İstanbul`da tedirgin bir Pazar... - Gündem
25 Nisan 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Ահեկան / Օր : Ցրօն / Ժամ : Աղջամուղջ

Gündem :

27 Şubat 2012  

İstanbul`da tedirgin bir Pazar... -

İstanbul`da tedirgin bir Pazar... İstanbul`da tedirgin bir Pazar...

Sanıyorum sadece Ermeni cemaati değil, milliyetçi/devletçi kampın dışında kalan tüm kamuoyu, devlet-hükümet destekli bu gösteriyi "yine aynı filmi mi izliyoruz, yeni bir 6-7 Eylül mü yaşanacak?" tedirginliği içinde izlemiştir. Ve bu tablonun içine bir Hükümet üyesinin de katılması not edilmelidir.

Bu hep böyle miydi bu topraklarda? Ya da ne zamanden beri böyle? Bir acıyı önce unutturmayı, sonra inkar etmeyi, sonra da karşısına başka bir acıyı koyup “ötekileri” sindirmeyi ne zaman, nasıl öğrendi, nasıl akıl etti bu insanlar ve bu devlet? Bilmiyorum. Sezebilsem de şu gün, şu tedirgin Pazar günü buna kafa yoracak ve analiz edecek halde değilim. Belki başka zaman. Ama nasıl yapıldığını biliyorum, görüyorum. Önce örtük, sonra açık, sonra göstere göstere, tehditkar biçimde yapılıyor. Ve öyle bir zamanlama ve tonla yapılıyor ki, o acıyı yaşayanlara “o olduysa, bu da oldu, o yüzden pek sesinizi çıkarmasanız iyi olur” deniyor. Devasa bir psikolojik şiddet, aslında bu. Ve çok hırpalayacı, ruhları aşındırıcı, burun sürtmeyi amaçlayıcı bir güç gösterisi. Bu yönüyle toplumsal ve siyasi bir mesele ve gözardı edilecek gibi de değil. Çoğunluğun, resmi destek de görerek, nasıl da “hükmedici” hale geldiğini gösteriyor.

Konuyu biliyorsunuz. Hocalı. Yaklaşık olarak 10 gün boyunca büyük kentlerin metro çıkışlarında, büyük caddelelerin reklam panolarında ve gazetelerdeki tam sayfa ilanlarda halkımızı Hocalı katliamını anmaya davet eden bir çağrı gördük. İlk bakışta elbette ki gayet insani bir çağrı. 1990’lardaki Azeri-Ermeni savaşında Ermenistan güçlerinin sivilleri de hedef aldığı biliniyor. Hocalı, bunun en dramatik ve acı verici örneklerindendir. Dolayısıyla, bugüne kadar bu çapta bir anma olmasa bile katliamın 20. yılı vesilesiyle bu yıl bir anma girişiminde bulunulmasını anlayabilirdik. Fakat işin bu boyutta olmadığını çok çabuk gördük. İlanların üstündeki devasa “Ermeni yalanına sessiz kalma !” sloganı, hayli açıklayıcıydı. Bu slogan teknik olarak 1990’lardaki Azeri-Ermeni savaşında meydana gelen ve elbette ki hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği sivil katliamları kastediyor gibi görünse de, konunun esasen “içeriyle” ilgili olduğu ortadaydı.. Bu mesaj ve peşine gelen miting üzerinde durmak gerekiyor ama galiba önce bir parantez açmam lazım.

Şöyle diyeyim. Hocalı katliamı, gerçekleştiği dönemden itibaren Türkiyeli Ermenilerin acısını, sıkıntısını içlerinde vicdanlarında hissettikleri bir mesele olagelmiştir. Hatta o dönemde bu katliamı kınayan, “ulus-devlet” adına sivillerin canını almaya karşı çıkan sesler de yükselmiştir Türkiyeli Ermeniler cemaatinden. Pek duyulmamıştır ama evet yükselmiştir, arşivlerde durmaktadır. Karabağ sorunu etrafında cereyan Azeri-Ermeni savaşının; ulus-devlet adına kitleleri seferber etmenin ne acı sonuçlara yol açtığını gayet iyi bilen Ermeni cemaatinin vicdanında yankı bulmaması düşünülemezdi zaten. Bu parantezi açmak zorunda kalmak ayrı bir tahakküm göstergesi olsa da, bunu ayrı bir yazıda konuşalım deyip devam ediyorum.

Hal böyle iken o afişlerdeki ve ilanlardaki devasa “Ermeni yalanına sessiz kalma !” sloganı iki kere yaralayıcı oldu. İlkiyle başlayalım. Bir kere o slogan ister istemez şu mesajı verdi Türkiye’deki Ermeni cemaatine.

-“Ermeni Yalanı” ifadesinin adresi Ermenistan imiş gibi görünse de kastedilen 1915’te olup bitenler.

- Bunu yüksek sesle söyleyebilmek için her türlü imkana sahibiz, sokaklara caddelere devasa afişler asabilir, gazetelere tam sayfa ilanlar verebiliriz. Burada kamunun bize görünmez (sonrasında hayli görünür) bir destek sağladığının muhtemelen farkında olmalısınız.

- Bu destek sayesinde mitingler tertipleyebiliriz

- 1915 bahsinde bundan sonrasını düşünürken bu denklemi dikkate alın.

Bu mesajın Ermeni cemaatini “ezen” ve 1915 ile ilgili bir sözü varsa, onu kendine saklamasını söyleyen tehditvari bir mesaj olduğu açıktı. İlk ve en önemli yaralayıcı boyut budur.

İkinci olarak ise kullanılan “Ermeni” ifadesi, o katliamı gerçekleştirenler dışında tüm Ermenileri ve dolayısıyla Türkiye cemaatini de hedef alıyor ki, ayrıca yaralayacıdır. Az önce dediğim gibi, bu, Türkiye Ermeni cemaatinde inkar edilen, acısı hissedilmeyen bir vaka değil. Bir de üstüne böylesine “inkarcı” gibi gösterilmek, açıkçası ilave bir “tehdit” mesajı oluyor.

Böylece Pazar gününe gelmiş olduk. Neler olabileceğini anlamıştık. Mitingde atılan sloganlar, açılan pankartlar ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yaptığı konuşmayla, bütün bu mesajlar, hayli tehdit edici milliyetçi/ırkçı bir güç gösterisine dönüştü. Ayrıntılara girmiyorum, haberlerde görmüş olmalısınız. Sanıyorum sadece Ermeni cemaati değil, milliyetçi/devletçi kampın dışında kalan tüm kamuoyu, devlet-hükümet destekli bu gösteriyi “yine aynı filmi mi izliyoruz, yeni bir 6-7 Eylül mü yaşanacak?” tedirginliği içinde izlemiştir. Ve bu tablonun içine bir Hükümet üyesinin de şevkle katılması not edilmelidir. Bundan sonra yaşanabilecek her tür ırkçı saldırıda spotların kendi üzerine de döneceği biliyor olmalı Hükümet bu durumda. Yepyeni bir evreye giriyoruz, demektir bu..

Gelelim katliamın kurbanlarına. Elbette ki bütün bu kampanya içinde Hocalı katliamını böylesine hesaplar içinde olmadan yüreğinde hissedenler vardır ve muhtemelen hiç de az değillerdir. Bütün bu tatsız denkleme rağmen onlarla ortak bir dil bulmaktan vazgeçmemek gerekir. Peki bu, ne olabilir? Kendimize nasıl bir zemin bulmalıyız ki, hiçbir acıya başımıza çevirmeden güçlü bir ahlaki ve vicdani ses oluşturalım?

Herhalde öncelikle her acıyı ve her kitlesel gaddarlığı kendi içinde ele alıp, kendi içinde düşünmekle yola çıkmak en iyisi. 1915’te olup bitenleri, ne birkaç yıl sonra, ne de 80 yıl sonra olanlarla kıyaslayamayız. Aynı şekilde 1990’larda olup bitenleri de. Bir acımasızlığı, başka bir acımasızlıkla kıyaslamak ve birini ötekine bir yanıt gibi dayatmak gizliden gizliye şunu demektir zira: ikisini de unutalım. Daha doğrusu, siz unutun, biz de unutalım. Şu denebilir: ikisini de unutmayalım. İkisini de ayrı ayrı düşünelim. Kitleleri bu gaddarlığa seferber eden dinamikler nelerdi, bunları düşünelim ve bunun muhasebesini vicdanlarımızda yapalım. İkisini (ya da hepsini) beraber, ama ayrı ayrı yapalım ki, hem kurbanların anısına saygı gösterelim, hem de o uğursuz ruh haline yol açan düşünüş ve davranış kalıplarını hakkınca sorgulayabilelim. Dün ve bugün.


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1079978&Yazar=YETVART-DANZIKYAN&CategoryID=97





Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+