08 Nisan 2011
Radikal yazarı Oral Çalışlar gündemdeki sıcak tartışma konusu olan Ermeni soykırımı iddialarının parçası olan ilginç bir konuyu ele almış. Çalışlar, İstanbul'daki Ermeni aydınların akıbetini sorguluyor...
İstanbullu Ermeni aydınları ne oldular?
İstanbul’dan bir gün sabaha karşı yüzlerce Ermeni aydınını evlerinden alıp apar topar Anadolu’nun içlerine sürerseniz ve daha sonra da onları yok ederseniz, bunun adına insanlık suçu denir. Üstelik bu aydınlar hakkında ne bir hukuki suçlama vardır, ne de bir olay iddiası...
O aydınların bizlerden tek farkı soyadlarının Dikran, Ağababyan, Goncagülyan, Nargileciyan olmasıydı. Yani Ermeni olmalarıydı. Kimisi doktordu, kimisi dişçi, kimisi yazar, kimisi tüccardı. İşte onlar o sabah evlerinden alındılar ve akıbetleri belli olmayan bir yolculuğa çıkarıldılar.
24 Nisan 1915 günü oldu bütün bunlar. Biz bu tarihi bilmiyorduk. Okumadık, öğrenmedik. Bizim tarihte başka şeyler yazıldı. Bir TV programında konuştuğumuz bir emekli büyükelçi(üstelik Dışişleri Bakanlığı’nda yıllarca Kafkasya bölgesinden sorumlu olarak görev yapmıştı) Candan Azer, ASALA cinayetleri ortaya çıkıncaya kadar kendilerinin de bu bu tarihten haberleri olmadığını ifade etti.
Biz bu tarihi bilmiyorduk, ama Ermeniler biliyordu. Anneleri, babaları, kardeşleri Tehcir’de yok olmuş insanlardı onlar. Komşumularımızdı, mesai arkadaşlarımızdı. Türkiye’dekiler acılarını içlerine attılar. Göze görünmeden yaşamayı tercih ettiler. Yeni bir milliyetçi dalganın hedefi olmak istemiyorlardı. Sayıları 1.5-2 milyondan 50-60 bine düşmüştü. Zaten büyük ölçüde görünmez hale gelmişlerdi.
Hrant Dink diye bir adam ortaya çıkıncaya kadar Türkiye’deki Ermenilerin ne düşündüklerini, ne dediklerini de doğru dürüst bilmiyorduk. Arayış içindeki Türkiye’de o bir ışık yaktı. Önümüzü aydınlattı. Vicdanlarımıza seslendi. Gerçekle yüzleşmemiz için büyük bir cesaret gösterdi.
Tehlikeyi göze aldı. Bu acıların bu ülkenin ortak acısı olduğu gerçeğini anlatmaya çalıştı. Ülkemizin önünde yeni bir ufuk açtı.
Hrant’ın öldürülmesi, 24 Nisan 1915 Ermeni Tehciri’nden bu yana yaşadığımız ikinci en büyük utanç oldu. Bu büyük kayıp, Hrant’ın aramızdan alınıp götürülmesi, aynı zamanda toplumumuzun vicdanında derin bir yara açtı.
Bugün binlerce Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, bu yaşanmış büyük acıya ortak oluyor, ‘bu acı hepimizin’ diyebiliyor. Bu da ülkemizde yaşanan büyük değişimin etkisini, insani duyarlığın gücünü gözler önüne seriyor. Bu nedenle demokratik dünyanın Türkiye’ye verdiği değer artıyor.
Burada tartışmamız gereken nokta şudur: Bu ülkede vicdanlı insanlar yitip giden Ermeniler için acı duyuyorsa, gözyaşı döküyorsa, bundan Türkiye zarar mı görür? Türkler bu nedenle değer mi kaybederler? İşte bütün mesele bu noktada düğümleniyor. Örneğin Willy Brandt Polonya’da Yahudi soykırımı kurbanlarının anısı önünde diz çöküp özür dilediği için Almanlar dünya tarafından aşağılandılar mı? Willy Brandt bu davranışıyla dünyanın gözünde küçüldü mü?
Bu noktada da, ‘Onlar da bize yaptı; onlar bizden daha çok öldürdü’ savunma söylemi gündeme geliyor. ‘Hukukun temel ilkelerinin başında suçun ve cezanın şahsiliği gelir. Onlar da Türkleri öldürdüler’ diyerek acıları ortadan kaldırabilir miyiz?
Kaldı ki, ortada bir matematik var. Bu ülkede 1915 Tehciri’nden önce Anadolu’da en az 1.5 milyon Ermeni yaşıyordu. 1.5 milyon da Rum. Müslümanların Anadolu’daki sayısı da olsa olsa 6 milyon civarındaydı.
Şimdi durum nedir. Yaşadığımız toprakarda 70 milyondan fazla Müslüman var. Hıristiyanların tamamı ise 100 bin kişiyi bulmuyor. Kim inanacak, ‘onlar daha fazla öldürdü’ iddiasına.
Ayrıca kimin daha fazla öldürdüğü değil konuşulması gereken. Çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden bir halk, bir gün sabaha karşı binlerce yıldır yaşadıkları yerlerinden yurtlarından alındılar. Çoğunluğu yollarda, ya da toplandıkları kamplarda aç susuz, saldırılar altında yaşamlarını yitirdiler. Bu bir insanlık suçu değil de nedir?
Artık neredeyse 100 yıl oldu. Bununla yüzleşmemizin zamanı çoktan geldi. Taksim’de dün akşam yanan mumlar Türkiye’yi ve dünyayı aydınlatacak...