30 Nisan 2011
Terhisine 23 gün kala arkadaşının silahından çıkan kaza kurşunuyla hayatını kaybeden Ermeni asıllı Jandarma Er Sevag Şahin Balıkçı’nın cenaze töreni İstanbul Feriköy Ermeni Kilisesi’nde düzenlendi.” diye başlıyor Zaman gazetesinin haberi. Bir insanın Ermeni olamayacağı, olsa olsa Ermeni asıllı olabileceği, Ermeni kalmaya çalışanların 96 yıl önce tarihin sayfalarına kimce gömüldüğü iyi bilinen hikayemizde, gazete Ermeni olmanın bu topraklarda kendi ölümünü bile Türk gibi yaşamak gibi bir bedeli olduğunu hatırlatıyor bize.
Cenazeden önce her gazetede aynı şey söyleniyordu: Kilisede şehit cenazesi. Şehit kelimesinin anlamı bile Türkiye medyasında böylesine vulgarca (özensizce) değiştirilirken, bir askerin ölümünü sorgulamak yerine (Şüpheli asker ölümlerinin son yıllarda sayıca artışı) o askerin cenaze töreninin farklı etnisitelerin dostça yaşamı çerçevesinde paketlenip bize sunulması resmi ideolojinin zaferi değil mi?
Türkiye’de özellikle vekil adaylarının belirlenmesi sürecinde bile hâlâ “Kürt asıllı” ya da “Ermeni asıllı” gibi tabirlerin kullanılması, bu adayların kimi partilerce vitrin adayı olarak öne sürülmesi ve dahi medyanın bu adaylara olan yapay ilgisi ulus devlet bunalımının vardığı sahte hesaplaşma aşamasının problematik yanlarını ortaya koyuyor.
İnan Süver’in vicdani ret durumunu hâlâ asker kaçaklığı olarak yorumlayanlar, aynı köyden beş askerin art arda askeriye çatısı altında ölümünü atlayanlar Sevag’ın ölümünden Türkiye’nin ulus çatısına dair bir fotoğraf çıkarma gayretindeler. Bir 24 Nisan günü ölen Sevag’ı Türkiye’nin tarihsel istatistiklerine kaç milyon artı kaç olarak işleyeceği konusunda net bir tahminimiz olmamakla birlikte cenaze törenini bile Türkleştirdiğimiz Sevag’ın ölümüne şüpheci bir bakış atmak gazetecilik ilkelerine haysiyetle tutunmak değildir de nedir