12 Eylül 2010
Göz göre göre öldürülmek. Buralarda, böyle bir deyim kolayca kendine yer buluyor. Türkiyeli bir Ermeni aydın, gazeteci Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de göz göre göre öldürüldü.
Şimdi Hrant Dink’in 15 Eylül’deki doğum günü yaklaşırken önemli bir kitap var elimizde. Dink’e dair ilk biyografi çalışması: ‘Hrant’.
Tûba Çandar’ın yazdığı, Everest Yayınları’nın yayımladığı kitap birçok açıdan önemli bir çalışma. Kitabın en önemli özelliği de Hrant’ın yakını olan yaklaşık 125 kişiyle görüşülerek ince ince işlenmiş olması. Yazar üç yıl boyunca bu kişilerle tek tek konuşmuş. Konuşamayıp yazıştıkları da olmuş elbette. Tûba Çandar neden bu kişilerle görüştüğünü çok güzel açıklıyor: “Hrant Dink aynı zamanda da bir şifacıydı... Yaşarken değdiği insanlara sevgiyle dokunmayı bilmiş, kadınından erkeğine, gencinden yaşlısına, köylüsünden kentlisine dokunarak geçerken, her birinde derin izler bırakmıştı. Ve değdiği, değebildiği her insanı dönüştürmüştü. Dolayısıyla, bu kitap, Hrant’ın hayatının tanıklarının da olmalı, onların seslerinden de oluşmalıydı.”
‘Hrant’ın bölümlerini ve kurgusunu öyle mükemmel oluşturmuş ki Tûba Çandar, kitap hem kronolojik hem de tematik olarak ilerliyor. Malatya Salköprü’deki, Boncuklu Sokak, No. 1’den İstanbul Osmanbey’deki ‘o’ kaldırıma uzanan bir hikâye bu. Hrant Dink’in Agos gazetesindeki yazılarını değerlendiren Çandar, onu iki ayrı dönemle ele alıyor: Khent Hrant ve Baron Hrant.
Khent Hrant, Dink’in doğumundan başlayarak gazetesi Agos’u kurmasına kadarki dönemini kapsıyor. Kimsesizler Yurdu, zorlu hayat mücadelesi ve ‘delifişek’ bir delikanlı var satırlarda. Zaten ‘khent’in anlamı da delifişek. Çandar’a göre “Yaşamöyküsünün farklı dönemlerini kapsayan bu uzun zaman diliminde hep bir yarım yamalaklık, iki arada bir derede olma hali var. Ekmek kavgası, aile babalığı, zooloji ve felsefe olmak üzere iki ayrı fakülte eğitimi, solculuk derken Hrant’ın tüm kimliklerinin harmanlandığı bir deli zaman bu.” Baron Hrant ise Agos’un kuruluşundan başlayarak önce bir gazeteci sonra bir düşünce adamı olarak verdiği kimlik mücadelesi yıllarını kapsıyor. Agos çalışanlarının kendisine taktıkları bu isim, ‘baron’, ‘hoca, usta’ anlamına geliyor.
“Baron Hrant, bir anlamda onun ‘ikinci hayat’ını anlatıyor. Çeyrek asır boyunca kullandığı Fırat Dink adını geride bırakarak yeniden asıl adına, Hrant Dink’e dönüş yapmış olması bile, bu ‘ikinci hayat’ tanımlamasını geçerli kılmak için yeterli aslında. Bu dönem, adıyla birlikte kişiliğinde de değişimler söz konusu...”
‘Hrant’, sadece bir biyografi kitabı değil, bir ailenin, Ermenilerin, Türkiye’nin tarihi bir anlamda. Kitabın içindeki tanıkların anlattıkları sadece Hrant Dink değil çünkü...
‘Talihsiz bir kadındı annem’
Hosrof (Erkek kardeşi): Talihsiz bir kadındı annem
Anamın okuma yazması yoktu ama çok akıllı kadındı. Analık duygusu çok kuvvetliydi. Aklı fikri bizdeydi, bizim başımıza bir şey gelmesinden çok korkardı. Hrant ailede en çok anneme düşkündü. Babam öldükten sonra annemi kendi evine aldı. Rakel’le birlikte yıllarca onun bakımını üstlendi. Hem sevgisi hem saygısı büyüktü anneme. Onun daha iyi bir hayatı hak ettiğini düşünürdü hep. Talihsiz bir kadındı annem. Onun da hayalleri vardı. Kaloriferi olan, her gün odun sobası yakma zorunluluğu olmadan yaşanılan bir ev, üç odalı bir ev isterdi. Bizler için hayal ederdi bunu. Bu hayallerinin gerçekleştiği gün annem akli melekelerini kaybetmişti. Farkında değildi artık hayatın...
Siranuş Hala (Teyzesi): Ödül parasını annesine vermiş
Sabah eşimi işe gönderdim. Ayıptır söylemesi, bir şeyler aldım, taşıyabildiğim kadar artık. Vardım gittim ablama, baktım ki ablam ağlıyor. Hrant, Anneler Günü’nde annesi için şiir yazmış, ödül kazanmış. 2.500 lira vermişler ödül diye. O da getirmiş vermiş annesinin eline. Şiir de elinde Nıvart’ın. Okudu okudu, ağladık. Nasıl da gururlanmıştı oğluyla. Bak, dedi, Hrant bu kadar para getirdi. Gittim, sabun aldım hemen. Hadi gel oğlanları yıkayalım, dedi. Bir de kızdı bana elimdeki paketleri görünce, ne zahmet ettin diye. Ablam çok onurluydu benim. Aç gezerdi, tok sanırdın onu. Sonra Hosrof’la Yervant’ı bir güzel yıkadık leğende. (Kitaptan)
‘Baron’u vurdular’
Kitabın en etkileyici bölümü, yakınlarının haberi nasıl aldıklarını anlattığı ‘Kaldırım’.
Sera Dink (Kızı): Taksim’de arkadaşlarımla yürüyordum. Kızlardan birisinin telefonu çaldı. Telefonu açtı ve bembeyaz kesildi. Elim içgüdüsel olarak kendi telefonuma gitti. Babamı aradım, çünkü yolunda gitmeyen bir şey varsa, hep babamı ararım ben. Telefon çalıyor ama cevap vermiyordu. Arkadaşlarım beni Agos’a götürdüler. Yerde birisi yatıyordu. Ben alışmışım bir kere, son sözü hep ondan duymak isterim. Telefonla babamı aradım ki bana olanları anlatsın ve kendisinin iyi olduğunu söylesin ama yine cevap vermedi. Telefonu kapatmamla yerde yatan kişinin babam olduğunu anlamam bir oldu... Sonrası yok... (Kitaptan)
‘Türkiye’yi niye terk etmedik?’
Rakel: O iyimserlik gözümüzü kör etmişti
Gitmemiş olmamızı birkaç türlü açıklıyorum. Çok ama çok iyi niyetliydik. Hep yok canım, mümkün değil, böyle bir şey yapamazlar, yapmazlar diye düşündük. Biliyoruz ki, devlet eğer istemezse kuş uçmaz. O anlamda aldatıcı bir güven taşıyorduk herhalde. Şimdi çok iyi niyetli olmamızı bir kör nokta olarak düşünüyorum.
Taner Akçam: Yerinde olsam, hiç durmam
5 Ocak günü, Agos’a geri döndükten sonra Hrant’ın odasında konuşuyorduk. “Geç bile kaldın. Senin yerinde olsam, hiç durmam, hemen yurtdışına çıkarım,” dedim. Durdu bir süre, sonra “Biliyor musun, çıkınca memleketi çok özlüyorum. Eğer çıkarsam, bir daha geri dönemem diye korkuyorum” dedi. İşte böyle bir adama çok gördüler memleketinde yaşamayı... (Kitaptan)