25 Nisan 2011
Türkiye'deki Unutturulan Ermeni Mirası
İsveç'e yıllar önce politik mülteci olarak gelmiştim. Uzun süre gidemediğim ülkeme artık rahatlıkla gidip gelebiliyorum. Bu hakkın, dünyanın dört bir yanına savrulmuş Ermeniler için de ne kadar doğal bir hak olduğunu biliyorum...
Bir başka gün diş teknisyeni olan Mher Dangourian'la buluşuyorum. Sakin ve nüanslı bir Türkçeyle konuşuyor. Halep'teki canlı Ermeni kültür hayatının önde gelenlerinden biri.
Eşinin İstanbul'daki ünlü mimar ailesi Balyanlar'dan geldiğini söylüyor. Balyan ailesinden kuşaklar boyunca gelen mimarlar, 1900'lerin başlarına kadar bir çok saraylar, köşkler, camiler, hastaneler, okullar ve köprüler yaptılar. Bunlar bugün de İstanbul'un en güzel ve görülmeye değer mimarlık eserleri.
Gözlerinde muzip bir ifade ve şakacı bir gülüşle "Balyanlar'ın yaptıklarını çekin, alın, İstanbul'da bir şey kalmaz, denir" diyor Mehr ve devam ediyor:
"Siz Türkler, Ermenilerin hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde çeşitli alanlarda yaptıklarıyla gurur duymalısınız. O gururu bize de yaşatmalısınız. Ünlü bir Ermeninin kimliğini gizlemek için 'hristiyan Türkmen' diyorsunuz. Türkler, böylesine budalaca bir tutumla farkına bile varmadan kendilerini bütün dünya önünde gülünç duruma sokuyorlar. Günümüzdeki Türk hükümeti, bir yakınlaşma için ufak ufak adımlar atıyor. Bu gelişmeyi gören Türkiye sınırları dışında yaşayan Ermeniler, Türklere karşı daha yumuşak bir tutum almaya başlıyor".
Ermeni kıyımı konusunda kararlı ama esnek bir bakışla konuşuyor: "Bir yerde dört bin yıl boyunca yaşamış birilerini alıp başka yere sürersen, ben bunu soy kırımı olarak nitelerim, onları katletmiş olmasan bile".
Türklerin en önde gelen tezlerinden birini şöyle yanıtlıyor Mehr: "Evet, Türkiye'den Rusya'ya geçip orada askerî eğitim alıp Rus orduları Doğu Anadolu'yu işgal edince Türklere karşı savaşan Ermeniler olmuştur. Türkiye'ye karşı Fransız ordusunda lejyoner olarak savaşan Ermeniler de olmuştur.
Ama bütün bunlar askerî suç, savaş suçu. Fakat siviller, kadınlar ve çocuklar Osmanlı yurttaşlarıydılar, imparatorluğun azınlıklarından biriydiler. Onlar ne suç işlemişti peki?
Türklere karşı savaşmayan, tersine Osmanlı ordusunda Çanakkale'de, başka cephelerde düşmana karşı savaşan Ermeni erkeklerin suçu neydi? Böyle büyük bir imparatorluk kendi halkını nasıl katledebilir? Savunulacak bir şey mi bu?
Burada Osmanlı'nın Balkan kompleksini görüyürum ben. O zaman şöyle düşünmüşlerdi: Bulgarların, Yunanlıların, Sırpların biz Türklere yaptığını biz de Ermenilere yapmalıyız. Ama şu bir gerçek ki, Bulgarlar orada yaşayan Türkleri İstanbul'a kadar yürümeye zorlamadı.
İki hafta sonra Maraş'a gideceğim. Dedemin yaşadığı mahalleyi bulacağım. Hâlâ varsa o mahallenin sokaklarında yürüyeceğim. Bu yolculuğun heyecanını yaşıyorum şimdi. Bu yolculuğu gerçekleştirmek en büyük düşümdü.
Ararat'ı görmeyi saymıyorum bile bu arada. Ararat'ı bize geri verin demiyorum. O dağın bin yıl önce Ermenilerin toprakları arasında yer aldığını söylemenizi duymam yeterli benim için!".
Suriyeli Ermenilerin günümüz Türkiye'sine bakışı
Avrupa'da Suriye'dekilerden çok fazla Ermeni yaşıyor, özellikle Fransa'da (yaklaşık 400 bin kişi).
Bana göre Suriyeli Ermenleri dinlemek çok daha önemliydi. Onlar Türkiye sınırının hemen ötesinde yaşıyorlar, Türk tv-kanallarına bakıyorlar (hatta Onnig, Kurtlar Vadisi'nde küçük bir rolde oynamış- hayatın ironisi!-), politik tartışmaları, dizi filmleri izliyorlar, Türk müziği dinliyorlar ve Türklerle ticaret bile yapıyorlar.
Çoğu Türkçe konuşabiliyor. Türkiye, eski yurtları, her an günlük yaşamlarında onların. Batıdaki Ermenilere kıyasla geleneklerini dış etkilere karşı çok daha iyi korumuşlar.
Bu yüzden kaynağa, köklere gitmek ve Halep'teki Ermenilerle buluşmak istedim. Bu yüzden, onların duygularının, düşüncelerinin ve Ermeni kıyımı konusundaki görüşlerinin, gerçekliği daha yakından yansıtacağı düşüncesiyle Halep'e gittim.
Şimdi Mehr'i dinliyorum: "Genelleme yapamayız. Amerikalı Ermenileri kendimizle kıyaslayamayız. Şimdi Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkiler çok iyi. Bayrakları sallayıp isyan çıkaramayız. Biz Suriyeli Ermenileriz. Buradaki devlete karşı baş kaldırıda bulunamayız. Türkiye'den her şeyden önce istediğim, özür dilenmesi. Elimde yasal tapusu olsa bile Türkiye'den hiç bir mal-mülk istemiyorum. Türkiye soy kırımın olduğunu kabul ederse dedemin mezarını ziyaret edeceğim ve 'huzur içinde yat' diyeceğim."
Suriye Ermenilerinin günlük hayatı
Suriye'deki Ermeniler nasıl yaşıyor? "Yeni" ülkelerinde yaşadıkları bazı zorluklar ya da çatışmalar var mı?
Mehr, Ermeniler ile Arap devleti Suriye arasındaki uyumlu ilişkiden çok memnun:
"Devlet bize karşı hoşgörülü. 50'li ve 60'lı yıllarda daha sıkıntılıydı ilişkilerimiz. 1946'daki bağımsızlıktan sonra yıllar geçtikçe devlet kendini daha güven içinde hissetmeye başladı ve bu yüzden azınlıkları da bir tehlike olarak görmüyor artık.
Kendimizi hiç bir şekilde baskı altında hissetmiyoruz. Suriye devleti, toplumda var olan kültür mozaiğini ciddî bir şekilde benimsiyor. Örneğin biz kültürümüzü korumamız için etkinliklerimizi destekleyen cömert yardımlar alıyoruz.
Biz Ermeniler Suriye'de sosyal hayatı en zengin olan azınlık grubuyuz. Dinsel cemaatlerimizin yanı sıra tiyatro klüplerimiz, spor derneklerimiz ve gençlik kuruluşlarımız var.
Çok iyi işleyen bir haberleşme ağımız var. Sokakta rastladığım bir Ermeniyi tanımasam bile onun kim olduğunu bilirim. Herkes birbirinin aile ve akraba ilişkilerini ve ne yaptıklarını bilir.
Biz buradaki devlet politikasına karışmayız. Bütün kültürel haklarımızı almış olmasaydık, politikayla uğraşmak zorunda kalırdık elbette. Burada kendi okullarımız var. Arapça zorunlu dil ama İngilizce ve Fansızca eğitimimiz de var. Kendi kitaplarımızı basıyor, dergilerimizi yayımlıyoruz. Toplum içinde örgütlenme yeteneğimiz var.
Öyle olmak zorundayız. Yoksa Amerika'daki gibi olur. On yıl geçtikten sonra Ermeniceyi konuşmazdık. Bu nedenle kültür hayatımızı korumaya çok büyük ağırlık veriyoruz.
Ermenice konuşabiliyorum, bir Ermeni gibi düşünebiliyorum ve hiç bir zaman asimile olmayacağım. Çocuklarımızın hepsi okula gidiyor. Ermenilerin hepsi Ermeni okullarına gidiyorlar."
Ermenilerin Suriye devletiyle ilişkisi konusunda Ermeni papazı Gomidas, çok ilginç ve alışılmadık bir resim çiziyor bana. Gençliğinde amatör bir tiyatrocuymuş Gomidas.
Ev sahibim Mano, ona hep papaz rolleri verirmiş. Sonunda gerçekten de papaz olmuş. Bir akşam üzeri Mano'nun evine, kilisenin kültürel etkinlikleriyle ilgili bir konuda konuşmak üzere geldi ve beklenmedik bir şekilde bir Türkle, benimle karşılaştı.
Ermenilerin Halep'te beş Ortodoks, üç Katolik ve iki Protestan kilisesi olduğunu anlattı bana.
"Suriye'de farklı etnik kökeni olan 1,5 milyon Hristiyan yaşıyor. Bunların yaklaşık 100.000'i Ermeni. Ancak son 20 yılda, Arap milliyetçiliğini yükselişiyle birlikte, binlerce Ermeni ABD'ye, Kanada'ya ve Avusturalya'ya göçtü".
Gomidas, Ermeni kilisesinin Suriye'de benzersiz bir şey yaptığını söylüyor. Ermeni kilisesi, Ermenilerin miras ve aile hukukuyla ilgili işlemlerinin yürütülmesini Suriye devletinden kendi üzerine devralmış.
Önceleri, ölen bir Ermeninin ardından mahkeme ve devlet dairelerinde yürütülen zorunlu yasal işlemlerin tamamlanması bir kaç yılı alıyormuş. Bu hak devrinden sonra söz konusu yasal süreç, yalnızca bir iki hafta sürüyormuş.
Gomidas, devletle yaptıkları bu yetki devri anlaşmasından gurur duyuyor.
Halep şehri
Son günümde şehrin sokaklarında dolaştım. Kaldırımlar insanla dolu, yollar ve meydanlar da arabalarla. Ama yine de gürültü ve karmaşa yok. Acele eden, koşturan, bağıran kimseye rastlamıyorum. Dükkânlarında yalnızca sabun satılan bir sokaktan geçiyorum. Ona paralel bir başka sokakta ise yalnızca baharat, çay ve kahve satılıyor.
Mahalle içlerine girince büyük ve çok güzel ama terk edilmiş taş yapılar görüyorum. Bunların Yahudi vakıflarına ait olduğunu öğreniyorum. İsrail'le 1967'de yapılan savaştan önce Yahudiler oturuyormuş bu evlerde. Şimdi Suriye'de hiç Yahudi kalmamış.
Çarşı içinde alt katlarında küçük dükkânlar olan Osmanlı yapıları da görüyorum. Depo olarak kullanılan, kilitli pencereleri ve balkonları toz toprak içinde olan ist katların ahşap cephelerindeki nakışlar, geçmişte kalan güzel zamanları çağrıştırıyor.
Yollardaki insan kalabalığını izleyip kendimi Souk'da, Ortadoğu'nun en büyük kapalı çarşısında buluyorum. İnsanın yolunu kaybetmemesi mümkün değil burada.
Kokular, gölgeler, kumaş ve mücevherlerden yansıyan pırıltılar, uğultular, keskin sesler, parlak renkler ve tatlımsı ve nemli bir havanın oluşturduğu uçsuz bucaksız bir labirentde kayboluyorum. Kendine göre kesin düzeni olan bir kaosun içindeyim.
Yalnızca ben ve diğer yabancılar, yerle gök arasında akla gelebilecek her şeyin satıldığı küçük dükkânlar, eşya depoları, imalâthaneler, tamirhaneler ve kahvehanelerin olduğu bu dar sokak ve geçitlerde kaybolabilir.
Dar sokakların kesiştiği yerlerde oluşan meydancıklara geldiğimde önümde birden bire yükselen görkemli mermer kapılar görüyorum. Her biri, kolonları, alınlıkları dantel gibi işlenmiş, benzersiz sanat eserleri.
Bunlar, havuz ve şadırvanların olduğu, güzel kokulu sarmaşıkların ve asmaların duvarları kapladığı, bazen camilerin ve hanların bulunduğu avlulara açılıyor.
Bir süre burada, o durgun ve sessiz hava içinde oturup su damlalarının sakinleştirici müziğiyle dinlenebilirsiniz. Daha önceleri bu vahacıklarda konsolosluklar ve hatta insan değerini ve onurunu koruyan ve camilerin desteğiyle yaşayan bir akıl hastanesi de varmış.
Burada, Halep şehrinde, insan İpek Yolu'nun parlak dönemindeki hareketliliği ve uğultuyu hissedebiliyor.
Ortadoğu'nun en büyüğü olduğu söylenen, yuvarlak ve yapay izlenimi veren bir höyük üzerinde bulunan kale, kapalı çarşıdan bir taş atımı uzaklıkta.
Bu kale bir zamanlar şehir içinde şehirmiş. İyi korunmuş surlarla çevrili. Söylenceye göre Kudüs'ü Haçlılar'dan geri alan Salahaddin Eyyubi'nin oğlunun sarayı bu kalenin içindeymiş.
Yukarıdan şehrin manzarasını seyrettikten sonra Vahak'la buluşmak üzere gümüşçüler çarşısına gidiyorum. Yakınlarıma ufak tefek hediyeler alacağım. Hagop Dolabsjian bizi dükkânının eşiğinde geniş bir gülümsemeyle karşılıyor.
Ismarladığı kahveleri içerken hemen pazarlığa başlıyorum. Bu sevimli ve dost canlısı Ermeni elbetteki bu sanatın ustası. Sonuçta kim kazandı, bilmiyorum ama ben yaptığım ticaretten çok memnun kaldım.
Dedeleri Antepli olan Hagop, akıcı bir Türkçeyle konuşuyordu. Bunu bir yıl kadar önce Suriye devlet başkanı Esat'la birlikte oraya gelen Türkiye başbakanı Erdoğan da fark etmiş.
Hagop onunla ne ölçüde pazarlık yaptığını söylemedi. Ancak, Erdoğan'ın kendisinin nasıl olup da bu kadar düzgün bir Türkçe konuştuğunu merak ettiğini, ne ki, onun Ermeni olduğunu hemen anlayıp, yorum yapmaksızın sustuğunu anlattı.
Halep'ten ayrılıyorum şimdi. Ama bu şehire yeniden geleceğimi biliyorum. Şu anda yaşadığım İsveç'e yıllar önce politik mülteci olarak gelmiştim. Uzun süre gidemediğim ülkeme artık rahatlıkla gidip gelebiliyorum.
Ama bu hakkımı, başka bir ülkede yaşadığım halde kendi ülkeme istediğim an özgürce gidebilme hakkımı, elimde tutmak istiyorum.
Bu hakkın, Anadolu'dan Halep'e ve dünyanın dört bir yanına savrulmuş olan bütün Ermeniler için de ne kadar doğal bir hak olduğunu biliyorum, bu temel insan hakkını bütün yüreğimle kavrıyorum.
Vahak'la vedalaşıyoruz. "Bu ziyaretinin biz Halep'teki Ermeniler için çok şey ifade ediyor, bunu bilmeni isterim" diyor.
Sevgili Vahak, benim için de çok şey ifade ediyor bu ziyaret. Bunu bilmeni isterim