27 Mayıs 2011
Türkiye ve Ermenistan’dan 15 gazeteci Adana’dan Erivan’a tarihin acı izlerini sürdük. Girdiğimiz her kentte gördük ki onlar bu topraklardan gitmek zorunda bırakıldılar ama kaybeden Anadolu oldu.
Onlarca yıllık bir sorun bu; acısı, özlemi, öfkesi büyük... Üstelik Türkiye’nin Kürt sorunundan sonra en çetrefilli, en derin ve tartışılması en zor konusu. Anadolu Ermenileri ve tehcir sorunu. İki toplumun da ortak hafızasında derin izler bırakan bu büyük trajedi Anadolu Ermenileri’nin ya da Osmanlı’nın ‘Millet-i Sadıka’sının binlerce yıldır yaşadığı topraklarından dönmemek üzere ayrılmasıyla “son” buldu. Bu büyük trajediye isim vermek siyasilerin işi olarak görülse de, bu topraklardaki herkes tarihin bu dramatik bölümüne dair yeniden bir sorgulama yapmalı. Peki ama nasıl? İdeolojikleşmiş tarihi öğretileri malum. Bu kısır döngüyü yaşanan acıların ayak izlerini takip ederek anlamaya çalıştık. İstanbul Kültür Üniversitesi-GPOT (Global Politics Trends Center ), Erivan Basın Kulübü ve İnternews Armenia da bu düşünceden yola çıkarak, iki bin yıldır birlikte, içiçe yaşayan iki halkın 100 yıllık yalnızlıklarına son vermek için harekete geçti. Ermenistan ve Türkiye’den gazeteciler, tehcirin en dramatik halkalarından birine tanıklık eden Musa Dağı’ndan yola çıkarıp, Erivan’a götürdü. Bir başka gözle bakıp acıyı görebilelim diye...
Sorunu sermaye çözer
Otobüsteyiz. 16 gün sonra gözlerimiz dol dolu, sarılarak ayrılacağımız Tigran, Kristina, Astghik, Sona, Andrianik ve Armen ile birlikteyiz. Ancak şimdi, bakışlar ürkek, çekingen. İlk durağımız Adana. Kozan ya da Ermenice ismiyle ‘Sis’e ulaşma isteğimiz yol yokluğu engeline takılıyor. Adana’ya dönüp Türkiye sermayesinin genç temsilcileriyle buluşuyoruz. Adana Genç İşadamları Derneği’nin başkanı Hakan Çelik’in ısrarlı “Soykırım” sorularına yanıtı yeni sermayenin düşünce yapısını da gösteriyor: “Bu tarihçilerin ve politikacıların işi. Bize bıraksalar çözüm rahat olacak. Herkes kazanacak. Tarihe takılıp kalmak istemiyoruz, iş yapmak istiyoruz.”
Koronun tek Ermeni Kızı
Hatay’ın dünyaca ünlü medeniyetler korosu bekliyor bizi. Ermenice, Türkçe, Süryanice; bütün dillerden, dinlerden ezgiler yükseliyor geceye. Koro’nun 16 yaşındaki tek Ermeni üyesi genç kız Ermenistanlı meslektaşlarımızın gözdesi oluyor. Rotamızı Şanlıurfa’dan Van’a çevirdiğimizde bütün grup bu kadar aynı iki toplumun 100 yıl boyunca ayrı kalmasına neden olan olayları sorguluyor kafasında. Futbol diplomasisinin ardından iki ülke siyasi ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan en önemli adım bu kentte atılmıştı. Ermenilerin kadim kilisesi bin 100 yıllık Akdamar, restore edilip, 100 yıllık aranın ardından ibadete açılınca... Hemen Akdamar’a geçiyoruz. 20 gazetecinin kaprisini çeken rehberimiz Ferzan Demirbaş’ın çırpınışlarına rağmen adanın dört yanına dağılıp tarihin izlerini arıyoruz. Ertesi sabah yemeğe giderken kendimizi BDP mitinginin ortasında buluyoruz. Bir gün önce yaptığı sert açıklamalarla gündeme oturan DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, sözlerinin çarpıtılmasından yakınıyor. “Ben her koşulda birlikte yaşamayacağımızı söyledim. Cennet de olsa cehennem de.”
Bir yanı Ağrı, diğeri Ararat
Van’dan Kars’a geçerken Ermeni meslektaşlarımızın duygusallığı sarıyor bizi de. İstikamet Doğu Beyazıt. Ağrı bütün ihtişamıyla karşımızda. Öğreniyoruz ki, Ermeniler bütün dağlara bir erkek, bir de dişi ismi veriyor. Ağrı’nın erkek ismi Ararat, dişisiyse Masis. İnip koca dağı izliyoruz. Yoldaki her ilginç ayrıntıyı ustalıkla fotoğraflayan Tigran “Bizim oradan daha iyi görünüyor. Göreceksin” diyor gülümseyerek. Vakit kaybetmeden turun Türkiye’deki son durağı Kars’a gidiyoruz.
Melik Ahmet, Ali Paşa veya Xançepek mahallesi...
Turun en ilginç anları Diyarbakır’da yaşanıyor. İlk durağımız Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in mekanı. Baydemir, heyecanlı ve sevinçli. Ermeni ve Süryaniler için yaptıkları çalışmaları anlatıyor ve hüzünle ekliyor: “Bu kadim kent birçok değerini kaybetti. Ermeniler, Yezidiler Süryaniler, Keldaniler gitti ve biz kaybettik.” Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın makamındayız. Ermenice bastırdıkları çocuk kitabını gösteriyor, gururla. Soluğu Melik Ahmet’te alıyoruz ya da Ermenice Xançepek mi deseydik... Dört ayaklı minarenin yanından geçip ‘Gavur Mahallesi’ne ulaşıyoruz. Büyükşehir Belediyesi’nin restore ettiği Ortadoğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi’ne gidiyoruz. ‘Kuçe’lerde dolaşıyoruz. Her köşede 100 yıl öncesinin çocuk gülüşleri, kavgaları saklı. Ermenice şarkılar, Kürtçe stranlara karışıyor, Ezan bitiyor Kilise’nin çanı çalıyor. Süryaniler oturuyor köşedeki kahvede. Kadim kent geçmişine ağlıyor. Şimdi tek renk ve eski sakinleri uzakta.
Ani’yi gözetleyen nöbetçiler
Koordinatörümüz Narod Maraşlıyan’ın uyarısıyla otobüse biniyoruz. Kars belki de bu acı tarihte en çok çile çeken kentlerin başındadır. Rus işgalinden kalma geniş caddeler, Ermeni ustaların maharetli binalarını “Kars’ın ikizi” diyeceğimiz Gümrü’de de göreceğiz. Birazdan Ermeni Bagratian Krallığı’nın başkenti Ani harabelerini gezeceğiz. Bagratianlar’ın kadim başkenti Ani’deki tabelalarda yaşayan onlarca millet teker teker anlatılıyor, ama kurucuları Ermeniler yok! Derin bir vadinin ortasından iki ülkenin sınırını oluşturan Arpaçay akıyor. Biz buradan Ermenistan’ı görüyoruz, onlar ise memleketi. Şehir merkezinde bir kahvede konuştuğumuz yaşlı Ahmet dede herşeşyi özetliyor” Acılarımız ortak. Ama onlar gittikten sonra da buralar boş kaldı.”
Antakya’dayız
Musa Dağı’nın eteğindeki, Türkiye’nin tek Ermeni köyü, Vakıflıköy’de. Kıvrılarak giden yollardan narenciye bahçeleri arasındaki köyün nüfusu 135. Rahip 2003’te vefat ettiğinden beri, ibadetlerini ya Hatay’da yapıyor ya da İstanbul’dan din adamı gelmesini bekliyorlar. Cemaatin genç temsilcisi Cem Kaçar, sorunlarını anlatırken en çok bunu vurguluyor.
Şanlıurfa’da birinci kebap isyanı
Dinlerin kadim başkenti Şanlıurfa’nın havası bütün grubu sarıyor. Burada gruba Abhazla, osetya ve Gürcistan’dan 4 meslektaşımız daha katılıyor. Maalesef meslektaşlarımız siyasi gerginlikler ve sorunlar nedeniyle bize sadece Kars sınırına kadar eşlik edebildi. Şanlıurfa küçük çaplı bir isyana da neden oluyor : Kebap İsyanı. Üç gündür, günde iki öğün kebap yiyen Ermeni meslektaşlarımızın ‘Yerel yemek istiyoruz’ isyanı hepimizi ele geçiriyor.