11 Nisan 2011
Bu yıl Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Heybeliada’daki Ruhban Okulu’ndan mezun olup papazlığa başlamasının 50’nci, patrik seçilişinin 20’nci yılı. 2011 aynı zamanda okulun kapatılmasının üzerinden geçen 40’ıncı yıl demek
Yapılacak etkinlikler öncesi Patrikhane’nin basın ve halkla ilişkiler sorumlusu Peder Dositheos Anağnostopulos ile bir araya geldik. Hem Ruhban Okulu’nun son durumunu görüntüledik hem kurumlarıyla ilgili bitmeyen tartışmaları konuştuk
FENER Rum Patrikhanesi için 2011 yılının anlamı büyük. Çünkü bu sene Patrik Bartholomeos’un Heybeliada Ruhban Okulu’ndan mezun olup papazlığa başlamasının 50’nci, patrik seçilmesinin ise 20’nci yılı. Çeşitli etkinliklerle bu özel yılı kutlayacak olan patrikhane aynı zamanda 24 Nisan’daki Paskalya Bayramı’nın da hazırlığı içinde. Patrikhane’nin basın ve halkla ilişkiler sorumlusu Peder Dositheos Anağnostopulos ile bir araya geldik ve kendi hikayesinden Ruhban Okulu’nun açılmasına, bitip tükenmek bilmeyen ‘ekümenik’ tartışmalarına pek çok konuda konuştuk.
Fener Rum Patrikhanesi’nde başlayan röportajı, foto muhabirimiz Adnan Gül’ün Heybeliada’daki okulun son durumunu görüntülediği fotoğraflarla tamamladık. 2011 yılının Patrikhane açısından kutlanacak özellikleri olduğunu belirtmiştik ama bu tarih onlar için son derece üzücü bir başka yıldönümünü daha ifade ediyor. Çünkü Ruhban Okulu bundan tam 40 yıl önce 1971’de kapatıldı. Ancak ne Patrikhane unuttu orayı ne de bugün yaşları 70’in üzerinde olan eski öğrencileri. Sınıfları, yatakhanesi hatta müdür ve müdür yardımcısıyla eğitime hazır tutulan okulun tek eksiği öğrencileri...
- Siz de bu okuldan mı mezunsunuz? Biraz kendinizi anlatır mısınız?
Moda doğumluyum. Ruhban Okulu’ndan değil, İstanbul Rum Lisesi’nden mezunum. Üniversitede biyoloji okudum. Askerliğimi yaptıktan sonra evlendim ve Almanya’ya yerleştim. Orada 35 yıl ilaç araştırmaları alanında çalıştım. Emekliye ayrıldıktan sonra İstanbul’a olan bağlılığım devam ediyordu. 2003’te döndüm ve patrikhanede ya da cemaatte bir görev bulabilir miyim diye araştırmaya başladım. O dönem bir basın birimi kurulmak isteniyordu. Ama böyle bir görev alabilmek için ruhban sınıfına ait olmak lazım. Ruhban Okulu okumadan papaz olmak çok doğru değildir. Ancak benim pratik bilgim vardı ve bu pratik bilgi üzerine bir kilisede iki sene yardımcı papazlık yaptıktan sonra rahip oldum. Şu anda Dolapdere’de bir kilisenin papazlığını yapıyorum. Bütün cemaat 21 kişi. Benim çocukluğumda orada aşağı yukarı 6-7 bin Rum yaşardı. Şimdi bu kadar kaldı. Büyük kısmı da yaşlı.
‘2 bin 500 kişi için açılmaz’
- Ruhban Okulu neden bu kadar önemli sizin için?
Türkiye’de bazı kişilerin bir argümanı var: Toplasan 2 bin 500 kişi var. Bunlar için papaz yetiştirmeye gerek yok ki... İthal etsinler. Ama böyle değil. Çünkü bu Patrikhane’nin dünya ortodoks kiliseleri içinde en kıdemlisi olduğunu bilmeleri lazım. Onun için de buraya ekümenik unvanı verilmiştir. Bu 2 bin 500 kişi bizim sadece İstanbul’daki cemaatimiz. İstanbul’un dışında kuzey ve güney Amerika’da, Avrupa’nın muhtelif yerlerinde doğrudan bize bağlı cemaatler, Kore’de, Hong Kong’ta, Avustralya ve Yeni Zelanda’da başpiskoposluklar yani metropolitlikler var. Bunların papazlarını, başrahiplerini biz tayin ederiz. Bunu yapabilmek için de bu kişilerde aslında bir meslek yüksekokulu sayılabilecek ruhban okulundan mezun olmaları şartı ararız.
- Peki 1971’den beri buralarda nasıl rahip görevlendiriyorsunuz?
Şu anda böyle bir imkanımız olmadığı için biz dışarıdan ilahiyat fakültesi okumuş kişileri atıyoruz. Bu yanlış değildir. Fakat yeterli de değildir. Çünkü İstanbul Patrikliği’nin bu liberal ve dialoğu isteyen ve yürüten düşünce tarzı içinde büyümüş, eğitilmiş kimseler olması icabediyor. Heybeliada bu bakımdan çok mühim. İlaveten Patrikhane’de çalışanların Türkiye’de okumuş olmaları, nereden gelirse gelsin Türkçe bilmesi şartı var. Maalesef bu zor oluyor. Çünkü şu anda çalışanların bir kısmı Yunanistan’dan geldi. Türkçe öğrenmeye gayret ediyorlar ama başka bir şey bu.
Kararın hukuki bir tarafı yoktu
- Ruhban Okulu’nun Lozan hükümlerine aykırı olduğunu ileri sürenler var...
Lozan Antlaşması’nın 24’üncü maddesinde gayrimüslim cemaatlerin din ve eğitim konusunda özerk olmaları şartı var. Bizim kendi kiliselerimiz, hastanemiz, okulumuz mevcut. Ama bunların açık olmasıyla iş bitmiyor. Bunlara uzman da lazımdır. Papazı olmayan kilisenin ne manası var? Bu okulun açık olmasının Lozan’a ters hiçbir yanı yok.
- Ruhban Okulu’nun Bizans ruhunu canlandırmak için açılmasını istediğiniz de iddia ediliyor...
Bu düşünceler şundan kaynaklanıyor: Patrikhane eğer çok kuvvetli bir müessese olursa bu Türkiye Cumhuriyeti’ne aykırı düşer. Hayır düşmez. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Şu veya bu dini grubun herhangi bir siyasete karışmamak şartıyla hür bir şekilde faaliyet göstermesi ve dini eğitim vermesi hakkıdır. Okulun kapatılmasının hukukla alakasının olmadığı bugün ortaya çıktı. Ben şahsen Kıbrıs meselesinde koz olarak kullanıldığını ve bu nedenle kapatıldığını tahmin ediyorum. Bazı siyasetçiler bu okulun açılmasına ‘Anayasa engeldir’ diyor. Kimileri de hukukla ilgisi yok, bu siyasi bir problem diyor.
Milli Eğitim’e bağlıydı
- Hükümet’in görüşünün okulun açılması yönünde olduğunu biliyoruz.
Bu dediğiniz çok mühim. Çünkü şimdiye kadar hiçbir zaman resmi bir ağızdan ‘Biz bu okulu açmak istiyoruz’ diye bir cümle çıkmamıştır, ta ki Sayın Bülent Arınç ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘Bu okulu açmak istiyoruz. Fakat yolunu bulmak lazım’ diyene kadar.
- Okul kapalı ama eğitime hazır vaziyette tutuluyor bildiğim kadarıyla...
Okul, Aya Triada Manastırı’nın bir kısmı olduğu için bakımları yapılıyor. Burada öğretmenlik yapmak isteyen çok. Bunların bir kısmı buradan yurtdışına gitmiş olan Rum kökenli ilahiyatçılar, bazıları Avrupa’da görev yapan profesörler. Atina’da yaşayan 88 yaşındaki amcam da bu okulun mezunu ve hala -Allah isterse tabii- orada birazcık öğretmenlik yapma arzusuyla yaşıyor. Çok seviyorlar okullarını... ‘Patrikhane okul açmak istiyor’ diye yazıyorlar, bu doğru değil. 1951’de yapılan ve o zamanın hükümeti tarafından onaylanan yönetmelikte buranın Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir Rum azınlık ruhban okulu olduğu açıkça yazıyor. Yani Patrikhane’ye bağlı değil. Ama manastırın başrahibi aynı zamanda okulun müdürü olur. Fakat tek başına değil, her zaman Ankara’dan Bakanlık’tan tayin edilen bir öğretmenle birlikte. Bu öğretmen bakanlığa burayla ilgili bilgi verirdi. Heybeliada Ruhban Okulu her zaman kontrol edilmiş bir kurumdur.
Patriklik için dünyadaki 13 başrahip Türk vatandaşı oldu
- CNN International televizyonu geçen yıl yaptığı bir belgeselde Bartholeomos için ‘son patrik’ ifadesini kullandı. Artık patrik olmayacak mı kimse?
İstanbul’da yaşayıp Ruhani Meclisi teşkil eden 12 başrahip var. Bunların büyük bir kısmı çok yaşlı beylerdir. Bu meclisin üyelik şartı Türk vatandaşı olmak. Eğer patrik bir gün vefat ederse bu durumda bu meclisten yeni bir rahip seçilmesi mümkün değil gibi görünüyordu. Bu tehlike yüzde 100 ortadan kalktı. Çünkü 2009’un ağustos ayında Başbakan Büyükada’da bir öğle yemeğine katıldı. Yemekten sonra yetimhaneyi görmek istedi. O harabeden sonra onun tam karşısındaki Aya Yorgi Manastırı’nı ziyaret etti. Oranın misafir odasında birdenbire ‘Sizin Ruhani Meclis’te bir problem var. Bu mecliste görev yapan Türk vatandaşı üye olmadığı için patriklik tehlikeye girmiş. Sizin yurtdışında çalışan ve Patrikhane’ye bağlı olan başrahipleriniz var. Bunlar Türkiye’nin yurtdışındaki temsilciliklerimize başvurarak Türk vatandaşlığı istesinler. Biz bunu vereceğiz. Bu şekilde hiç olmazsa ruhani meclis üyeleri arada sırada değişebilir’ dedi. Bu benim hayatımda yaşadığım en olumlu olaydır. Bu süreçte Türkiye dışındaki 35 başrahibimizden 27’si Türk vatandaşı olmak için müracaat etti. 13’ü aldı.
Ekümenik tartışmaları son bulacak mı sizce?
“Geçenlerde bir konuşma için Fatih Üniversitesi’ne gittim. Orada gençlerin sorularından yıllardır ekümenik sözcüğünün neden yanlış anlaşıldığını çözdüm. Bizans’ın sonuna kadar Patrikhane’nin herhangi bir sosyal ya da siyasi vazifesi yoktu. Osmanlı zamanında Fatih Sultan Mehmet bence küçük bir hata yaptı ve Patrik’i ‘milletbaşı’ yaptı. Fakat bu ortodoksların ya da Hristiyanların bir vazifesi değil. Fatih de yanlış düşünmüyordu. O dönem nüfusun yarısını Hıristiyanlar oluşturuyordu. Onları idare edecek birine ihtiyaç vardı ama bu vazife kilise için zordu. Nitekim sonrasında Yunanistan’daki olayların hepsi Patrik’in başına patlamıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra milletbaşı’lık kalktı. Şimdi diyorlar ki ‘ekümenik’ kelimesini kabul edersek ‘milletbaşı’lık geri gelir. Bu yanlış. Patrik’in ekümenik unvanı dördüncü yüzyılda verildi. Bütün dünyadaki kiliseler bize ekümenik patrik ifadesiyle hitap eder. Türkiye laik bir cumhuriyettir. Ekümeniklikle bunun hiçbir alakası yok. Biz mektuplaşırken ekümenik unvanını kullanırız ama Ankara’ya mektup yazarken Fener Rum Patrikhanesi yazarız. Aslında biz kendimize İstanbul Patrikliği diyoruz. Bu da sorun değil. Ama ekümenik tartışması bitsin artık. Başbakan Erdoğan 2009’da ‘Ekümenik unvanı kiliseyle ilgili bir unvandır. Bizi ilgilendirmez’ dedi. Bu doğru bir düşünce. Biz şimdi Ankara’dan resmi bir yazıyla ‘Biz sizi ekümenik olarak kabul ediyoruz’ denmesini tabii ki istemiyoruz. Ama biz bu kelimeyi kullanınca başka yere çekilmesin istiyoruz.”