01 Mayıs 2012
Soykırımın, yani 1915`in suçunu Abdülhamit`e yıktığım öne sürüldü. "Türk solu"ndan biri olarak, "İslam`la sorunum olduğu" da. Bu iddia, sol başta olmak üzere her tür muhalif düşünceyi "ideolojik", kalanları "doğal, teorik" sayan yürürlükteki söylemin bir görünümü.
“İnsanlar mitleri yaratmaz, mitler insanları yaratır.” Böyle der Fransız antropolog ve düşünür Claude-Levy Strauss. Bir uyarlama yapacağım: “İnsanlar söylemleri-ideolojileri konuşmazlar, söylemler-ideolojiler insanları konuşurlar.”
Söylemlerle, mitlerle eleştirel, çözümleyici bir ilişkiye girmemiş kişi ya da gruplar için kesin, en azından. İdeoloji dediğimiz şey de bu zihinsel direncin olmadığı insanlar üzerinden akar, böyle yayılır, böyle yerleşir. Kavramlara ve analizlere göre değil, isimlere ve sembollere göre çalışır. Karmaşıklıkları çözmeye yönelmez, isimleri ve sembolleri karşıtlıklar ekseninde yeniden ve yeniden yerleştirerek üstüne o dönemde göze uygun boyayı çeker.
KANAAT ÇAĞINDA DÜŞÜNCE
Konu şu: Star Gazetesi yazarlarından Mustafa Akyol, benim “Soykırımı inkârın beş teranesi” başlıklı yazımı okumuş. “Türk solunun İslam’la sorunu” başlığı altında eleştirmiş.
Önce Mustafa Akyol’un kullandığı başlığa değineyim:
Benim o yazımda, bütün yazılarımda da olduğu gibi, İslam hiçbir biçimde “fail” konumunda yer almıyor. Türkiye’yi ya da Müslümanların yoğun olduğu coğrafyaları düşünürken İslam’ın olumlu anlamda da olumsuz anlamda da her şeyi açıklayan anahtar gibi kullanılması düşünselden çok ideolojik bir tarz. Bir Müslüman elbette, “Her iyiliğin başı İslam” diyecektir, beis yok. Fakat “Her kötülüğün başı İslam” diyen her kim olursa olsun, düşünmüyor, ideolojik ezberini döküyordur; “solcular da hep böyle yapar” diyen gibi tıpkı.
“Türk solu” ne demek? Mustafa Akyol, okuduğu yazım Türkçe olduğundan beni oraya koydu muhakkak. “Türk” değilsem (ki değilim), yine de o tanıma girer miyim? Bir tanım olsa belki, fakat “Türk solu”, düşünsel bir tanım, bir kavramlaştırma değil, ideolojik bir isimlendirme, toptancı bir kestirme. Kör Ali İhsan’dan, Abidin Nesimi’den Bülent Ecevit’e, Kerim Sadi’den (A. Cerrahoğlu), İdris Küçükömer’den Ertuğrul Kürkçü’ye, hatta Mustafa Kemal’den, İsmet İnönü’den, Doğu Perinçek’ten Deniz Gezmiş’le Mahir Çayan’a çok farklı düşünsel ekol ve tutumlara ait kişilerin hepsi için kullanılabiliyor. Ben komünistim. Ermeni meselesiyle de Kürt meselesiyle de “Kürt olduğum için” ilgili değilim, Komünist olduğum için ilgiliyim. Yazdıklarım üstüne laf söyleyen yazının başlığı, beni Ecevit, İnönü, Atatürk ya da Perinçek’le nasıl bir tutuyor olabilir? Yazıda böyle bir şey yoksa, isimler ve sembollerle işleyen ideolojik aklın başka türlü yapması zor olduğu için.
“ÇOĞU AKLIMA YATMIŞTI Kİ”
Yazıya geçelim, bakalım var mıymış bana yöneltilen eleştirilerin ve suçlamaların aslı astarı:
Mustafa Akyol, “Yazıdaki argümanların çoğu aklıma yatmıştı ki” diyor, şu satırlarımı okuyup duraklamış:
“Bu kerameti kendinden menkul [inkarcı] argüman, ‘Türk-İslam sentezi’ denilen ideolojik örüntünün, temeli Abdülhamit zamanında atılan, ilk büyük uygulaması Abdülhamit’in mekteplerinde yetişen kadrolar tarafından 1915’te yapılan ve 12 Eylül 1980 sonrası güncellenip güçlendirilerek tedavülü artırılan ideolojik örüntünün tüm şifrelerini taşıyor içinde.” (Belirteyim, bu cümle yazımın “Atalarımız öyle şeyler yapmaz” ara başlığının altındaki bölümden.)
Sonra da hiç duraklamadan sıralamaya başlamış; ben, şöyle yapmışım:
“Önce Ermeniler konusundaki “Türk vebali”ni “İslamcı” Abdülhamid’e yıkıyor; sonra Abdülhamid’i devirerek iktidara gelen İttihatçıları dahi “onun mekteplerinde okumuşlar” diye aynı hesaba yazıyor; sonra da hızını alamayıp, ağızlarından çıkan her iki laftan biri “Atatürk ilke ve inkılapları” olan 12 Eylül darbecilerini bile aynı çizgiye bağlıyordu.
Yani, sanırdınız ki, Türkiye’de son yüzyılda ne kötülük olduysa Abdülhamid’in attığı “Türk-İslam sentezcisi” tohumlar yüzünden olmuş. İttihatçılık, Kemalizm filan önemsiz detaylarmış.”
TEMEL ve BİNA, ŞİFRE ve KENDİSİ
Evvel emirde:
Ben “Türk vebali” demedim. Ne bu yazıda ne de başka yerde Ermeni soykırımını devleti anmadan “Türk” adıyla bağladım. Ne bu yazıda ne başka yerde ve zamanda Abdülhamit’e “İslamcı” dedim. Abdülhamit’in “Türk İslam sentezcisi” tohumlar attığını da hiçbir yerde söylemedim. Hele hele “Sünniler” türü bir toptancı ifadeyi hiç mi hiç kullanmadım. İki yazıyı birden okuyanlar farkı görecektir, fakat sadece Aksoy’un yazısıyla yetinenler, bunları ben demişim zehabına kapılabilir. “İttihat Terakki” ya da “Kemalizm”i hiçbir yerde, hiçbir yazıda “detay” saymadım, önemsemezlik hiç yapmadım, Radikal’in arşivinde en az 10 yazım var İttihatçı-Kemalist akıl hattına cephe alan. Blogumda ondan da fazla.
Elbette, “solcu yazar” olduğuma göre, “Neler diyor bu adam” denilerek bir iki yazıma bakılması bile gerekmez, ideolojik teşhis ve yerleştirme yeter! Aksi halde, bir şeyin “temeli”nin atıldığı döneme işaret etmiş olmakla, o şeyin o işaret ettiğim dönemdeki hükümdar tarafından yapıldığını öne sürdüğüm söylenemez değil mi? Aksi halde, “Atalarımız soykırım yapmaz” diyenlerin, “Türk İslam sentezi” denilen ideolojik örüntüye bağlı olduğunu, onun şifrelerinin 1915’i yapan akılda kodlanmış olduğunu, o aklın da 1915’ten önce temellenmeye başladığını söyledim diye, Kemalist darbecilerin işkencelerini “sağcılar”dan bildiğim söylenemez değil mi? Aksi halde, Dersim’i İttihatçı-Kemalist akıldan değil de “Sünniler”den bilenler arasında sayılamam değil mi? Dersim yazılarıma rağmen…
Ha, ama “sanırdınız” diyor Akyol, yani yorum hakkını kullanıyor, bu sonuçları çıkarsıyor denilebilir. Evet, kanaat çağındayız, yazdıklarımdan öyle bir “kanaate” varabilir, çıkarsamalar yapabilir. Fakat “kanaat”lerle gideceğimiz yer, “Sorun İslam” demişim intibaını uyandıracak bir yazı olabilir en fazla. Tehlikeli bir işaret parmağı değil mi bu? İftira kastı olduğunu düşünmesem de, tehlikeli ve haksız bir işaretlemeye maruz kaldığım “kanaatine” vardım ben de, örneğin.
Neyse. Maksadım tek başına “savunma” da, “cevap” da değil elbette, maksadım bu fırsatla, Akyol’un alıntıladığı cümleyi yazdıran düşüncelerimi daha da açmak. Ama hızını alamayan biri olarak, uzattım. Yarın devam edeceğim, “Soykırımın iki kaynağı” başlığıyla.
NOT: Görüşlerim "Türk solu" ezberinden mi sorusuna yanıt olabilecek bir yazı, blogumdan:
http://utay-alidurantopuz.blogspot.com/2011/10/misyonerleri-kim-oldurdu-milli.html