08 Ocak 2012
Prof. Dr. Heath Lowry, ABD’li bir Osmanlı tarihçisi. Aynı zamanda bir Türkiye aşığı. İlk kez 1964’te geldiği Türkiye’ye şimdi tam olarak yerleşmeye hazırlanıyor. Mükemmel Türkçe konuşuyor, Türk vatandaşı olmaya hazır! Lowry ile yaşam öyküsünden Ermeni soykırımına her şeyi konuştuk.
Bilmeyenler için 60’larda başlayan Türkiye maceranızı anlatabilir misiniz?
1964’te rahmetli (Kendisi ‘rahmetli’ diyor) Kennedy ‘Barış Gönüllüleri’ adl bir proje başlatmıştı. Gençler, dünyanın pek çok yerine gidip çoğunlukla İngilizce öğretmenliği yapıyordu. Projeye ben de başvurdum, şansıma Balıkesir’in Bereketli adlı bir dağ köyü çıktı. Orada iki yıl kaldım.
Neden Türkiye?
Tamamen tesadüf. Gayet iyi hatırlıyorum, bir form doldurup üç yerin adını yazdım. Birincisi Sri Lanka’ydı. Çocukluğum Hindistan’da geçti, tatilde Sri Lanka’ya giderdik. Tam o sırada kadın başbakan ülkenin adını değiştirdi, barış gönüllüleri oradan atıldı. İkinci seçeneğim Güney Pasifik’ti. Üçüncüsü ise bugüne kadar neden ve niçin yazdığımı bilmediğim Ortadoğu’ydu. Türkiye çıkınca koştum bir atlas buldum, Türkiye’nin tam yerini tespit ettim.
Ne yaptınız orada?
İhtilalden sonra muhtarları ilkokul öğretmeni yaptılar. Ben oraya gittiğimde Kamil Aslanteke muhtardı. O bana çok yardımcı oldu. Köye iki kişi gittik, ilk gittiğimizde 400-500 kişi yol kenarında bekliyordu. Herkesle tokalaştık, köy meydanına bir masa getirdiler, oraya oturduk. Bir koyun kestiler, baştan sona hepsini yedik! Her ne kadar tuhafsa önüme gelen her şeyi yedim! Dört ay boyunca her gün başka bir aile beni evinde misafir etti, sabah-öğle-akşam yemeğimi yedim.
Peki sonradan o köye tekrar gittiniz mi?
En son dört-beş yıl önce gittim. Çok rahatsız oldum, çünkü bütün sorduğum arkadaşlarımın hemen hepsi öldü. Sebebi ise inanılmaz: Trafik kazaları! Yanıma bazı kişiler gelip ‘Heath Abi beni hatırlıyor musun?’ dedi. Meğer ben oradayken bir buçuk yaşındalarmış. Ben nasıl hatırlayayım? Geçenlerde genç bir kız geldi, muhtarın torunuymuş! Telefonumu aldı ama kendisininkini bırakmadı. Şimdi çok merak ediyorum, bu röportajı okuyorsa beni arasın.
Peki size hiç ‘ajan’ muamelesi yaptılar mı?
Balıkesir valisi vardı o zaman. İsmini unuttum ama hatırlasaydım herhalde söylemezdim. Adam benden çok şüpheleniyordu. Affedersiniz Allah’ın dağ köylerinde eğer CIA o kadar çalışırsa... Muhtara emir verdi, her cumartesi sabah bizim valiliğe gitmemizi istedi. Valilikte bir hafta boyunca ne yaptığıma dair rapor veriyordum. O yıllarda ulaşım kolay sağlanamıyordu. Saat 10.00’da orada olabilmek için sabah 04.00’te yola çıkıyorduk. 05.30’da varıyorduk. Saat 10.00’a kadar ne yapacaksın? Bir tek açık yer vardı, o da işkembeci. Ne olduğunu bilmiyordum işkembenin. Birkaç hafta boyunca her sabah bir ekmek, bir tas işkembe çorbası içtim. Birkaç ay sonra Ankara’ya gitmiştim, hemen sözlük buldum, işkembenin ne olduğuna baktım. O günden sonra bir daha içmedim!
ABD’nin neresinden gelmiştiniz?
Kaliforniya’nın kuzeyindeki Oregon’dan. Babam öğretmendi, ben yedi yaşındayken Hindistan’a gittik, 14’üme kadar oradaydım. Dolayısıyla bir Türk köyü benim için şehir gibiydi!
Konuşmanız biraz Karadenizlilere benziyor.
Birkaç yıl önce gazeteci Cengiz Çandar ile İznik’te bir konferansa katılmıştım. Konferans sonunda kaymakam yanımıza geldi, bizi çay içmeye davet etti. Çandar’a ‘Arkadaşın Karadenizli olduğu kesin de ben tam hangi şehir çıkaramadım’ dedi (gülüyor). Eşim İstanbullu, Trabzon’da da kalmadım.
Sonra?
Sonra o köyden ayrıldım ama kafama koydum, yeniden Türkiye’ye gelecektim. 1972’de Boğaziçi Üniversitesi’nde hocalığa başladım, 1980’e kadar.
Tam civcivli zaman.
Offf. Hiç unutmam o yılları. İhtilalden önce Türkiye’den en son ayrılan yabancı hoca bendim. Boğaziçi’nde sağ-sol çatışması yoktu, sol-sol çatışması vardı. Enteresan günlerdi.
Ayrılmak zorunda mı kaldınız?
Hayır. Harvard Üniversitesi’nden çok cazip bir iş teklifi aldım. En fazla iki sene kalmayı düşünüyordum. Eşim Demet çok istedi gitmeyi çünkü üç çocuğumuz vardı ve üçü de ABD’deydi. Gerçi hala oradalar. 1980’den bu yana her yıl iki-üç ay Türkiye’deyiz. Bu öğretim yılında Bahçeşehir Üniversitesi’nde sürekli ders vermeye başladım. Aynı zamanda Princeton Üniversitesi’nde ders veriyorum önümüzdeki yıl tamamen ayrılıp burada ders vereceğim.
Dünya kamuoyundaki davayı biz kaybettik, soğuk su içelim
Hala sıkıntı yaşıyor musunuz sözde Ermeni soykırımına karşı çıktığınız için?
Hayır ama bu hep gündeme gelecek. 2015’te 100’üncü yılı olacak. Bu iş 2015’ten sonra tarihi olay olacak. Onların faaliyetleri açısından son üç senelik bir döneme girdik.
Öngörünüz nedir?
Açıkçası bu konuda dünya kamuoyundaki davayı biz kaybettik. 20 yıldan beri Avrupa’daki ders kitaplarında bunu bir soykırım olarak kullanıyorlar. Bugün 20-30-40 yaşındakilerin çoğu buna inanıyor. Şimdi vazgeçirmek çok güç!
Bir bardak soğuk su mu içelim?
İki bardak içsek iyi olur.
Sizce Türkiye bu konuda yeterli girişimde bulunuyor mu? Ne yapılmalı?
30 seneden beri bu konuya hakimim. Türkiye’de bu konuda sistematik bir çalışma yapılmıyor.
Fransa’ya gidiyor musunuz?
1962’den beri bir kere ayak basmadım.
Gittiğinizde ‘Ermeni soykırımı yok’ der misiniz? Suç kapsamına giriyor ya...
Yalnız suç değil, 45 bin euro para cezası varmış. Herhalde konuşmamayı tercih ederim. Çünkü 69 yaşındayım, bir sene hapis cezası benim için zor olabilir! Ama merak ediyorum: 10 bin Türk gidip ‘Soykırım yok’ derse ne yapacaklar? Saçma bir kanun. Biliyoruz ki Fransa’daki İkinci Cihan Harbi sırasında Fransa’nın ileri gelenleri Nazilerle işbirliği yaptı. Bu tarih öyle bir şeydir ki kimsenin eli temiz değildir. Ben şimdi ABD’li olarak konuşuyorum. Son 10 yıldır Irak’taki olaylar karşısında utanıyorum.
Tehditler yüzünden ülkemde tam beş yıl silahla dolaştım
Sözde Ermeni soykırımına karşı çıkmanız mesleğinizi nasıl etkiledi?
1980’de Washington’a gittik, 1983’te bir enstitü kurduk. Finansmanın büyük bir kısmı Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. Asıl amacımız Türkiye üzerine çalışan bilim adamları ve talebelere mali imkan sağlamak. Tansiyonun yüksek olduğu bir dönemde Türk ismini gören, ne kadar Türkiye’yi sevmeyen varsa ABD aleyhine çalıştığımızı zannetti. Öyle tehditler aldık ki... Kendi başkentimizde beş sene tabancayla dolaştım. Halbuki Washington’da tabancayla dolaşmak büyük bir suç, kongre üyeleri bile ruhsat alamıyor. Ben nehrin karşısında, Virginia’da oturuyordum, oradan ruhsat almıştım.
Sonra?
1993’te Princeton Üniversitesi’ne geçtiğimde orada bir Türk Kürsüsü açıldı. Kürsünün başına ben geçince kıyamet koptu, ‘Bu adam Türk ajanı’ diye. Beni işten attırmaya çalıştılar. Ama bir şey olmadı tabii.
Türk vatandaşı mısınız?
Rahmetli Özal ile yakın ilişkilerimiz vardı. Birkaç kez Türk vatandaşı olmamı istedi ama kabul etmedim. Çünkü geleceği ABD’de görüyordum. Ama şimdi Tayyip Bey ya da Abdullah Gül’den teklif gelirse kabul ederim.
Kendiniz neden olmuyorsunuz?
Açık konuşayım, hala bu memlekette kadın ve erkekler arasında bu konuda ayrım yapılıyor. Yabancı bir kadın Türk erkekle evlendiğinde otomatik olarak Türk vatandaşı oluyor. Türk kadınla evlenen yabancı erkekler ise beş yıl uğraşıyor. Bu yaştan sonra kendimi o strese sokamam.
RÖPORTAJ ARKASI
Prof. Dr. Heath Lowry, son birkaç aydır Bahçeşehir Üniversitesi’nde Osmanlı tarihi üzerine dersler veriyor. O kadar güzel Türkçe konuşuyor ki... Söyleyemediği tek Türkçe kelime ‘üniversite’. Ama mesela İkinci Dünya Savaşı’ndan bahsederken ‘İkinci Cihan Harbi’ diyor!
Sayısız kitap yazan Lowry, son olarak 20’li yıllarda fotoğraf makinesiyle Türkiye’ye gelen gazeteci Clarence K. Streit’ın anı ve fotoğraflarını yayımladı.
Lowry, 38 yıldır Demet Hanım ile evli. Türkiye’de tanışmışlar, o yıllarda Demet Hanım Türk-Amerikan İlmi Araştırmalar Derneği’nde çalışıyormuş. İkisinin de ikinci evliliği. Lowry, ortak çocuklarının olmadığını eski evliliklerinden çocuklarının bulunduğunu söylüyor: “Eşimin çocukları Çiğdem New York’ta avukat, küçük kızımız Ayşegül Washington’da tercüman. Benim de bir oğlum var; adı Damon, pizza dükkanlarını idare ediyor.”
Mail adresi ataturk@princeton.edu. Nedenini soruyorum, gülerek anlatıyor: “1993’te vakıf kurslarına bir isim veriliyordu. Princeton’dakinin adı ‘Atatürk Kürsüsü’ oldu. Benden bir e-mail adresi almamı istediler. Bilmiyordum ki herkes kendi ismini kullanarak mail alıyor. Unutmayacağım bir isim seçtim. Başıma enteresan şeyler geliyor. Yılda yedi-sekiz genç mail atıyor ‘Hocam ben de Atatürk’ü çok seviyorum, doktora yapmak istiyorum’ diyor.
Kennedy öldürüldükten birkaç ay sonra Türkiye’ye gelen Lowry, ABD’nin yerini haritada bilmeyen pek çok Türk’ün Kennedy’nin ardından ağladığını söylüyor: “Kennedy’nin sayesinde belki bin farklı yerde bana çay ikram edildi!”
http://www.stargazete.com/pazar/tayyip-bey-teklif-ederse-haber-413366.htm