ermeni yapılarının ve özellikle nadir görülen çok gözlü çeşmelerin onarımı oluyor. “İşte o andan itibaren hayal kurmaya başladım. Bu çeşmeler restore ettirilmeliydi, berrak ve lezzetli suları tekrar gürül gürül akıtılmalıydı. Hunharca öldürülmüşlerin, yerinden yurdundan edilmişlerin, dönüp de onca değer verdikleri çeşmelerinin suyundan bir daha içememişlerin, Heranuş’ların, Maryam’ların, Horen’lerin ruhuna değsin diye; onlar içemedi ama torunları içsin diye...”
İşte geçen hafta sonu Ekinözü köyündeki Habab Çeşmeleri’nin açılışı yapıldı. Yurtiçi ve yurtdışından, civardan ve köyden, enva-i çeşit insan Habab’da aynı sudan içti. Hatırı sayılır kalabalıkta Fethiye Çetin’in adını ettiği pek çok torun vardı, buradan ve savrulup gittikleri oralardan.
Anadolu kırsalında Ermeni, “define” çağrıştırır. Dolayısıyla bu her anlamdaki “yenileme” veya “tazeleme” çalışması da kolay olmamış. Ama ekibin metaneti, yerel otoritelerin katkısı, yerel halkın vicdanı ve esas işin köylüyle birlikte yapılması sayesinde sorunlar ardı ardına çözülmüş.
Habab’a giderken bölgenin eski zamanda en önemli kenti Harput’a, dönüş yolunda ise eski Habab’ın bağlı olduğu Palu’ya uğradık. Her iki ilçe de asırlardır ve 1915’e dek pek çok farklı ve birbirini takip eden bölgesel güçlerin merkezleri olmuş. Farklı din veya dile sahip olanlar, farklı ırka ait olanlar paylaştıkları topraklarda farklılıklara rağmen daima birbirlerinden beslenmiş. Halefler, seleflerin eserini yıkmamış âbâd etmiş. Ta ki anlatı ulus temelinde yeniden inşa edilene kadar. Ulus-devlet kırmızıçizgiyi çeker, olmadı yok sayar.
Harput/Palu bir yanda Elazığ/Yeni Palu diğer yanda, buna iyi misaller. Harput’ta camiler dışında taş üstünde taş kalmamış ve taşlar 19. yüzyıl ortasında ovada kurulan, hiçbir özelliği olmayan Elazığ’ın evlerinde kullanılmış. Palu’da yıkıma 1940’larda İnönü döneminde karar verilmiş ve Murat Suyu kenarında kişiliksiz ve depreme dayanıksız bir Yeni Palu kurulmuş.
Harput’un aksine Eski Palu’da epeyi bir kalıntı var. Bunlardan en dikkat çekicisi Murat Suyu üzerindeki antik köprü. Ne zaman Anadolu’nun doğusunda bir eski esere rast gelsem bu, genelde, ne hikmetse Artuklu, Akkoyunlu, Bizans, Karakoyunlu, vs... eseridir. BDP’li belediyelerin dışında Anadolu’nun kadim Hıristiyan halklarından söz eden bir broşür, tanıtıcı levha, tarihçe bulamazsın. Köprü de erken Cumhuriyet döneminin bu hafıza mühendisliğinden payını almış. Adı Artuklu Köprüsü!
Hâlbuki İsa’dan önce 95 ilâ 55 yılları arasında hüküm sürmüş Ermeni Kralı Büyük Dikran’ın döneminde yapılmış ve İpek Yolu’na dâhil bir geçit. Bölgenin egemeni olan her güç bu stratejik köprüyü onarmış, geliştirmiş, kullanmış. Köprübaşındaki uyduruk levhada yazmayan tüyler ürpertici bir hikâyesi de var: Soykırımda Habab da dâhil Palu nahiyesi erkeklerinin kafaları köprü üzerinde vurulduğundan adı “Kanlı Geçit” kalmış. Restorasyon çalışmasının orijinaline sadık kalıp kalmadığı tartışmalı zira 20. yüzyıl başında alınmış fotoğraflar hiç bugünkü haline benzemiyor. Ciddî kaynaklar bölgedeki Artuklu dönemi eserleri arasında böyle bir köprü saymıyor!
Anneannem çalışması bir asırdır süren bütün devletli çabaya, inkâr ve tahrifata rağmen soykırımın canlı kanıtlarının ilk örneğiydi. “Habab Çeşmeleri”nin yeniden hayat bulması ise Ermeniliğin gözden ırak diyarlardaki kalıntılarının ilk kez kamusal bir boyut kazanması demek.Geçen pazar 1915’e kadar Ermeni bugün Kürt köyü Habab’da Kürtçe ve Türkçe ile birlikte Ermenice de konuşuldu.
Kaybettirilen hafıza ve bilgiyle anca birkaç yıldır haşır neşiriz. Habab, ruhu altüst eden o tanışma, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşmelerin en yoğunlarından biriydi. Habab Çeşmeleri’nin suları gibi hafıza da gürül gürül geri geliyor Anadolu’ya. Hiçbir kötülük unutulmuyor. Geçmiş zamanın güzellikleri artık hatırlanıyor. En kudretlinin dahi önünü alamayacağı bir dinamik bu. Habab’da Rakel Dink’in İncil’den aktardığı gibi: “Kulaklarda fısıltı ile söylenen her şey bir gün damlarda bağırılacaktır. Bugün o fısıldananları bu çeşmenin damında seslendirmeye geldik.”