30 Ocak 2012
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hrant Dink cinayeti davasında verdiği karar, devletin elinde kalan bir cinayet algısı yarattı; çünkü her şey o kadar açık ki hiç kimse bunu görmezden gelemez. O nedenle söz konusu karar, toplumdan hak ettiği tepkileri alıyor. Bu tepkilerdendir ki AKP bile, bu karardan hoşnut olmadığını dile getirme durumda kaldı. Hele ki Mahkeme Başkanı’nın açıklaması bu karardaki devlet gölgesini (çokça dillendirilen derin güçlerin parmağını) ayan beyan ortaya koymuştur. Zaten davanın savcısının “delil de var, örgütte var, hem de fazlasıyla var” demesi her şeyi yeterince açıklıyor.
Gerek Hrant Dink cinayetine ve gerekse bu cinayete ilişkin verilen mahkeme kararına karşı gösterilen tepki elbette takdire şayandır; ancak burada gösterilen duyarlılığı çeşitli açılardan ele almamız, üstünde düşünmemiz, tartışmamız gerekiyor, buraya döneceğim, şimdi diğer konuya geçmek istiyorum.
Nihayet beklenen oldu, Fransa Parlamentosu; Ermeni soykırımını inkâr etme yasasını onadı, olacağı buydu; çünkü dünya gerçekten dönüyor, döndükçe de değişiyor, değişimin önünü hiçbir şey alamıyor, alamaz da; çünkü “Yaşlı köstebek” (Marks Tarihi böyle tanımlamıştı), engellerin altını oyuyor, hem de sürekli bu işi yapıyor.
Fransa Parlamentosu, Ermeni soykırımını inkâr etme yasasını onadığı için, Türkiye fena halde içerledi, içerleme ne demek, pek çokları çileden çıktı. Doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti, bütün devlet erkânı, yalnızca bürokratlar, öğretim üyeleri, askerler değil, memurlar, odacılar, hademeler vesaire çok aşırı üzüldüklerini, kızdıklarını saklayacak gibi değillerdir.
Hele ki siyasi partiler!.. MHP, kahroluyor resmen. Kemalist CHP de, ondan az kahrolmuyor. AKP’lileri sormayın hiç; çünkü onlar bu tasarıyı ne yapıp edip engellemek istediler ama engelleyemediler; bu yüzden kendilerini çok yetersiz, çok çaresiz, aynı zamanda da suçlu hissediyorlar. Bu arada DTP de, neredeyse aynı rüzgâra tutulacak… Baksanıza Selahattin Demirtaş da, “Fransa yanlış yaptı” dediğine göre.
Bütün bunlar olup biterken, yani bu ağır psikolojik bombardıman altında zavallı halk, ne yapacak ki? Üzülmesin ne yapsın? Herkes kahroluyor, ister istemez halk da etkilenecektir.
Eh, işte böyle; cümbür cemaat sendroma tutulmuş bir toplum...
Elbette soykırımı inkâr etmek suçtur, bunun fikir özgürlüğüyle bir alakası yok, ille de bir alaka kurulmak isteniyorsa eğer, soykırımı inkâr etmekle fikir özgürlüğünü ihlal etmek arasında bir bağlantı kurulabilir belki; zira her ikisi sonuçları bakımından yakındır. Eğer fikir özgürlüğüne saygınız varsa, soykırıma ve soykırımın inkâr edilmesine karşı çıkarsınız; fikir özgürlüğü, insani ve politik bir değer olduğu gibi, soykırıma ve soykırımın inkâr edilmesine karşı çıkmak da öyle, insani ve politik bir değerdir. Ama ilginçtir ki fikir özgürlüğünü pek tanımayan T.C. Devleti, Fransa “Soykırımı İnkâr Etme Yasası”nı gündeme getirir getirmez, hemen de Fransa’nın fikir özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürdü. Oturup kalktılar Fransa”nın “Soykırımı İnkâr Etme Yasası” ile fikir özgürlüğünü ihlal ettiğini söylediler. Hele ki Başbakan Erdoğan, Fransa’nın fikir özgürlüğünü nasıl yadsıdığından, bunun ne büyük bir yanlış olduğundan dem vurdu durdu, dilinde tüy bitti gayri. Yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’i seçim yatırımı yapmak gibi şeylerle suçladı.
Velhasıl neredeyse bütün Türkiye, sağcısı-solcusuyla hep bir ağızdan Fransa’ya karşı konuştu durdu. Daha doğrusu havanda su dövüp durdular. Tamda “Kendin çal, kendin oyna” misali… Akıllarınca Fransa mahkûm edeceklerdi… Gerçi devleti âlinin yüksek kariyerli politikacıları, diplomatları, yüksek rütbeli askerleri, Fransa’yı mahkûm etmenin veya en azından zor durumda bırakmanın pek mümkün olmadığını bilmiyor değiller; ama halkı nasıl idare edecekler… Yani milleti nasıl kandıracaklar, motife edecekler. Tabii bu tavırlarıyla da ne kadar basit ve komik kaçtıklarının ya bilincinde değillerdir, ya da politik kurnazlıklarından dolayı bunu pek umursamıyorlar.
Oysa bütün dünyanın bildiği ve kabul ettiği bir soykırım eylemini inkâr etmek, suçu işleyen devleti aklanmaya asla yaramaz, aksine söz konusu devletin aynı suçu işleme potansiyeli taşıdığına dair bir veri olarak da kabul edilir. Öyle ya, bir (veya birçok) milleti kılıçtan geçireceksiniz ayan beyan, sonra dönüp, tövbe ki böyle bir şey yapmamışız diyeceksiniz, dolayısıyla yaptığınız yanınız da kar kalacak... Sonra da bundan cesaret alıp (tabii gerek gördüğünüzde ve fırsat da bulduğunuzda) yeni soykırımlar yapacaksınız.
Fransa nerde, siz nerede?
Fransa ne yapmak istedi, Türkiye nasıl karşı koydu? Bu mücadeleden-cebelleşmeden dolayı Fransa, yaptığı ve söylediğiyle dünyada nasıl algılandı? Aynı zamanda Türkiye, yaptığı ve söylediğiyle dünyada nasıl algılandı?
Fransa, tarihte yapılan soykırımların teşhir edilmesi, lanetlenmesi, bu suçu işleyenlerin bizzat kendi geçmişiyle, tamda bu anlamda tarihiyle yüzleştirilmesi ve bu gibi suçların bir daha işlenmemesi, dolayısıyla insanın geleceği açısından bir güvenlik kuşağının (bir mantık ve yaklaşımın) oluşturulması adına çalıştığı imajını veriyor ve bir şeylere ön ayak olma havasını yansıtıyor. Doğrusu Fransa, bununla bir misyonu üstlenmiş ve bir yük altına girmiş oluyor; ancak bakalım Fransa, bu misyona layık olacak mı, bu ulvi görevi-yükü yerine getirebilecek mi? Yoksa Fransa?..
Türkiye ise, tarihte işlediği sucu inkâr ediyor, tarihiyle yüzleşmeyi reddediyor ve dolayısıyla hala soykırım yapma eğiliminde olduğu imajını veriyor. Gerçek de budur. Roboské katliamı da bunun açık kanıtıdır. Zaten T.C. Devleti’nin her gün Kürtlere şiddet ve katliam uyguladığı aşikârdır.
Şimdi söylemek gerekir ki Türkiye bu haliyle, değil Avrupa Birliği’ne girmek, hiçbir yere gidemez. Zaten Türkiye ile en geri Arap devletleri arasındaki fark pek fazla değil, olsa olsa bir at başı fark var; ama Arap dünyasında depremler ve devrimler (birilerinin çok sevdiği tabirle Arap baharı) başlamıştır. Peki, Türkiye (veya Türk, çok fark etmez çünkü) baharı ne zaman başlar? Yoksa biz, farkında olmadan bu bahar gelip gitti mi? Veya baharı yaşamadan mı esenliğe çıkacak Türkiye? Sosyal ve siyasal deprem (veya devrim) geçirmeden demokrasiye (tabii kast ettiğim burjuva demokrasisidir) geçebilecek mi? Hiç sanmam.
Dolayısıyla yeni anayasa çalışmaları falan çok şey ifade etmiyor; çünkü Türkiye de daha çok şeyin değişmesi gerekiyor. Şu anda Türkiye, geçiş sürecinde varsayılsa bile, AKP gibi bir öncü (!) ile ne yapılabilir ki? Abdullah Gül gibi bir Cumhurbaşkanı, Tayip Erdoğan gibi bir başbakan, Cemil Çiçek gibi kaşarlanmış muhafazakâr devlet kadrolarıyla demokrasiye mi geçilecek? Beni yanlış görenler, belki AKP’den medet umuyorlar; ama biliyoruz ki AKP, tamamen Tayip Erdoğan’ın varlığına ve yeteneklerine bağlı, onunla sınırlı bir etkinliğe ve vizyona sahiptir. İşte bu kadar daralmış bir parti ve partinin başındaki sınırlı ve güdümlü kafa yapısına sahip, çifte standartlı, pragmatik ve şoven (Kürt karşıtı) bir lider ile kim nereye varabilir, Türkiye nereye gidecek, hangi yörüngeye taşınacak?
Kimilerine göre AKP, askeri vesayeti kırdı, derin devlet ve Ergenekon çetesinin üstüne gitti, daha da gitmek istiyor ama… Gerçek tam olarak öyle değil, şöyledir: AKP de baskı altında bir gruptu, politik İslami kesimin üstündeki baskıya karşı mücadele etti, bunda biraz başarılı oldu, dolayısıyla demokratik bir takım adımların atılmasında ön ayak oldu. Bu şekilde önünü de açtı, ayağını biraz yer etti, az buçuk da iktidar oldu. İşte ondan sonra (iyimser bir tabirle) ya rotasını şaşırdı, ya da iktidar olduktan (muradına erdikten) sonra dişini (kendisini tabii) göstermeye başladı.
Elbette AKP birtakım şeyler yaptı ama nasıl? Derin devlet epey teşhir olmuştu; zira birtakım ayak oyunları artık saklanamıyordu. Mesela Turgut ÖZAL’ın şüpheli ölümü, derin devletin manevralarının ayyuka çıkmasında adeta son damla görevi gördüğü gibi, Hrant Dink cinayeti de, derin devletin bir çeşit örgütü olan Ergenekon çetesinin teşhir olmasında aynı görevi gördü. Otoriter ve baskıcı rejim, on yıllardır estirdiği şiddet ve ayak oyunlarıyla içten içe tepki toplamıştı. AKP, toplumdaki bu derinden gelen tepkileri gördü ve bunu kullanmaya çalıştı, bunda başarılı da oldu; ancak kendisi de bu devletin ve rejimin bir türevi olmaktan kurtulmayacaktı; zira AKP, ne başka bir fikir ve zihniyet edindi, ne de süregelen politik kültürün dışına çıkabildi. Haliyle AKP, aslında Türkiye’nin yaşadığı değişim ve gelişim sürecinin önünü yeterince açmadığı için (dikkat edin açamadığı için demiyorum) gerici bir duruma düşmüştür. (Burası ciddi bir husustur ve tartışılmaya muhtaçtır.)
Her şey çok mu kötü? Az da olsa iyimser olmak için bir neden yok mu?
Var elbette; ama yazının birinci konusunun sonunda belirttiğim gibi, gerek Hrant Dink cinayetine karşı ve gerekse Dink cinayeti davasında mahkemenin verdiği karara karşı toplumdan gelen takdiri şayan tepkilerin daha çoğalması, daha da bir bilinçle örgütlendirilmesi, organize edilmesi, adam akıllı bir toplum projesi çerçevesine oturtulması gerekir.
Bilinmelidir ki Hrant Dink cinayetine ve malum davada mahkemenin verdiği karara karşı tepki gösteren herkes, Fransa Parlamentosu’nun Soykırımı inkâr etme yasasını onamasını olumlu karşılamalıdır, aksi halde Hrant Dink cinayetine karşı gösterdikleri tepki anlamsızdır; çünkü Ermeni soykırımına karşı tavrı belirsiz olan birinin Dink cinayetine karşı göstereceği tepki net olamaz.
Ermeni soykırımı, Kürt ulusal ayaklanmaların kanla bastırılması, Uludere (Roboské) katliamı, Musa Anter ve Hrant Dink cinayetleri gibi konularda pozitif tavır almayan birinin elbette insanlığından şüphe duyulur. Hrant Dink cinayeti davasında mahkemenin verdiği karara tepki gösteren birinin KCK davalarında da aynı tepkiyi göstermesi gerekmiyor mu?
Açıktır ki Türkiye’de demokratikleşme sürecinin başat kılınması için yalnızca devletin değişmesi yetmiyor, aynı zamanda ve esas olarak toplumun geleneksel özelliğini aşması da gerekiyor. Çünkü eğer Hrant Dink cinayetine karşı çıkan biri, Fransa’nın çıkarttığı Ermeni soykırımını inkâr etmek suçtur yasasını olumlu bulmuyorsa, buna tepki gösteriyorsa ortaya çıkan bu çelişki, tek başına bile çok şey ifade eder.
Elbette değişime inanıyorum. Türkiye, değişim rüzgârının önünden kaçamaz tabii; ama değişim rüzgârını arkasına alan AKP, bunu bir fırsat olarak kullanırken, toplumu esenliğe değil, açmaza sürüklediği görülmelidir.
Türkler, demokratikleşme sürecini tamamlayamazsa karanlığa mahkûm kalırlar.
Kürtler, kendi aralarında kavga ederek bir yere varamazlar.
Kürtler, ilkin kendilerine düzgün bir yol bellemelidir.
Abdürrahim Gümüştekin
gumusportre@hotmail.com
http://www.gelawej.net/index.php?option=com_content&view=article&id=3120:-dink-cinayeti-ve-soykrm-nkar-etme-yasas&catid=128:abdurrahim-guemuetekin