03 Mayıs 2012
Türk milleti tarih sahnesinde uzun süre yaşayan milletlerden biridir. Sadece Osmanlı Devleti ile tarih sahnesinde yedi yüz yıldan fazla hüküm sürmüş, yaşamış bir uygarlığımız var. Suriye, Irak, İran, Ermenistan ve Gürcistan, Ukrayna, Kırım, Rusya, Bulgaristan, Yunanistan ve Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerimizi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini irdelemeden anlamanın, yorumlamanın ve sağlam bir zemine oturtmanın imkânsız olduğunu düşünüyorum.
Avrupa birliği ülkeleri halkları tarih içinde temasta bulunduğumuz haçlı seferleriyle Anadolu’dan Kudüs’e kadar defalarca savaştığımız insanların torunlarıdır. Zannetmeyin ki geçmişi unutsunlar. Kıta ötesinden ABD başkanları İslam topraklarına kendi ürünleri diktatörlere yapacakları bir saldırıda bile haçlı seferlerinden –kutsal seferlerden bahsetmesi pek de tesadüf olmasa gerekir. Bir bilinçaltının tezahürü gibi geliyor bana. Bu ülkeler, 20. yüzyılda ülkemize işgalci olarak geldiler bizi kendi içlerinde asimile edemeyeceğini bildikleri için AB ye almak istemiyorlar. İslamın hızla yayıldığı, Müslümanların çoğaldığı bir Avrupa’ya tahammülleri yok. Ülkelerin koruma hinterlandı onu idare eden siyasetçilerinin ufkuna bağlıdır. Kimisine göre hemen sınırından, kimine göre komşu ülkenin sınırından, kimine göre de bölge ve tüm dünya coğrafyasını kapsar. Avrupa Balkan ülkeleri ve güneyde dün idaremiz altındaki topraklardaki yönetimlerle olan sorunların temelinde yatan neden de Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden beri süregelen içten içe hesaplaşma arzusundan başka bir şey değildir.
Zor zamanda kiraya verilmiş olan Kıbrıs İngilizleri marifetiyle Rumlara peşkeş çekilmiştir. Zorba bir anlayışın ürünü olan İttihat ve Terakki Fırkası tarafından Osmanlı Devleti, Kasım 1914’de 1. Dünya Savaşı’na sokulmuş, Osmanlı toprakları 3 koldan istila edilmiştir. ‘Batıda İngilizler ve Fransızlar Çanakkale’yi zorlamaktadır. Doğuda Rus orduları Doğu Anadolu’yu istila etmektedir. Güneyde ise İngilizler Süveyş Kanalı harekâtını başlatmaktadırlar’. Ermeniler işte tam bu sırada isyan ve katliama girişirler. Bütün bu olup bitenlerin arkasında o tarihlerde İngiltere, Fransa ve Rusya vardır. Bu gün de tüm Hıristiyan dünyası Ermenilerin arkasındadır. Osmanlı Ordusu, karşısındaki ordudan değil, gerisinde bıraktığı Ermeni düşmanlığından çekinir hale gelir. Artık Tehcir’den başka çare yoktur. 1915 senesi başlarında Ermenilerin tehciri zorunluluk haline gelmiştir. İçişleri Bakanı Talat Paşa, bölgede huzuru sağlamanın tek çaresi olduğu halde yine de “Tehcir” kararı almamak için direnir. Ordularımızın cephe gerisinde Ermeniler tarafından arkadan vurulmasını önlemek için Tehcir Kanunu çıkartır. Ermeniler savaş sahasından savaştan uzak yerlere nakledileceklerdir. Tehcirin anlamı göç ettirmektir.
Aradan geçen yıllara rağmen batı dünyası temcit pilavı gibi her fırsatta önümüze iki konuyu Kıbrıs ve Ermeni meselesini çıkarmaya devam etmektedirler. Bu konular taviz ve müzakerelerle çözülecek konular değildir. Ekonomik ve askeri gücün varsa bu konular kendiliğinden çözülür. Kıbrıs’ta daha önce Türklere yapılan katliamlara karşılık Lefke ve Limasol talep edilse, Ermenilerden savaşlarda arkamızdan vurarak, iç isyanlar çıkararak yüz binlerce insanımızı katletmelerine mukabil, elli milyar dolar tazminat ve sınırdan itibaren yüz kilometrelik bir toprak talebimiz olsa. Karabağ işgali ve zulümleri ayrıca değerlendirilse. 1970’li yıllarda Avrupa ülkeleri ile ABD den destek alan Ermeniler Türk diplomatlarına karşı suikastlarının çoğunu demokratik batı ülkelerinde düzenlendiler. Ermeni teröristler Amerika, Avrupa ve Avustralya’da lojistik destek buluyor, daha kolaylıkla eylem yapıyor ve buralarda çoğu zaman cezasız kalıyor ya da hafif cezalarla kurtuluyorlardı. İşgal yıllarında suç ortaklığı yaptıkları Ermeniler cinayetlerinin birçoğunu Paris’te işlediler. Diplomatlarımıza Fransa, Yunanistan, İsviçre, Portekiz, Hollanda, Avusturya, İtalya, İspanya, Yugoslavya, Belçika, Bulgaristan ve Danimarka’ da yapılan 28 saldırıda, 37 ölmüş, 78 diplomatlarımız yaralanmıştır. Yine diplomatlarımıza ABD/Santa Barbara, Kanada’’da yapılan 6 saldırıda,5 ölü,2 yaralı, İran, Lübnan, Irak’ta yapılan 9 saldırıda, 8 diplomatımız ölmüş,2 diplomatımız yaralanmıştır. Bunlar için tazminat haklarımız saklı tutulmalıdır. Onlarca ülke, olmayan Ermeni soykırımını tanımış ve soykırım anıtları dikmişlerdir.
Bir tarafta Türkiye’nin sürekli başını ağrıtacak girişimler. Şimdi bunu niye yazıyorum. Türkiye güçlü olursa hiç kimse Ermeni meselesi yok Kıbrıs meselesi diye karşımıza çıkamaz. Bakın binlerce yıllık medeniyeti olan Bağdat yerle bir edildi, müzelerindeki eserleri resmen çalındı, milyonlarca insan katledildi. Libya’ya bakın, Sudan’a bakın petrolü için ikiye bölündü. Afganistan ortada, İran nükleer enerji santrali için yapılan baskıya bakın. ABD’nin yüz yirmi civarında nükleer santrali var, Çinin, İsrailin nükleer silahı bile varken, Fransa’nın, İngiltere’nin Rusya’nın ve daha birçok ülkenin nükleer gücü varken İran’da olmasın diye yapılan baskılar mantıklımı sizce. Avrupa ve ABD sömürgeci emperyalist mantığıyla menfaatinin nerde başlayıp nerede bittiğine bakar. Demokrasi, insan hakları, cumhuriyet bunlar işin kılıflarıdır. Batı medeniyeti dünyanın en zorba ve gaddarıdır. Menfaati gergi her türlü katliamı fütursuzca yapacak dünya görüşüne sahiptir.
Batının yaklaşımına karşı soykırım iddialarını ilim adamları çözsün hakkaniyetli bir bakıştır, lakin batı haktan değil kuvvetten anlar. Biran önce batının yaptığı soy kırımlar dünyaya tanıtılmalıdır. Mazlum milletlere yaptıklarının hesabı sorulmalıdır. Siyaset adamlarımı, İlim adamlarımı halledecek, sivil toplum örgütlerimi, yerel yönetimler mi? Neyi bekliyorlar o zaman bir an önce girişimler başlamalıdır.
Kaynak: http://www.basakgazetesi.com/article.php?id=1418