İhsaniye’den Avcıköy’e (Merdigöz)
Bu hafta sonu yaptığım sıra dışı gezi turum
daha önceleri gidip de hep atladığım hatta varlığından dahi haberdar
olmadığım başka bir yolu denememle farklı bir macera yaşamamıza neden
oldu. Çok hoş ve değişik anlar yaşama olanağı bulmuş olduk. Gölcük’e
bağlı İhsaniye Köyü’nden batı tarafta kalan vadiye uzanan bir yol ve bu
yol üzerinde değişik dağ köyleri olduğunu öğrendik. Şimdiye dek
öğrendiğim bir kural bir kez daha doğru çıktı. En uzak uçta dahi bir köy
varsa mutlaka o köy ara yollarla diğer köylere ve yollara uzanır (1).
İhsaniye,
Selimiye, Lütfiye, Sofular, Senaiye (Başkiraz) köyleri üzerinden
Akçat’a uzanan yol (2). Bu yolda ilk mola verdiğimiz köy Sofular Köyü
(3) oldu. Burada konaklamamız umduğumuzdan fazla sürdü. Çünkü muhabbeti
seven ve lütufkar olan köylüler bizi bırakmak istemediler. Akçat’ı çok
merak ediyorduk. Gerçekten de merak etmeye değecek güzellikte büyük bir
köydü. Köyde şifalı sular varmış. Şirin mi şirin, pak mı pak bir Türkmen
Köyü imdi burası. Akçat’a vardığımızda saat 16:30 suları olmuştu. Güneş
batma eğrisine hızla yaklaşmaktaydı. Sürekli güneye doğru yol
aldığımızdan ve dağ platosuna doğru yükselen bir yolu takip ettiğimizden
güneş ışınları gözlerimizin içine girmekteydi.
Akçat’tan bir
şekilde adından çok sık söz edilen, merak ettiğim iki köyün adını ve
yakın olup olmadıklarını sordum. Merdigöz hemen şuracıkta dediler. Merak
ettiğim bu iki köy Fulacık diğeri ise Merdigöz idi. Merdigözlülerin
neredeyse tamamı İzmit’te yerleşiktirler ve adlarından yerel gazetelerde
çok söz edilen bir dernekleri vardır. Fulacıklılar da benzer
durumdadırlar. Bu yol üzerinde yer alan hiçbir köyün tabelası
bulunmamaktadır. Akçat’tan sonra biz tepeler üzerinden Merdigöz Köyü’nü
bulmak için devam ettik. Ama tabela filan olmadığı için sol tepede büyük
TV antenlerinin yer aldığı hizada bir yerde gözümüzün önünde, batmakta
olan güneşim altında oluşmuş harika görüntüleri kaydedip geri dönmek
istedik. Sonra ise madem buralara dek geldik gidip bir bakalım
neresiymiş buraları dedik. Tepeden salınan yolun sol tarafında kalan
harika görünüşlü köyün resmini çekip ilerledik ve kendimizi
Yalakdere’nin Fulacık, Çamdibi ve Çiflik köyleri yol ayrımında bulduk.
Biraz da tersimiz dönmüştü. Daha sonra anladık ki burası bizim sürekli
Karamürsel-İznik gezilerimizde takip ettiğimiz ve Kızderbent’ten önce
ana yol üzerinde geçtiğimiz Yalakdere (4) sapağının güney tarafıymış.
Artık güneşte batmak üzere olduğu için geri döndük. Yolda iki köylü
işaret etti almamız için. Durduk. Nereye gittiklerini sorduk. Merdigöz’e
gidiyoruz. Yol üzeri dediler. Böylece kendimiz akşam karanlığında Avcı
Köyü – Merdigöz’de bulduk.
Avcı Köy (Merdigöz)
Köy inanılmaz
güzeldi. Bende bir göçmen çocuğu olduğumdan ve Romanya Göçmenleri
gettosunda büyüdüğümden muhacir köylerinin güzelliği beni bir başka
bağlıyordu. Kokusu bir başka geliyordu burnuma. İnsanların sevecenliği
bir başkaydı benim için. Hele kagir arası kerpiç işleme iki yada üç
katlı ve bahçe duvarları yine kerpiç örmeli konutları yok mu. Yan
taraflarında köy ekmeklerinin pişirildiği ekmek fırınları. Dar ara
sokaklar ve dizi dizi yan yana kerpiç bahçelerle önleri kapanmış
konutlar. İşte böyleydi Avcı Köyü. Köylüler merakla etrafımız sardı. Hoş
geldinler, meraklı sorular ve gülen yüzlerle uzanan eller ve el
sıkışmalar. Yanıma gelen bana sürekli yardımcı olan Harun Çelik (22) ve
kurutmak için sergiye dizilmiş tütün demetlerinin resmini çekerken
yanıma yaklaşıp hoş geldin diye elimi sıkıp güler yüz gösteren sevecen
Zafer Haktürk ve eşi. Sevgili Harun Çelik kısa sürede bana ne bilgiler
verdi, neleri neleri aktardı. Bilgi denizi gibiydi. Beni caminin hemen
yanında bulunan köy kahvesine götürdü ve kahve içersinde köy muhtarının
köyün geçmişine dair hazırladığı yazıyı gösterdi. Bir çırpıda okuyup
beynime kazıdım öyküyü. Ardından resmini çektim.
Zafer Haktürk
yanıma yanaşıp burası harika bir Ermeni Köyü imiş. Bizimkiler geldiğinde
bir çok Ermeni konutu varmış. Ama artık pek kalmadı. Şu karşıda
gördüğün son kalan Ermeni Konutları’ndan birisi dedi. Konut iki
katlıydı. Diğer konutlardan pek farkı yoktu ilk bakışta. Tam cami
karşısında iki yol arasında kalıyordu. Köy kahvesinde aslılı olan yazıda
geçen metnin tamamını aşağıda aktarıyorum.
Avcı Köyü’nün Geçmişi
“Avcı
Köyü Tarihçesi; Kurtuluş Savaşı öncesine kadar bir Ermeni yerleşim köyü
olan bu köyün adı Merdegöz (Merdigöz) idi. Lozan Antlaşması’nın
sağladığı Mübadele (Göçmen değişimi) ile Yunanistan’ın Drama kentine
bağlı Sariç Köyü’nden 150 hane ve Malgarita Köyü’nden de 150 hane toplam
300 hanelik göçmen kafilesi 1924 yılında Hasan Ağa adlı bir önderin
önderliğinde yerleşmişlerdir.
Göçmenlerin köye yerleşmelerinden
önce, Ermenilerin arasında Ahmet Çavuş ve Selim Ağa adlı kişilerin
aileleri yaşıyordu. 1910 yılında burada Jandarma Asayiş Karakolu
kurulmuş, daha sonra 1930 yılında Yalakdere’ye nakledilmiştir. Adı geçen
iki Türk ailesi, Karakol’un işlerlik kazandığı dönemde buraya yerleşmiş
olmaları gerekir.
Köyün eski adı olan Merdigöz, Cumhuriyet
Hükümeti döneminde Avcı Köy olarak değiştirilmiştir. Burada içilmesi
yararlı olduğu bilinen eski bir içme suyu kaynağı vardır. Göçmenler
kendilerinin buraya gelmelerini sağladıklarına inandıkları Hasan Ağa’nın
anısına olarak “Hasan Pınar” adını vererek ebedileştirmişlerdir. Köyün
nüfusunun çoğunluğu İzmit ve İlçe merkezinde yaşamaktadırlar. Köyün
ilçeye olan uzaklığı 22 km’dir. 31.05.2002, Selahattin Aktürk, Avcı Köyü
Muhtarı.” (5)
Köylülerin aktardıkları bilgilere göre, bu köyün
önceki yerleşikleri olan Ermeniler Osmanlı Devleti’nin bir lütufu olarak
Mardin kenti dolaylarından bu köye yerleştirilmişlerdir. Geldiklere
yere öykünerek köylerinin adını Mardingöz koymuşlardır. Yada kelime
bozulmaya uğramışta olabilir. Mardinköy de olabilir. Ama mübadil yani
yerdeğişim göçmenleri geldiğinde terkedilmiş olmasına rağmen Mardingöz
olarak anılmaktaymış. Köyün kilisesi bugünkü ilkokulun bulunduğu
alandaymış.
Göçmenlerin Göç Yolları & Derince
Bu köyden
göçenlerin çoğunluğu yakın olan illere özellikle İstanbul ve İzmit’e göç
etmişler. Ama İzmit ve civarını işgal eden kuvvetlerin bölgeyi terk
etmeye karar vermelerinden sonra, İzmit’in çeşitli yörelerinden benim
doğum yerim olan Derince’ye göçmen kafileleri özellikle Rum ve Ermeni
kökenli göçmenler akın etmeye başlamışlar. Derince’ye gelmelerinin asıl
nedeni ise Derince Limanı’nın burada bulunmasıdır. 1907 yılında yapımı
Alman sermayesi ve teknolojisi ile, günümüzde dahi varlığını sürdürmekte
olan ünlü Philip Holzmann şirketi tarafından Alman işçisi ve
mühendisleri tarafından tamamlanıp hizmete açılan Derince Limanı İngiliz
Kuvvetleri’nin denetimi altındadır. Lozan Ateşkesi yada Silah Bırakma
Anlaşması kurallarına göre Osmanlı Ordusu terhis edilecek ve silahları
Derince Limanı’nın batı tarafındaki büyük hangarlarda toparlanacaktır
(6). Derince Limanı’na yanaşmış başka büyük şilepler de vardır.
Özellikle büyük yük şilepleri. Bu şilepler günlük tarih kitaplarının ve
diğer benzer geçmiş öyküleri anlatan kitapların pek sözünü etmedikleri
ABD’ye ait şilepleridir. Bu şilepler buraya insani amaçlarla
gönderilmişlerdir! Ama Amerikan askerleri toplanan silah depolarının
denetimi ve güvenliğini de sağlamaktadırlar (7). İşte Ermeni göçmen
kafilelerinin Derince’ye gelmelerinin nedeni ABD şileplerine binip
ABD’ye ve Avrupa ülkelerinin belli kentlerine göçmektir. Derince bir
düğüm noktası. Gitmekte olan göçmenler ve gelmekte olan diğerleri. Hep
buluşma ve dağılma yeri olarak nice insanlara kucak açmıştır Derince.
Nice göz yaşlarına, kahırlara ve geride bırakılan hasretlere gark olmuş
ve nice yeni umutlara ve özlemlere ufuklar açmıştır. Nazım Hikmet’in
ünlü kitabında, Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserinde söz ettiği
Derince. “Derince’de durdu tren.. Derince’den kalktı tren..” (8). Duran
ve kalkan trenler. İnsan yığını dolu olan vagonlar. Kimilerini
buralardan ötelere, kimilerini ise buralara taşıyan trenler hep
Derince’de durmuşlardır.
Mardingöz yada Merdigöz
Neyse Ermeni
Cemaatlerinin Mardin civarlarından neden buralara geldiklerine dair bir
bilgileri yoktu. Bilgilerime göre iki olasılık olabilirdi. Birincisi
Çukurova (Kilikya) bölgesi Ermenileri’nin Mardin dolayları da dahil, bu
bölgeden Anadolu’nun diğer topraklarına göç zamanlarında da olabilir,
ikinci olasılık ise Akmeşe Ermenilerin yerleştirilmelerine neden olan
1600’lü yıllardaki İran Şahı Abbas’ın zulmünden kaçarak İzmit Sancağı
yada diğer adı ile Kocaili İlbaylığı sınırları içersine gelmeleri de
olabilir. Şah Abbas’ın zulmünden dolayı gelen bu büyük kafilenin büyük
bir kısmı Adapazarı (Ada-Pazar) Nahiyesine –ki Adapazarı o zamanlar
İzmit’e bağlı bir Bucak’tır (Nahiye) yerleşmişler diğer büyük bir bölüm
Akmeşe’ye yerleşmişler.
Geri kalan Ermeniler ise İzmit
Körfezi’nin güneyinde kalan Karamürsel ve diğer civar diğer Ermeni
köylerine yerleştirilmişlerdir. Ama yerleşik Ermeni köyleri sonradan
gelen bu yeni göçmen kafileleri kabul etmek istememişlerdir. Ancak diğer
taraftan tıpkı Akmeşe’ye yerleşen Ermeni Cemaati gibi bu yeni gelen
kafileler de geldiklere yerlere benzeyen yerlerde yaşamak
istemekteymişler. Osmanlı yönetimi İzmit Körfezi güneyindeki ta İznik’e
kadar olan ara bölgede, dağlık alanda var olan yoğun Rum Kökenli
köylerin arasında, 1915’lere değin Osmanlı’nın en sadık tebaası olarak
kabul edilen ve devletin üst kademelerinde çeşitli alanlarda hizmet
kademelerine yükselmiş olan Ermenilere ait köylerin de olmasını
istemiştir. Doğal olarak bu yorumlar benim kişisel varsayımlarımdır.
Okuduklarıma ve bulgularımı getirdiğim sav ve yorumlardır. Aksi
belgelere ve kayıtlara dayalı olarak getirilebilecek farklı
açıklamalarla elbette değişikliğe uğrayabilir. Akmeşe’ye yerleşen
Yunanistan Türk göçmenlerinin öyküleri ile Avcıköy (Merdigöz)
göçmenlerinin öyküleri örtüşmektedir. (*)
Bağdat Yolu - İpek Yolu
İzmit’ten
İznik’e uzanan tarihi yollar vardır. Ta Roma İmparatorluğu
zamanlarından Bizans İmparatorluğu zamanlarına uzanan. Antik Roma
Ordularının ayaklanma ve başkaldırmaları anında bastırmak ve sulh ve
düzeni sağlamak ve yeni diyarları ele geçirmek için kullanılan ve asker
sevkıyatının kolay ve hızlı olmasını sağlayan yollar. Bu amacın dışında
ise ticari amaçlarda kullanılan bu önemli yollar hayati önem arz
etmekteymiş Osmanlı zamanlarında dahi. Ta Cenevizlilerin yani bugünkü
İtalya’da olan ünlü Cenova kenti yerleşiklerinin Roma İmparatorluğu
etkinliğine dek bölgede hakimiyetlerini devam ettirdiklerini biliyoruz.
Bölgede önemli bazı ticari yollar oluşturup, belli yerlere
kervansaraylar yaptırmışlar ve bu yolu korumak ve kollamak için belli
dar geçitlere (derbent) ve denetlenebilecek yerlere sur ve kaleler
yaptırmışlardır. Gölcük’ün güney tarafında kalan Şirinköy ile İhsaniye
Köyü arasında kalan ve şimdilerde Dünya Bakası Kalıcı Konutları önünden
geçen çift yol üzerindeki ünlü Bağdat Yolu (İpek Yolu) menzil
Kervansarayı’nın kalıntıları (9) ile Altınova, Soğuksu (Ayazma) Köyü,
Akçukur ve İnebeyli Köyleri üzerinden Yalakdere’ye uzanan ünlü Bağdat
Yolu (İpek Yolu) üzerinde bu dar geçiti denetleyen Ballıkaya (10)
tepesinin güney sırtlarında bulunan üç sur kalıntısı ve İnebeyli
Köyü’nde yol üzerinde bulunan gizli taş kemer dehlizinin kalıntıları
sözünü ettiğim ünlü İpek Yolu diğer adı ile Bağdat Yolu’nun (11) yaşayan
kanıtlarıdır.
İzmit – İznik Dağ Yolları
Bu yollar aşağıdaki
belde ve köyleri takip ederek hep bir yöne, Ortodoks Rumlar ve diğer
Hıristiyan Mezheplerce de çok önemli ve kutsal kabul edilen İznik’e
(Nicea) uzanmaktadır;
1.) Gölcük’e bağlı İhsaniye beldesi üzerinden Akçat ve Yalakdere’ye oradan Kızılderbent (Kızderbent, Devran) ve İznik’e uzanan,
2.)
Karamürsel’e varmadan Karapınar Köyü üzerinden yine Akçat’a uzanan ve
buradan Yalakdere’ye bağlanıp yine Kızılderbent (Kızderbent, Devran)
yolu ile İznik’e giden bir yol,
3.) Karamürsel, Karaahmet Köyü, Hayriye Köyü, Kızılderbent (Kızderbent, Devran) ve İznik’e uzana bir yol ve
4.)
En son yol ise şimdilerde Yalova’ya bağlı olan Altınova’dan, Soğuksu
(Ayazma) Köyü, Akçukur ve İnebeyli üzerinde Yalakdere ve buradan
Kızılderbent (Kızderbent, Devran) ile İznik (12).
5.) Yine Gölcük’e
bağlı İhsaniye beldesi üzerinden Hamidiye-Sevketiye-Mesruriye ve
Ayvazpınar Köyleri üzerinden İznik’e uzanan bir yol vardır ama bu yolu
normal bir araç ile aşmak olanaksızdır. Ya bir arazi aracı yada
dört-çeker bir cip olmalıdır insanın altında.
6.)
İhsaniye-İrşadiye-Yukarı İrşadiye köyleri üzerinden İznik’e uzanan köy
de normal değildir. Bu yolu denemek için yine bir arazi aracı
gerekmektedir.
Bu haftaki gezimiz pek yetmedi Akçat’tan
Yalakdere’ye olan bölgeyi ayrıntılı keşfe. Yalakdere kuzey taraflarında
kalan ve Altınova’ya uzanan yol üzerindeki diğer köyleri gezip görmeye.
Önümüzdeki haftalar gideceğimiz köyler bu köyler olacak. Buna ilaveten
Fulacık, Çamdibi ve Çiftlik köyleri (13).
Sofular Köyü
Bu yol
üstü köyü küçük ama bir arada bir köydü. Camisi sonradan onarılmış ama
biçim ve ağaç işlemelerinden eski Çandı türü bir cami olduğu düşüncesini
oluşturuyordu insanda. İki katlı bir yapıya sahipti. Alt katında bazı
dükkanlar vardı. Yamaca kurulu olduğu için güney tarafı toprak yüzeyinde
kuzey tarafı ise yol paraleldi. Cami önünde yer alan iki katlı bir
yapının altında dükkan benzeri bir şey vardı. Üst katın balkon duvarında
Sofular Köyü Muhtarlığı yazıyordu ama burası köy kahvesi işlevini
yerine getiriyordu.
Arabamızı köy kahvesinin önünde park
ettiğimizde meydanda ve bu yapının önünde bekleşen yada zaman harcayan
köylüler merakla bize bakıyorlardı. Sırası ile söylenen hoş geldiniz
karşılamasına karşılık vermeye çabaladık. Köyün girişinde bir jandarma
cipi park etmişti. Caminin doğu tarafındaki dar ara yolda ise il seçim
kuruluna bağlı iki minibüs. Hoş sohbet ve sıra sora sorular. Meramımıza
anlattık. Resim çekebilirsin, şurasını da çek, burası da var benzeri
önerilerle beni yönlendirmeye çalıştılar. Aralarından ayrılıp bir iki
farklı görüntü almak için dar alanda gezindim. Köyün alanı oldukça
dardı. Düz alan neredeyse yoktu. Geri geldiğimde konuşmayan ama sürekli
beni dürterek ilgi çekmeye çalışan yarı meczup bir delikanlı vardı.
İşaretle benimde resmimi çek demek istiyordu. İki kare de onun resmini
çektim. Ama peşim sıra dolaşıp, sürekli resmimi çekmemi istedi. Güleç ve
sevecen bir yüzü vardı. Minyon, hani bebek yüzlü derler ya öylesi.
Görüntülemeden geri döndüğümde Ali Osman Bey, ısmarlanan çayını
yudumlamaktaydı. Hani bana çay yok mu diye sitem edince, yukarıda
balkonda oturan köylüler beni yukarı davet ettiler.
Yan
merdivenden üst kata çıktım. Balkonda orta yaş grubunda olan erkekler
oturmaktaydı. Aralarında bir yere oturdum. Ama akşam güneşi, tam
gözlerimin içine girmekteydi. Yerimi değiştirdim. Rahat sohbet etmek ve
konuştuğum kişilerin gözlerini ve yüzlerini görmek istiyordum. Köye ait
bir şeyler öğrenmek istediğimde önce benim ne için bu bilgileri öğrenmek
istediğimi sordular. Anlattık. Bir tür naçizane Evliya Çelebi benzeri
gezip dolaştığımızı ve öğrendiklerimizi yazıya dökme çabamızı.
Görüntülediklerimizi ise İnternet ortamına aktardığımızı söyleyince
adresi sordular ve not aldılar.
Köylülerin, daha çok ormancılık
ve odun kömürcülüğü, sebze ama özellikle fasulye ekimi, bal üretimi yani
arıcılık ve kestane yetiştirme ile uğraştığını ve gelirlerini bunlardan
elde ettiklerini söylediler. Köyün yerleşikleri çoğunlukla Artvin
Borçka’dan göç eden ailelerden oluşmaktaymış. Aralarında Gürcü olanlarda
varmış ama çoğunluk Mohti Laz’mış. Yani “dilleri ve alfabeleri” olan
Lazlardanmışlar. Bir köylünün ısrarla belirttiği gibi İzmit Vilayet
yapısının önündeki yapının bilmem kaçıncı katında “Mohti Lazları’nın
Kültür Derneği” varmış. Aralarında hiç yabancı yokmuş. Evlilikler
nedeniyle neredeyse köy birbirine akrabaymış. Bu köyde şaşırtıcı olan
genç ve orta nüfusun fazla olmasıydı. Kente ve sahil beldelerine pek
fazla göç vermemiş görünüyordu köy. Çayımızı yudumlarken seçimden, ülke
ekonomisinden ve siyasetten lafladık. Oldukça bilgili ve erdemli
kişilerdi. Ülkede nelerin olup bittiğinin pek ala farkındaydılar ve bu
kötü gidişe kirlenmiş siyasetin ve siyasetçilerin yol açtığını
belirtiyorlardı.
Birilerinden ufak kağıtlar alıp kısa notlar
aldım. Adlar, yaşlar ve bazı özellikler. Kendi not defterim arabanın
bagajında kalmıştı. Üşenmiştim muhabbeti kesip aşağıya inmeye. Köylüler
ormancılık ve odun kömürcülüğü ile iştigal ettiklerinden ormanlık alan,
kesim zamanı, denetimli kesim, beş yıllık orman kesimi, denetimli
kesilen ağaçların yukarılardan “sürüklenmesi ve taşınması” ve Orman
Bakanlığı’nın belirlediği rayiçlerin yüksekliği, desi, ster ve benzeri
konularda bilgiler almış oldum. Yaş ortalaması oldukça gençti. Onların
da derdi zaten gençlerin vakitlerini hoşça geçirebilecekleri belli bir
mesire yada eğlenme alanlarının yokluğuydu. Bu konuda yetkililerden bazı
beklentileri vardı. Balkonda sohbet ettiğim ve adlarını aldığım
kişiler; İsmet Türker (32), Ali Yavuzer (36), Nedim Aytaç (32), Yılmaz
Karabulut (24) ve Hasan Turgut (40) ortalama olarak genç kesimi
oluşturmaktaydılar. Şimdi kimin kim olduğu ve bana hangi hoş ve çekici
önerileri kimin yaptığını hatırlayamayacağım. Yazın gelirsem
yukarılarda, yazları buz gibi kışları ise üzerinden buhar çıkan harika
bir su kaynakları olduğunu, burasını mutlaka gezip görmem gerektiğini
söylediler. Yukarılara çıkma şansım olursa köyün daha güzel taraflarının
resimlerini alabileceğimi belirttiler. Tamam önerileriniz ve
davetleriniz baki kalsın, yazın bir fırsatta gelir sizleri bulurum.
Önerilerinizi yerine getirmede bana yardımcı olursunuz dedim. Buradan
ayrılmak pek kolay olmadı. On dakikalığına duralım diye planladığımız bu
güzel köyden bir saat kadar sonra ayrılabildik.
Akçat ve Sıcacık Köy Ekmeği
Senaiye
Köyü’nü (Başkiraz) geçtikten sonra yol yukarılara doğru tatlı bir eğim
kazandı. Geride köyün yer aldığı geçit benzeri dar vadinin görüntüsü
batma eğiliminde giren güneşin dış ışınları altında bir başka güzel
görünüyordu. Yükselmekte olan yolun ileride platoya uzandığını fark
edebiliyorduk. Artık dağların zirvesine çıkmıştık. Bu alanda ekilebilir
düz alanların olduğu görünüyordu. Bu alanların bazısında şeftali
bahçeleri ve diğer meyve bahçeleri vardı. Bir süre sonra bir sapağı
aştık. Sapaktan sonra büyük bir yamacın sırtlarına dek kurulu olan büyük
bir köy çıktı karşımıza. Bu kesimde hiç yerleşim yerini gösteren levha
olmadığından burasının Akçat olduğuna biz karar verdik. Ve haklı çıktık.
Köye
Senaiye Köyü tarafında gelen giriş yolu bir tepeden aşağıya doğru
iniyordu. Bu tepeden köyün görüntülerini alıp ilk çeşme önünde arabamızı
bıraktık. Ali Osman bey küçük su kabımıza çeşmeden su doldururken ben
keşif turuma çıktım. İlk sapakta köşede bir evin önünde pancar motoru
traktör römorku üzerinden Muşmula boşaltan bir baba oğla rastladım.
Selam veri yanlarına yaklaştım. Görüntülerini aldım. Konutları tipik bir
muhacir konutuydu. Kerpiçten dış avlu, büyük bir tahta kapı. Satarsanız
biraz alırım dedim muşmulaları göstererek. Ne parası, burada para
geçmez diye itiraz ettiler. Yüzümü köyün merkezine doğru ilerleyen yola
çevirince sokak aralarında ikişer katlı kerpiç evler dikkatimi çekti.
İzinlerini isteyip ilerledim. Başladım görüntülemeye. Tertemiz, düzenli
sokaklar, parke döşeli. Parkeler sokak ve yollara bombeli döşenmiş. Yan
taraflarda su akakları oluşturulmuş. Akaklardan sular aşağılara doğru
akıyordu. Suyu bol bir beldeydi Akçat. Her köşe başında kurnalarında
gürül gürül su akan çeşmeleri vardı. Sokak aralarında çocuklar ve
kızlar. Siyah “yeldirmeleri” içinde yetişkin kızlar ve kadınlar. Burası
Türkmen köyü imiş. Aşağılardaki Laz ve Gürcü köylerinde farkı bu.
Oralarda sokaklarda bayanları göremezsiniz.
Sokakların ve
caddelerin adları ve konut numaraları vardı küçük plakalarda. Akçat
Belediyesi çok düzenli ve iyi çalışma gerçekleştirmiş belde için. Köy
merkezinde minaresi depremde yıkılan ve yerine metal bir minare yapılan
köy camisi, onun önünde büyük bir meydan ve köşelerde köy kahveleri ile
bakkal dükkanları. Bir de kahve gerisinde sokak üzerinde Avcılar Derneği
vardı. Meraklı gözlerle bana bakıyorlardı ama rahatsız olan, meraklı
olan yada soru soran yoktu. Bu belde oldukça kalabalık ve hareketli bir
yerdi. Yukarılara çıkıp görüntü aldıktan sonra geri döndüğümde çok merak
eden bir iki yaşlı köylünün merakını giderdim. Bahçede oturup çayımızı
yudumladık.
Köy tamamen tarımla geçiniyordu. Ürünlerini doğrudan
yan Karamürsel’e yada İstanbul’a göndermekteymişler. Modern tarım
aletleri, traktörleri ve küçük pancar motor denilen taşıma araçları
vardı her konut önünde. Sokaklarında genç yaşlı bayanları ve kızlı
erkekli koşturan çocukları görmek olanaklıydı. Belde yaklaşık 300
haneymiş ve geçmişi oldukça eskilere dayanmaktaymış. Adının Akçat olması
olasılıkla Akçatı kelimesinin zamanla bozulup bu biçime dönüşmesinde
oluşuyormuş. Köyde şifalı olduğuna inanılan bir kaynak suyu
bulunmaktadır. Köy kuzey sırtlarında yer alan büyük bir tepenin
yamaçlarına dek genişlemiş. Ama asıl genişleme doğudan batıya şeklinde
oluşmuş. Ana caddeler kuzeyden güneye doğru köyün içinden geçen yola
birleşmekte. Aralarda kalan bir sürü sokak, cadde ve çıkmaz sokak var.
Osmanlı zamanlarında bu kesimde var olan Rum Köyleri göz önünde
tutulursa böylesi büyük bir köyün burada bir arada olması anlamlı
geliyor insana. Diğer büyük yerleşim beldesi de yaklaşık Akçat’a 7 km
uzaklıkta olan Yalakdere’dir.
Görüntüleme işimiz bitince biraz
acele etmek istiyorduk. Merdigöz’ün tarifini almıştım. Kimse bana siz
Avcıköy’e mi gitmek istiyorsunuz diye sormamıştı. Cumhuriyet dönemi
isimleri Türkçeleştirme konusu yerleşikleri pek etkilememişler. İnsanlar
bildikleri ve alışık oldukları isimlendirmeleri kullanmaktalar. İlk
girişte sohbet edip konuştuğum baba oğul işlerini bitirmişler ve
evlerine çekilmişlerdi. Ancak tam biz konutun önünden geçerden yaşlı
amca bahçe kapısında dışarı çıkıp beni durdurdu. Bir torbaya koydukları
muşmulaları bana uzattı. Para ödeme ısrarımı ise geri çevirdi. Bizi
avlunun içine davet etti. Kapıdan içeri girince sol tarafta bir ekmek
fırını vardı ve içinde pişmiş köy ekmekleri. Dip tarafta bir köşede üst
üste yığılı içleri büyük hurmalarla dolu sandıkların ve ekmeklerin
resimlerini çektim. Yüz bulduğumuzdan bir de sünepelik edip bize ekmek
satmalarını istedim. Memnuniyetle dedi amca. Adı Mehmet Küpçü imiş (67).
Eşi teyze de kıvrılmış bir şeyin üzerinde oturmaktaydı kapının sağ
tarafında. Nur yüzlü, beyaz eşarplı bir teyze. Yüzüne bakınca fark ettim
ki çok güzel gözleri vardı. Deniz mavisi. Sizin ne güzel gözlerinin
varmış dedim sevecenlikle. Gülümseyip baktı sadece, güzelliğinin
farkındaymışçasına. Amca ile teyzenin birlikte resimlerini çektim. Adını
öğrendim amcanın. Not aldım bir daha gelirsem sizi mutlaka ziyaret
edeceğim dedim. Beleş muşmula torbasını ve köy ekmeğini bagaja koyup
köyden ayrıldık.
Akçay Köyü’nden çıktıktan sonra yol kıvrılarak
ilerliyordu. İleride çukurlaşan kısmın kuzey tarafında dördü bir arada
villa inşaatı vardı. Burasını geçtikten sonra üç dört kilometre
ilerledik. Ve yol tepenin batı tarafına geçince kaşı vadilerdeki
sürülmüş tarlaları ve bu tarlaların daha gerilerindeki bir birlerine
yakın gibi görünen köyleri gördük. Arabamızı durdurup manzaranın ve
batmakta olan güneşim oluşturduğu harika görüntüleri yakaladık. Yol
kızıl beyaz bulutlar arasında batmakta olan güneşe doğru uzanıyordu
adeta. Tepenin altı görünmüyordu. Sol tarafta kalan tepelik yerde iki
büyük TV yayınlarını yansıtıcı direkler vardı.
Açıklamalar & Dipnotlar
(1).
En uçtaki köy Senaiye (Başkiraz) Köyü. Bu Gölcük’e bağlı en sok köy.
Bundan sonraki köy Akçat. Ama oldukça büyük bir köy. Akçat’tan sonra
Avcıköy (Merdigöz), Yalakdere. Geri
(2). Akçat: Karamürsel’e bağlı
oldukça büyük bir köy. Belediye. Yalakdere ile arasında sadece Avcıköy
(Merdigöz) var. Akçat-Avcıköy arasında Karamürsel-Karapınar üzerinden
gelen yol sapağı var. Geri
(3). Sofular köyü: İhsaniye’den sonra
üçüncü yol üzeri köy. Aşağıdaki ilk iki köyden daha ufak olmasına rağmen
daha düzenli ve bir arada. Belki buna alanının dar olması yol açmış ama
yerleşiklerin yakınlığı ve candanlığı da rol oynamış olsa gerek. Geri
(4).
Yalakdere: Karamürsel-İznik Yolu üzerinde teğet geçilen belde. Yol
üzeri levhasında Karamürsel, Yalova, İznik, Orhangazi, Topçular,
Valideköprü, Kızderbent ve Semetler yazan belde. Belde bu giriş kısmının
daha içerisinde yer almaktadır. Ama Karamürsel-Karapınar Yolu ile
gidildiğinde içinden geçilip gidilmektedir Valideköprü’ye doğru. Geri
(5).
Avcıköy’e (Merdigöz) ait görüntüler
http://community.webshots.com/user/erkankirazi adlı siteye yüklenmiştir.
Köyün geçmişini anlatan levhanın da görüntüsü mevcuttur. Geri
(6).
Özgür Kocaeli Gazetesi, Pazar Eki, 13.10.2002, Sf: 7, Atilla Oral, Türk
Ticaret ve Sanayi Tarihi’nde İzmit Körfezi. Derince Limanı, "Steam in
Turkey an Enthusiasts` Guide to Steam locomotive of Turkey" by E.
Talbot, The Continental Railway Circle, Oxford, 1981, ISBN 0 9503469 69,
Full text (Scan) from top of page 17: Geri
(7). Milli Mücadelede’de
İzmit Sancağı, Dr. Yusuf Çam, Sf:35, “A native of Centerville,
Mississippi, Admiral Briscoe was graduated from the Naval Academy in
June 1918. During World War I he served in the battleship ALABAMA of the
Atlantic Fleet and in the destroyer ROE, operating from Brest, France.
At the end of hostilities, he made the first postwar Midshipmen cruise
in the USS KEARSARGE and in 1919 returned to destroyer duty as Engineer
Officer of the USS HUMPHREYS, stationed in Near East waters at
Constantinople. During the Turko-Greek fighting in 1920-1921, he
commanded a Naval landing force at Derindge, Turkey. “
http://www.spear.navy.mil/ships/dd977/adm.htm Geri
(8). Memleketimden
İnsan Manzaraları, Nazım Hikmet, Adam yayınları, Sf: 68 ve 70.
Haydarpaşa - İzmit yoluda Derince İstasyonu’ndan geçerken tren, Kambur
Kerim’in hikayesi anlatılır. Geri
(9). Bu kervansaray görüntüleri İnternet ortamın aktarılmamıştır. Merak edenler bende talep edebilirler. Geri
(10).
Altınova – İnebeyli Köyü mevkiindeki Ballıkaya görüntüleri
http://community.webshots.com/user/erkankiraz14 adresine yüklenmiştir.
Geri
(11). Altınova – İnebeyli-Valideköprü arası görüntüler http://community.webshots.com/user/erkankiraz14 adresinde yüklüdür. Geri
(12). İznik görüntüleri http://community.webshots.com/user/erkankiraz9 adresinde yüklüdür. Geri
(13). Fulacık görüntüleri http://community.webshots.com/user/erkankirazi adresine yüklenecektir. Geri
(*) Akmeşe’nin Öyküsü, Deneme Yazısı, Erkan Kiraz, 22.09.2002, Sf: 6 ve Akmeşe’ye Göç Öyküleri; Yakup Özkan, Sf: 1-4. Geri
Erkan Kiraz, 03/11/2002, Pazar, Şirintepe-İzmit, erkankiraz@yahoo.com
© Copyright Hakkı Erkan Kiraz’a Aittir. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazı ancak kaleme alanın izni alınarak tekrar yayınlanabilir yada dağıtılabilir.
© Copyrighted to Erkan Kiraz. All Rights Reserved.
This study may be re-copied or re-distributed only with prior consent of its Author.
Written & Edited By Erkan Kiraz erkankiraz@yahoo.com on 03/11/02.