14 Mart 2011
Sanayi ve Ticaret Bakanı Haberleri'>Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün,
"2002'de sadece 91 bin otomobil satışı yapılan Türkiye'de, 2010 yılında krizin tam ortasında 509 bin otomobil satılmıştır" dedi.
Bakan Ergün, Diyarbakır'da iş adamları ile düzenlenen toplantıda, bu tür buluşmaların, şehirlerin sorunlarını masaya yatırmak ve çözüm önerilerini paylaşmak adına çok önemli fırsatlar olduğuna inandığını söyledi.
Sanayici, iş adamı ve esnafın üreten, istihdam oluşturan, ihracat yapan, ülkeye döviz kazandıran ve vergi ödeyen insanlar olduğunu belirten Ergün, şöyle konuştu:
"Sizler şehrinizin sadece ekonomik yapısı için değil, sosyal yapısı için de son derece önemlisiniz. Bu şehrin sadece ekonomik değil, her türlü sorununun çözümünde aktif sorumluluklar almalısınız. Bugün artık ülkeyi Ankara'dan yöneten bir iktidar yok. Bugün ülkeyi Van'da, Diyarbakır'da, Muğla'da, Amasya'da, sizlerle birlikte, milletimizle birlikte yöneten bir iktidar var. Bizim bu anlayışımız, bu ülkeyi ortak akıl etrafında ve makul bir zeminde yönetme gayretimiz ve sizlerin şehrinize, ülkenize sahip çıkmanız, Türkiye'yi daha iyi noktalara taşımak için en büyük teminatımızdır. Değerli konuklar, Türkiye, son 8 yılda ekonomik, sosyal ve demokratik alanlarda tarihi diyebileceğimiz gelişmelere tanıklık etti, muazzam ilerlemeler yaşadı. 2002'ye kadar krizlerle malul olan ekonomimiz, artık küresel bir krizde dahi dimdik ayakta durabiliyor."
-"TÜRKİYE KRİZDEN EN ERKEN ÇIKAN ÜLKE OLMUŞTUR"-
Ergün, 2002'den itibaren ekonomide güven ve istikrar ortamını tesis ettiklerini, bütçe açıklarını, faiz ve enflasyon oranlarını süratle düşürdüklerini ve bunun neticesinde özel sektör yatırımlarında, iç pazarda ve ihracatta çok önemli gelişmeler yaşandığını söyledi.
2002'de 36 milyar Dolar ihracat yapan Türkiye'nin, kriz nedeniyle daralan pazarlara rağmen 2010 yılında 114 milyar Dolar ihracat yaptığına dikkati çeken Ergün, şöyle dedi:
"2002'de sadece 91 bin otomobil satışı yapılan Türkiye'de, 2010 yılında krizin tam ortasında 509 bin otomobil satılmıştır. 2002'de toplam özel sektör yatırımları 43 milyar lira olan özel sektör yatırımları, 2009 yılında 130 milyar liraya ulaşmıştır. Küresel kriz öncesine kadar ekonomide 27 çeyrek üst üste büyümeyi başararak bir rekora imza atmıştık. Kriz nedeniyle yükselişimiz bir miktar sekteye uğradı; ancak Türkiye, krize en son giren, ama krizden en erken çıkan ve krizi en az zararla atlatan ülkelerden bir tanesi olmuştur. Bütün dünya da bunu böyle kabul etmektedir.
Türkiye'nin 2010 yılının tamamında yüzde 8 gibi önemli bir büyüme oranına ulaşacağını tahmin ediyoruz. Bu yılın ilk aylarına ilişkin sanayi üretim endeksi ve kapasite kullanım oranı gibi öncü göstergeler de ülkemizde büyüme sürecinin devam edeceğini gösteriyor. Türkiye ekonomisi hızla toparlanırken, dünya ekonomilerinde toparlanmanın çok daha yavaş olduğuna dikkatlerinizi çekmek isterim. Komşumuz Yunanistan'ın en erken 2012'de büyüyeceği tahmin ediliyor, Japonya'da 2010 yılının son çeyreğinde yine daralma yaşanması bekleniyor. Türkiye'nin her bölgesinde yatırımlar artmış, üretim ve istihdam artmış, Tunceli gibi hiç ihracatı olmayan bir şehrimiz bile ihracat yapmaya başlamıştır. Türkiye'de bir tek Tunceli'den ihracat yapılamıyordu. Artık Tunceli'den de ihracat gerçekleştirilmektedir."
-"DİYARBAKIR İHRACATINI 27,5 KAT ARTIRMAYI BAŞARMIŞTIR"-
Ergün, Türkiye'de yaşanan her iyi gelişmeden bütün şehirlerin payı olması gerektiğini ve bütün şehirler ülkenin kalkınma sürecine katkı sağlaması gerektiğini bildirdi.
Böyle bir anlayışın yerleştirilmemesi halinde, bölgeler arasındaki farklılıkları azaltmanın ve sosyal sorunlara çözüm üretmenin mümkün olamayacağına dikkati çeken Ergün, şunları söyledi:
"Bu toplantıdan sonra yaklaşık 40 kişiye istihdam sağlayacak olan ve yıllık 2 milyon Avro ihracat yapmayı hedefleyen bir fabrikamızın açılışını yapacağız. Diyarbakır 2002'de sadece 6 milyon Dolar ihracat yapabiliyordu. Bu yıl Diyarbakır sadece ocak ayında 12 milyon Dolar, 2010 yılında ise toplam 165 milyon Dolar ihracat yapar duruma gelmiştir. Türkiye'nin ihracatını 3 kat artırdığı bu 8 yıllık dönemde, Diyarbakır ihracatını 27,5 kat artırmayı başarmıştır. Bu ihracatı yapan işletmelerde binlerce kardeşimiz ekmek parası kazanıyor, ailesinin geçimini sağlıyor. Biz bu fabrikaların, işyerlerinin sayısını artıralım diye uğraş verirken, bir başkaları fabrikaların artmasından, yolların, hastanelerin, okulların, barajların, sulama kanallarının yapılmasından rahatsızlık duyabiliyor. Bundan rahatsızlık duymaya gerek yok. Bunlar herkesin menfaatine olan şeylerdir.
Fakirlik kimseye yaramaz. Fakirlik bir millettin başına gelebilecek en büyük kötülüklerden birisidir. Ülkede fakirlikle mücadele herkesin en öncelikli mücadelesidir. Fakirliğin ortaya çıkardığı sorunlardan kimse faydalanamaz. Fakirlikle, işsizlikle ve yolsuzlukla mücadele en kutsal mücadeledir. Biz Diyarbakır için 165 milyon dolarlık ihracatı da yeterli bulmuyoruz. Ama Diyarbakır'ın çok daha fazlasını yapabileceğine, inanıyoruz."
2010 yılında, Gaziantep'in sadece Irak'a yaptığı ihracatın 1,2 milyar Dolar olduğunu bildiren Ergün, "Elbette böyle rakamlara birkaç senede ulaşmak mümkün değil. Ancak Diyarbakır'ın da Gaziantep gibi bir potansiyele sahip olduğuna inanıyoruz. Diyarbakır'ın coğrafi konumu, iklimi, Ortadoğu ve Türk Cumhuriyetleri gibi yakın pazarlara yakın olması, yatırımcılar için önemli avantajlar sağlayabilir. Bölgedeki iller arasında merkezi konumu nedeniyle, çevre iller ticari ilişkilerini ağırlıklı olarak Diyarbakır üzerinden kurmaktadırlar" dedi.
-"SİLAHLAR KONUŞURSA İNSANLAR SUSAR"-
Bakan Ergün, Diyarbakır'ın tarım, hayvancılık, gıda, madencilik, tekstil ve enerji gibi alanlarda önemli bir potansiyeli bulunduğunu ve bu potansiyellerden yararlanmak için yatırım yapılması gerektiğini anlattı.
Ancak ne yazık ki terör nedeniyle terör nedeniyle şehre sermaye akışının az olduğu gibi, şehirdeki mevcut sermayede dışarı kaçmak istediğini ifade eden Ergün, şunları kaydetti:
"Yaptığımız yatırımlarla, demokratikleşme alanında attığımız adımlarla, Türkiye'nin genel manada çehresi değiştiği gibi bölgenin çehresini değiştirmeye başladık. Hiçbir şey bizi bu adımları atmaktan geri durduramayacak. Zaman zaman çok yoğun tartışmalar oldu Türkiye'de. Bu tartışmalar devleti ve hükümeti yanlış yapmaya sevk edemeyecek. En büyük hata bu tartışmalardan yanlış sonuçlar çıkarmaktır. Bundan sonra kimse ne yaparsa yapsın bizi yanlış politika yapmaya yönlendiremez.
Silahlar konuşursa insanlar susar. Çatışma ortamında ne konuşacaksınız. En doğru şeylerin söylenmesi de anlaşılması da mümkün olmaz. En haklı talepler bile silahların gölgesinde haksız talepler haline dönüşür. Türkiye'nin hiçbir yerinde en haklı talepleri bile yerine getirme şansına sahip olamaz insanlar. Artık Türkiye her şeyi konuşur hale geldi. Parlamentoda bazen konuşuyoruz, şimdi söylenenler 10-15 yıl önce söylense kesin kavga çıkardı. Ama bugün parlamentoda o kadar radikal şeyler konuşuluyor ki, demek ki Türkiye'nin demokrasi standartları yükseliyor. O zaman bu Türkiye'yi muhafaza etmek güçlendirmek gerekiyor. Bu ülkede yeni yatırımların artması ve mevcut yatırımların gelişmesi için çalışıyoruz."
-"DİYARBAKIR ÖNEMLİ BİR KIPIRDAMA İÇERİSİNDEDİR"-
Ergün, Diyarbakır'da uyguladıkları cazibe merkezleri programını güçlendirip, diğer bölgelerde de uygulayacaklarını, bu konuda KOSGEB ve kalkınma ajanslarının birlikte çalışmasını sağlayacaklarını söyledi.
KOSGEB aracılığıyla işletmelere çok önemli destekler sağladıklarına değinen Sanayi ve Ticaret Bakanı Haberleri'>Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, şöyle devam etti:
"Bunları artırmaya devam edeceğiz. Son desteklerle 2006 işletme 138 milyon liralık bir krediden yararlandı. 3 bin civarında KOBİ cazibe merkezleri programından ayrıca yararlandı. Nisan ayında inşallah yeni bir destek paketi açıklayacağız. Bölgesel kotalar uygulanacak. Daha fazla işletme yararlanmış olacak. Geçen sefer yararlanamayanlar öncelikle bundan yararlanacaklar. 2002 yılında göreve geldiğimizde esnaf ve sanatkarlar çok daha zorlanıyordu. Şimdi kredi miktarları yüz bin liraya kadar çıktı. Faiz oranları düşürüldü. 2009 yılında cumhuriyet tarihinin en kapsamlı teşvik programlarını hayata geçirdik. 2009 yılı ağustos ayından itibaren Diyarbakır'da 504 milyon liralık yatırım teşvik belgesi alındı. Bu yatırımların yaklaşık 3 bin kişilik istihdam oluşturması bekleniyor.
Yatırımcılar için en önemli olan şeylerden biri güven ve huzur ortamının sağlanmasıdır. Bu nedenle Diyarbakır gibi şehirlerin daha fazla yatırım çekmesi, daha fazla huzur ve güvenli bir ortam sunmasına bağlıdır. Son yıllarda Diyarbakır önemli bir kıpırdama içerisindedir. Eğer bazı olumsuz tablolara son verebilirsek hepimiz için çok güzel bir ortam oluşacağı kesindir. Bu konuda hepimizin sorumluluk duygusu içerisinde hareket etmesi kişisel hesapları bir kenara koyup ülke, şehir ve halkın menfaatlerini ön plana çıkarması gerekmektedir. Biz Diyarbakır'ın yatırım cazibesini ortaya çıkarmak için çalışıyoruz, çalışacağız."
-"KİŞİSEL HESAPLARI DEĞİL, ÜLKE MENFAATLERİNİ ÖN PLANA ÇIKARMAK GEREKİR"-
Ergün, Türkiye ekonomisi, makro ekonomik dengeler açısından son derece başarılı bir ekonomi olduğunu, hükümet olarak, bu güçlü zemin üzerinde, başarılı, dinamik ve daha rekabetçi bir özel sektör oluşturmak istediklerini bildirdi.
Türkiye'de hem yeni yatırımların artması, hem de mevcut yatırımların daha nitelikli hale gelmesi için çalıştıklarını belirten Ergün, şöyle konuştu:
"Bu yılın başında, 2011-2014 yıllarını kapsayan ve 72 eylemden oluşan Türkiye Sanayi Strateji Belgesi'ni uygulamaya başladık. Bölgesel kalkınma başlığı altında belirlediğimiz 5 eylem, sanayinin ülke geneline daha homojen yayılmasını sağlayacaktır. Diyarbakır desteklerde 4. bölgede olmasına rağmen, bu bölgelere yapılan yatırımlar, diğer bölgelerden daha az oluyor. Demek ki girişimciler açısından yatırım yeri tercihinde, yatırım yeri tahsisi, faiz desteği, vergi ve sigorta primi işveren hissesi desteği gibi unsurların ötesinde başka şeyler etkili oluyor. O şehrin eğitim yapısı, sosyal hayatı, ulaştırma ağları ve enerji altyapısı gibi diğer parametrelere de bakıyorlar. Ancak yatırımcılar açısından en önemli unsur, yatırım yapacakları şehirdeki huzur ve güven ortamı oluyor. Zira bu kavramların hayat bulmadığı yerlerde, üretim ve ihracatı bir yana koyalım, alış veriş yapmak bile müşkül bir hale geliyor. Bu nedenle, Diyarbakır gibi şehirlerimizin daha fazla yatırım çekmeleri, bu şehrin daha huzurlu ve daha güvenli bir ortam sunmasına bağlıdır.
Bugün polise taş atan bir gencimiz, aslında yarınki zamanlarda iş bulma ihtimali olan bir fabrikaya taş atıyor demektir. Son yıllarda, Diyarbakır önemli bir kıpırdanma içindedir, eğer bazı olumsuz tablolara son verebilirsek, hepimiz için çok daha güzel günlerin yaşanacağı kesindir. Bu konuda hepimizin sorumluluk duygusuyla hareket etmesi, kişisel hesapları değil, ülke menfaatlerini ön plana çıkarması gerekir. Biz Diyarbakır'ın yatırım cazibesini artırmak için çalışmaya devam ediyoruz ve edeceğiz de. Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi'ni 2007 yılında tamamladık ve bugün bu Osb'de 3 bin 200 vatandaşımız çalışıyor. Neredeyse tamamı tahsis edilen parsellerin yarısından fazlasında üretim başlamış durumdadır. Yine tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesiyle ilgili çalışmalarımız da devam ediyor."
Bakan Ergün, Diyarbakır Osb'nin sorunlarını bildiklerini ve çözüm için çalıştıklarını, tekstil konusunda Tekel depolarının tekstil fabrikaları için bir alan haline dönüştürülmesi için de ilgililerle görüşeceğini kaydetti.
Ergün, Diyarbakır Havaalanının uluslararası havaalanına dönüştürülmesi için apron ve terminal binası için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gerekli talimatları verdiğini ve onun da çalışmalarına başlandığını sözlerine ekledi.
-"DAHA FAZLASINI KAYBETMEYE TAHAMMÜLÜMÜZ YOK"-
Ergün, bu gelişmelerden rahatsız olanların çıkacağını, kendilerini ve vatandaşları da yıldırmak isteyenlerin olacağını, ancak hiç kimsenin, kararlılıkları ve birlikteliğe karşı bir şey yapamayacağını vurguladı.
Ergün, şöyle dedi:
"Bu ülkede ne yazık ki çok büyük acılar yaşandı, yollarımız, sokaklarımız, duvarlarımız bu acılara tanıklık etti. Bugün Diyarbakır Cezaevinin dili olsa da bir konuşsa, hepimiz nefessiz kalırız, gözyaşlarına boğuluruz. Yaşanmış olayları yaşanmamış hale getiremeyiz, böyle bir şansımız yok. Ancak yaşanan acılardan ders alabilir, geleceği daha doğru bir şekilde inşa edebiliriz. Geçmişte yaşanan acılar hepimize çok pahalıya patladı. Geçmişten ders alarak o günkü acıları unutturacak politikalar üretmeliyiz. Çocuklarımız var, onların geleceğinin mutlaka parlak olması lazım. Bizim yaşadığımız hiçbir sıkıntıyı yaşamamaları lazım. Onlara bunu temin etmemiz lazım. Onlar bizim çocuklarımız. Evladını kaybetmiş bir anneye ciğer paresini yeniden veremeyiz, ancak başka annelerin de evlat acısı yaşamalarına son verebiliriz; bu bizim elimizde. Gözyaşından, kandan, acıdan beslenmek, ah eden dillerden ve sızlayan kalplerden menfaat ummak, hiç kimsenin yararına değildir. Bu ülke son 8 yılda, hak ve özgürlüklerin genişlemesi adına önemli bir mesafe kaydetmiştir.
Geçmişte halı altına süpürülen, perde arkasına saklanan, karanlıklara gömülen birçok sorunu, bugün açık yüreklilikle tartışıyor olmamız bile, başlı başına bir ilerlemedir. 10 yıl önce, Güneydoğu kökenli vatandaşlarımızdan güneydoğulu diye bahsedilirdi. Kürt lafını kimse ağzına bile alamazdı. Bugün artık bu bölgenin halkının kendi kimliğini rahatça ifade ediyor olması ve herkesin de bunu kabul ediyor olması, bu bile başlı başına büyük bir ilerlemedir. Bu yanlış politikaların Türkiye'ye neye mal olduğunu biliyoruz. Halkın önemli bir bölümünün kimliğinin inkar edilmesinin reddedilmesinin neye patladığını, ne canlara mal olduğunu, ne büyük imkanlara kaynaklara mal olduğunu, ne büyük zaman kaybına mal olduğunu biliyoruz. Daha fazlasını kaybetmeye tahammülümüz yok. Muhakkak bu sorunları çözüme kavuşturmak mecburiyetindeyiz."
-"TÜRKİYE'DE KİMSENİN KİMSE İÇİN TEHDİT OLMADIĞINI ÖĞRETMEMİZ LAZIM"-
Bakan Ergün, Türkiye'de devletin, milletine güvenen bir devlet haline çok geç getirilebildiğini, devlet kendi milletini bir tehdit olarak algılayan, kendi ürettiği bir paranoyada esir olan bir devlet olduğunu söyledi.
Daha önce Kürtlerin, Kürt olduğu için, Alevilerin Alevi olduğu için, gayrimüslimlerin ise Ermeni veya Rum olduğu için tehdit olarak algılandığına dikkati çeken Ergün, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dindarlar dindar olduğu için tehdit. Böyle bir şey olabilir mi? Bu halk kimden oluşuyor'Bu millet kimlerden oluşuyor? Bunlardan oluşuyor. Bunlardan oluşuyorsa kendi halkını bir tehdit gören bir yaklaşım doğru bir yaklaşım olabilir mi? Herkes bu yanlışı geç de olsa kabul etti. Askerlik yaptığım Alayda her cuma 'Türkiye'de Kürt yoktur' diye ikna edilmeye çalışılırdık. Olur mu böyle bir şey? Kendi çocuklarıma anlatıyorum 1985'te böyleydi diyorum. 'Böyle komik bir şey olabilir mi? diyorlar. Bir gün bir delikanlı geldi dayak yediği belliydi. 'Ne oldu oğlum?' dedim. 'Binbaşı dövdü. Telefonda nizamiyede Kürtçe konuşuyordum geldi beni dövdü' dedi. Çünkü Kürt yoktu o zaman. TRT 6'yı TRT kurulduğu zaman kuramaz mıydık. 1984'te Siirt'in Kurtalan ilçesine geldiğimde birçok insan Türkçe bilmiyordu. Belki halen bazı köyler öyle. Biz Türkçeyi öğretemedik, ama birkaç cümle Kürtçe öğrenseydik ne olurdu? Öğretmen, doktor, gelen bir hastaya, öğrenciye Kürtçe hatırını sorsa bir şey kaybeder meydik? Bunlar zamanında halledilmiş olsaydı bu sorunların hiçbirini yaşamazdık."