02 Kasım 2010
Müfettişler arasındaki görüş ayrılığı neden var?.. Sabri Uzun'un dediği tamim iddiası ne anlama geliyor?.. Emin Arslan'ın Hrant Dink iddiası ne kadar gerçekçi?...
Adem Yavuz Arslan'ın yazısı...
Dink cinayeti ve istihbarat yanlışları
CHP'nin tetiklediği resepsiyon krizi gibi gündemler nedeniyle üzerinde duramadık ama geçtiğimiz günlerde Hrant Dink cinayeti ile ilgili önemli gelişmeler yaşandı.
Gecikmeli de olsa bu önemli konuya dönmek şart.
Çünkü konu hassas ve bu cinayet üzerinden bir hesaplaşma yapılıyor.
Dink'in ölümüyle ilgili işlenen iki tez var. Bu iki tez önemli çünkü müfettişler arasındaki görüş ayrılıklarının kaynağı da buraya dayanıyor.
Deniyor ki, "Sabri Uzun'un verdiği tamim gereğince işlem yapılsaydı bu müessif olay yaşanmazdı." Mealen "cinayet önlenebilirdi" deniyor. Sabri Uzun da bu görüşü dile getirdi.
Gerçekte ise durum biraz farklı. Doğru bu cinayet önlenebilirdi ama tamim sayesinde değil...
Söz konusu tamim arşivleme ile ilgili kullanım kılavuzu. Programın adı Hedef Şahıslar Programı. Tamimde ise programın nasıl kullanılacağı anlatılıyor.
Yani akışı etkileyecek bir sistem değil. İstihbaratın asıl veri tabanı İDP isimli program. Tüm veriler bu sistem üzerinden toplanıp analiz ediliyor. Logların değiştirilmesi ise mümkün değil. 2001'den yana kullanımda.
Risk altındaki şahısların korunması ile ilgili prosedür ise tamamen farklı.
2002'de Uzun'un yayınladığı tamimle sadece terör örgütlerinin hedefindeki isimler sisteme kaydedilmeye başladı.
Bugüne kadar 8000 kişi tanık koruma programına kaydedildi. Fakat bu 8000 kişiden hiçbiri hakkında istihbarat başkanına çıkılmadı. Çünkü mevzuat gereği korunacak şahıslar Merkez Koruma Komisyonu'na gelmeden başkana arz edilmez.
Yani; tamim Dink'i korumak için işlem başlatmıyor. Sadece bir kullanım kılavuzu niteliğinde ve terör örgütlerinden kaynaklanmayan tehditler tamim dışında.
Peki, her şeye rağmen Dink programa girilseydi cinayet önlenebilir miydi?
Dink'in Hedef Şahıslar Programı'na girilmesi sadece evrakın arşivlenmesi manasına gelir. Bir şahsın programa adının girilmesi herhangi bir koruma süreci başlatmaz.
Koruma işi merkez teşkilatların değil illerdeki komisyonun kararıyla olur.
Yani Kars'ta tehdit altında olan kişiyi Ankara'daki birim korumaz. Valilik bünyesindeki koruma komisyonu karar verir ve uygular.
Dink'e yönelik eylem yapılabilir uyarısı İstanbul'a gittikten sonra, İstanbul'daki güvenlik birimleri "Bu benim görevim değil" diyemez.
Zaten Sabri Uzun, 4 Kasım 2009'da İçişleri Bakanlığı müfettişlerine verdiği ifadesinde Dink ihbarının kaydının yapılmaması ve koruma kararının alınmamasının doğru olduğunu söylemişti.
Dink cinayetiyle ilgili bir başka tartışma konusu da F4 Raporu. Deniyor ki, "F4 Raporu başkanla paylaşılsaydı bunlar olmazdı."
F4 Raporu ajandan alınan bilginin ham olarak kaydedildiği bir form.
İstihbarata her gün 81 ilden benzeri bilgiler akar ki bir yıl içinde yaklaşık 350 bin yazışma yapar.
Hepsi de terör, bombalama ve suikastlarla ilgilidir.
Ancak Uzun'un çok haklı olduğu bir konu da var. "Eğer koruma kararı alınsaydı Dink ölmezdi" diyor.
Trabzon'un 17 Haziran 2006'da İstanbul'a yolladığı bilgiyi dönemin İstanbul İstihbarat Müdürü. A. İlhan Güler'in il koruma komisyonuna getirmesi gerekiyordu. Burada bir ihmal var. Zaten bu ihmal de müfettişlerinin raporunda da açıkça görülüyor.
Bu arada uyuşturucu operasyonunda tutuklanan Emin Arslan'ın "Tam da Dink cinayetiyle ilgili ihmali olan emniyet mensuplarını bulmak üzereydim ki bana komplo kurdular ve içeri düştüm" demesi de enteresan.
Arslan, Dink cinayeti olduğunda Emniyet'in iki numaralı koltuğunda oturuyordu.
32 ay boyunca müfettişlere bir tek bilgi belge vermeyen Arslan'ın kendi davasında konuyu Dink'e getirmesi ilginç.
Dink cinayeti üzerinden bugünlerde yeniden bir tartışma daha başlatıldı.
Başbakanlık ile İçişleri müfettişleri arasında görüş ayrılığı var. Başbakanlık müfettişleri İçişleri müfettişlerinin terör örgütü yok tespitini eleştiriyorlar.
Başbakanlık müfettişleri muhtemelen dosyadaki bir şeyi atlıyorlar.
Çünkü Hayal, "Korku ve panik oluşturacak şekilde bomba patlatmak, 6 kişinin yaralanmasına neden olmaktan her bir kişi için ayrı ayrı ve bomba patlatmak suretiyle motorlu araca zarar vermek" suçundan yargılandı ve ceza aldı.
Zaten Yasin Hayal bir terör örgütüyle irtibatlıysa bile yargılandığı dönemde herhangi bir bağı tespit edilememişti.
Bu durumda Yasin Hayal'in terör örgütü üyesi olduğuna dair bir mahkeme kararı yok.
Fakat Başbakanlık müfettişlerine göre, "Bu kişi cihat örgütleriyle bağlantılı olduğu için" dinlendi.
Oysa 'cihat örgütleri' adından bir terör örgütü yok. Literatürde 'cihat bölgeleri' var. Güvenlik birimleri Çeçenistan, Afganistan ve Bosna gibi bölgeler için kullanır.
Bu bilginin kaynağı da mahkemede Çeçenistan'a gitmek istediğini söylemesi.
Yani polis olası bir teması veya girişimi gözlemek istemiş. Bu da dinleme mevzuatına uygun çünkü yasal dinlemede ikna edici bir şüphe aranır.
Dinlemede şüphe esastır ama bir kişinin örgüt üyesi olması için mahkeme kararı gerekir.
Dinlemede gerekçe olarak gösterilen şüphe yargı hükmü yerine geçseydi TİB Başkanı'nın açıkladığı 70.000 telefon 70.000 terör örgütü mensubu demek olurdu ve istihbaratçıların onları dinlemesi değil gidip yakalaması gerekirdi.
Bu tartışmalar nereden çıkıyor?
Dink'in öldürüleceğini ve duyumun ciddi olduğunu Trabzon istihbaratı 17 Şubat 2006'da İstanbul'a ve bilgi için de Ankara'ya bildirmişti.
Bir yıl sonra da Dink öldürüldü.
Suçlanan İstanbul istihbarat müdürü ise "Bilgiyi koruma programına girmeyen merkez suçludur" dedi.
O tezler yeni versiyonlarıyla 'özel haber' logosuyla manşete çıkıyor.
Hedefte ise Ergenekon başta olmak üzere kritik operasyonlara imza atan İstihbarat Dairesi var.
Bu arada hatırlatalım, hedefteki İstihbarat Dairesi 2006'dan bu yana 23 kez denetim geçirdi. Bir tek suç unsuruna rastlanmadı.
Dink'in ölümünde bir ihmal olduğu kesin. Ama bu ihmali yapanlar gerçekte kim ona bakmak lazım.