06 Mayıs 2011
93 Harbi de denilen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası kurulan Ermeni ihtilal örgütlerinin eylemleri sadece Müslümanları değil, Osmanlı Devleti’ne sadık hain(!) ırkdaşlarını da hedef alıyordu.
Sulu Han’da mağaza sahibi Kirkor oğlu Ferhad’a: “Senden elli lira talep ediyoruz. Asla müddet geçirmeyesin. Hemen bu elli lirayı vereceksin. Eğer vermez ve bu sırrı kimseye haber verir isen seni öldürürüz, vururuz, keseriz. Bu akçeyi kumpanyaya vereceksin.”
Edirne Murahhası Mesrob’a: “Padişaha sadakat göstererek ve dua ederek millete hıyanetinizi gösterdiniz. Biz ayaklı nihilistleriz, sizin cezanızı tayine teşebbüs ettik ve muvaffak da olacağız, sizi öldüreceğiz.”
Rusya’da mukim Eğrek Karyeli Minas Ağa’dan eniştesi Aramel’e: “Önceki mektubunu aldım, afiyetteyiz. Size silah vermek üzere iki arkadaşı gönderiyorum. Buradaki teşkilata kaydolmalısınız. Köydeki delikanlıların da bu teşkilata yazılması için çalışmalısın. Manuk Ağa’nın oğlu Ağanik ve Mardinos’un fedai yazıldığını işittim. Bu habere çok sevindim. Silah ve para meselesi çok önemlidir. Silahlanmadan, Türklerin hakkından gelmek çok güçtür. Korkmayınız, bu kötü günler geçecek, birlikte hareketle, güçle zafere ulaşacağız.”
Prof. Dr. Haluk Selvi imzasıyla Timaş Yayınları’ndan çıkan “Millet-i Sadıka’da İsyan / Ermeni Komitacıların Gizli Mektupları 1878-1923” başlıklı kitapta yer alan bu satırlar, sözde Ermeni soykırımını anma törenlerinin yapıldığı şu haftalarda, meseleye sadece 1915 tehciri üzerinden bakmanın yanlışlığını açık ve net ortaya koyuyor. Ayrıca tek vaka üzerinden tarih ve millet yargılama yerine, süreç analizi ve sebep-sonuç ilişkisi ekseninde hareketin de önemini gösteriyor.
Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın ikinci yarısının başında ezeli düşmanı Rusya ile bir defa daha karşı karşıya gelir. Tarihe 93 Harbi diye geçen 1877-78 savaşı, Devlet-i Âliye’nin hezimetiyle bitince evvela Ayastefanos, akabinde de Berlin Antlaşması imzalanır. Tabii mağlubun acziyetinden ziyadesiyle faydalanmaya dönük antlaşma maddeleri arasında Doğu Anadolu’da özellikle Ermenilerin yaşadığı bölgelerde ıslahat yapılması talebi de vardır. O güne kadar Rum, Sırp ve Bulgarların aksine devlete karşı toplu bir isyana girişmeyen Ermeni cemaati içinde de böylelikle ilk ihtilal örgütlenmeleri türer. Hedef bağımsızlıktır ve buna erişmenin en kestirme yolu da gerekirse şiddete başvurarak teşkilatlanmaktır.
1880’lerin başında Van’da Mıgırdiç Portakalyan ve Berlin Antlaşması’ndan sonra milletini silahlı mücadeleye davet eden eski Patrik Mıgırdiç Kırımyan tarafından “Ermeni Yurttaşlar Birliği’ kurulur. Yine 1885’te Van’da Portakalyan, “Armenakan” isimli ilk örgütlü komitayı teşkil eder. Temel slogan “özgürlük veya ölüm”dür. Esasında zikredilen oluşumlar bağımsız Yunanistan’a giden süreçte Rum komitaların kullandığı ve Avrupalı devletler ile Rusya’yı gayrimüslimler konusunda Osmanlı’ya baskıya ikna için sistemleştirdikleri “Mağduriyetin temelini at, inşa et ve bunu Avrupa’ya abartarak aktar” felsefesinden beslenir. Hücre şeklinde sayıları artırılan komitaların girişecekleri eylemlerde koordinasyonu sağlama adına da mektuplaşma yöntemi tercih edilir. Üstelik burada da ellerini güçlendiren bir nokta vardır ki o da devrin Osmanlı’sında posta ağı genel itibarıyla Avusturyalı, Fransız ve İngiliz şirketlerin elindedir. Tabii kullanılan tek unsur posta ağları değil, misyoner okulları ve yabancı ticaret gemileri gibi daha farklı kanallardır. Ülkesindeki bütün gelişmeleri bilhassa da ayrılıkçı hareketleri takip adına sıkı bir kontrol sistemi geliştiren Sultan II. Abdülhamid ise aynı dönem muzır kabul ettiği bu nevi işleri denetim için adına sıkı davranıyordu. Padişahın bu siyaseti Ermeni komitalarını haberleşme de limon suyuyla mektup yazma, zarf üzerindeki pulların altına notlar gizleme, zarf içine tam orta kısma veya görünmeyen ek yerlere mesajlar yerleştirme türünden tekniklere yöneltir.
Lakin devlet ne kadar tedbir alırsa alsın, Ermeni komitalarının arkasında başta Rusya çoğu Avrupalı güç açıktan veya dolaylı bulunduğundan suçüstü yakalanan üyeler dahi hak ettikleri karşılığı almaz. Propaganda, para ve silah temini gibi üç ana temel üzerinde yükselen komitaların iç yüzünü göstermesi açısından bugün en sağlam kaynaklar vaktiyle ele geçirilebilen hücrelerarası mektuplaşma örnekleridir ki bunlar hâlihazırda Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde kayıt altındadır. Söz konusu mektuplardan 1878 ila 1923 arası 100 tanesini seçip inceleyen Prof. Dr. Haluk Selvi’nin çalışmasında yer alan belgelerde belki de en dikkat çekeni komitaların sadece Müslümanlara değil soydaşlarına dahi reva gördüğü maddi ve manevi baskı ve zulümdür. Yine misyonerlerin Ermeni komitacılara propaganda, para hatta silah konusunda yaptığı yardımlar da gözler önüne serilmektedir.
Mesela K. V. Hallward “Sevgili dostum Mösyö (Komidas) Hekimyan” diye başlayan 15 Kasım 1895 tarihli mektubunda şunları diyor: “Tüfek vesairenin bulunduğu sandığı ne zaman Erzurum’a gönderdiniz? Geçenlerde meydana gelen acıklı vakanın (Bitlis ve diğer olaylar) aslı esası nedir? Olayları ilk Ermeniler mi yoksa Türkler mi başlatmıştır? Bu olayların çıkmasına Bahri Paşa’ya yapılan suikast mı sebep olmuştur? Bunlar ne budala adamlarmış ki, silahlarını doğruca hedefe isabet ettirememişler!”
Neticede açıktan destek alınca, komitaların devlete bakışı da ona yönelik üslubu da değişmiş hatta tehdit eder bir hâle gelmiştir. “Devrimci Komita’dan Sadrazam’a/ İstanbul- 30 Haziran 1894… Ermeni ruhban sınıfına yöneltilmiş mektupların bir sonucu birçok Ermeni tutuklandı. Biz Ermeni Devrimcileri bu mektupların tek yazar ve dağıtıcısı iken, tutuklanan kişiler bu işe karışmamış iken, Sultan, Ermeni Başpiskoposu Horen Aşıkyan’ı tasfiye ederek, patrikhaneyle ilgili talepleri tanımışken ve yine aynı emirle suçlamayı geri çekmişken ki eğer kişilerin tutuklanmasına sebep böyle bir suçlama gerçekten varsa: Sizden bahsi geçen meseleyle ilgili tutuklananların hepsini serbest bırakmanızı talep ediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu boyunca patlak verme tehlikesi olan devrimi ancak adaletle ilgili önlemler alarak ve Ermeni halkının taleplerini yerine getirerek önleyebilirsiniz. Bu mektup yabancı güçlerden temsilcilerin bilgilerine sunuldu. Hınçak Komitası İstanbul Şubesi.”
İdareye bile rest çekmekten çekinmeyen ayrılıkçı zihniyet milletinin fertlerini de ezmekten geri durmaz. Komitacı Tanil Çavuş’un mektubu da bu minvalde satırlarla doludur: “Rifatlü Efendi/ Şu mektubu yazmaktan maksat, milliyetperverliğinizi anlamaktır. Bu şirket ve dağ çetesi sizin için bedenen ve malen çalışmaktadır, millet için kan döküyoruz. İşbu küçük çete İngiltere usulünce ve dağ harekâtı tertibatına uygun ve büyük Hınçakyan’ın idaresi altında olarak kurulmuştur. Dağ reisi Tanil Çavuş’un iktidarını gördünüz zannederim. İşte Tanil Çavuş benim. Dağ kuşuyum. Ben, Ermeni kahramanlarını yücelteceğim. Patukyan bilmiş ol ki, Maden gibi seni de mahv ve perişan edeceğiz. Sinek denilen hayvanın üç aylık ömrü olduğunu bilirsin, senin o kadar da ömrün yoktur. Çarşıda ve mahallede ve her nerede rast gelirsek seni telef edeceğiz. Eğer yaşamak ister isen Seyran Tepesi’nde bir dikili taş vardır. Onun altına yüz İngiliz lirası bırak, şirket onu alır. Bu mektubu oku. Güzelce tefekkür et. Akçenin tedarikine bak, göreyim seni, git bunu da hükümete haber ver, istediğini yapmakta serbestsin!”