Uzak bir ülke değil benim için çocukluk - Gündem
01 Ocak 2025 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Քաղոց / Օր : Արեգ / Ժամ : Երկրատես

Gündem :

28 Aralık 2024  

Uzak bir ülke değil benim için çocukluk -

Uzak bir ülke değil benim için çocukluk Uzak bir ülke değil benim için çocukluk

Rober Koptaş, ilk romanı Unufak'ı anlattı: "Unufak" çocuklukla, aileyle, erkeklikle, kimlikle, tarihle, toplumdaki ve ev içindeki şiddetle yüzleşmemin, bunlardan ve bunların insanlara ne yaptığından, onları nasıl unufak ettiğinden ne anladığımın metni.

İlk romanların kaderinde kim ne diyecek sorusu hep vardır. Hoş her yazar yazdığının çok okunmasını, çok beğenilmesini ister ama ilk roman ortalık yere ilk defa çırılçıplak atlamak gibi bir şaşkınlığı da beraberinde getirir. Rober Koptaş, gazete yazılarında kullandığı kıvrak dille edebiyata uzak biri olmadığını belli ediyordu ama böyle çok karakterli ve aynı aileden üç kuşağı ele aldığı bir ilk romanla çıkarak dikkatleri çekmeyi başardı. Unufak (İletişim Yayınları) üzerine benim de soracağım üç soru oldu.

Çok yakıcı ve vurucu bir roman adı: Unufak. Anlattığın ailenin hal-i pür melali aynı zamanda bu coğrafyanın da acı gerçeği. Dikkatimi çeken şeyleri hemen sayayım; yetimlik ve baba şiddeti, Anna’nın aldatıldığını anladığı zaman bir başka öteki olan ‘Çingene’ye tercih edilmesinin altını kalın kalın çizmesi ve kadının ev içinde yaşadığı şiddetin tekrar tekrar anlatılması…. Kendi içine kapalı bir topluluğa çok içerden bir bakış… Ne dersin?

Ne yazacaksam, nasıl yazacaksam öncelikle dürüst olmaya kararlıydım. Ekmeğim de, suyum da buydu ve tabii o çıplaklığa erişmek de, sonra onunla kalabilmek de kolay değildi. Kitap yayımlandıktan sonra, bugün hiç değil…

Unufak çocuklukla, aileyle, erkeklikle, kimlikle, tarihle, toplumdaki ve ev içindeki şiddetle yüzleşmemin, bunlardan ve bunların insanlara ne yaptığından, onları nasıl unufak ettiğinden ne anladığımın metni. Kendim için ne istiyorsam karakterlere de onu yaptım: Onları anlamaya çalıştım. Belli bir şefkat ve sevgiyle yaklaşsam da onları sevdirmeye çalışmadım. Karanlık taraflarından ibaretlermiş gibi de, öyle bir yanları yokmuş gibi de yapmadım. Bütün bunlardan onların haberi yok tabii.

Bildiğim, geldiğim, ait olduğum yerleri anlattım elbette, o yüzden içeriden bir bakış olduğu doğru. Ama ben içeriyi bildiğim kadar dışarıyı da biliyorum veya içeriye dışarıdan, dışarıya da içeriden bakabiliyorum diye düşünmek isterim. Büyüklenmeden söylüyorum bunu; dışarıdaki içeriyi bilmez ama içerideki dışarıdakini bilir, kendini oradan gelecek tehlikelerden koruyabilmesi için bilmesi, iyi gözlemesi, bütün işaretleri iyi okuması gerekir çünkü. O manada dışarıyla içerinin temas ettiği ya da nerenin dış nerenin iç olduğunun birbirine geçtiği yerleri görebiliyordur metin diye umuyorum. Şiddeti de, ataerkiyi de, ayrımcılığı da dışarıda ve içeride sürekli yeniden üretilen şeyler olarak gördüm. İçerinin dışarıdan bu anlamda çok farklı olmadığını, ama dışarıdan gelen şiddetin yoğunluğu ve sistemli doğası nedeniyle içerinin kendine özgü kimi ruhsal buhranları ve delilikleri de taşıdığını göstermek istedim. Ben özellikle vurgulamasam ve sanıldığı kadar önemli olduğunu düşünmesem de Ermeni bir ailenin hikâyesini anlatıyorum tabii ve Ermenilerin hem edebiyatta hem gerçek hayatta temsil ediliş biçimlerine itiraz eden, onların daha önce gösterilmeyen şekillerde de var olduklarını, belli şablonların dışında da yaşayabildiklerini, kanlı canlı faniler olduklarını ifade etmeye çalıştım.

Kitabın ismine gelince, itiraf etmem gereken bir şey var. Ben uzun süre başka başlıklar etrafında dönüp durdum. Sonra bir gün, dosyayı okuyup metni seven bir yakınım “Yalnız, bu romanın adı Unufak olmalı” dedi. Düşünürüm deyip geçtim ama hiç üstünde durmadım, başka başlıklar etrafında gidip geldim epey, unuttum o öneriyi, hatta dosya İletişim’e de başka bir başlıkla gitti. Ama sonra, bir sabah erken, yayın tarihi de epey yaklaşmışken o unuttuğum başlık gelip karşıma çıktı, adeta dayattı kendini. Bugün artık başka bir başlık koymuş olma ihtimali epey acayip geliyor, çok uydu Unufak bu metne.

Romana başladığım andan itibaren değişen anlatıcılar ama değişmeyen dil (Harut’unki hariç) sanki sözlü tarih çalışması okuyormuşuz gibi bir tanıklığa çağırıyor okurları. Yanılıyor muyum, bundan sonra yazacakların da bu üslupla mı olacak?

Anlatıcılarla birlikte dilin değişmesini istemiştim aslında. Becerememiş, başka şeyler murat ederken birbirine benzer sesler veren bir koro yaratmış olabilirim. Bunun gerekçesi anlatıcıların aynı aileden gelmesi de olabilir tabii. Sözlü tarih çalışmasına benzetmen hem hoşuma gidiyor, çünkü biraz belgesel tınısı olmasını istemedim diyemem ama bir yandan da beni huzursuz eden bir tarafı da var, orada edebiyattan uzaklaşıyoruz çünkü, bu da istediğim bir şey değil, ayaklarımı edebiyatın sahasına basmak istiyorum.

Aslında genelde iki şekilde hayal ettim karakterlerin anlattıklarını yazarken. Bir, sohbet ediyoruz; onlar uzun monologlar halinde konuşuyorlar, biz de pek araya girmeden dinliyoruz. Belki arada bir şeyler soruyoruz ama asıl derdimiz onları dinlemek. İki, onlar büyük, ben çocuğum ve yerde, halının üstünde, olmayan oyuncaklarımla oynuyor ve onların anlattıklarına kulak kabartıyorum. Çocukluğum boyunca sıkça yaşadığım bir sahne bu, özellikle kadın anlatıcıların sesleri hep kulağımdaydı o yüzden.

Bundan sonra nasıl yazarım bilmiyorum. Bu metinde anlattığım parçalanmışlığı yazıyla ifade etmenin bir yoluydu benim için hikâyeyi farklı anlatıcıların ağzından dinlemek. Teknik bazı çıkmazların çözümüne çok yardımı oldu. Ayrıca Saroyan’ın sözleri de kulağıma küpeydi, herkesin hikâyesi anlatılabilir, anlatılmalı diye de düşündüm. Eğer yine kalabalık kadrolu bir şey yazarsam neden olmasın? Anlatının ruhu neyi gerektiriyor diye bakacağım elbette, ona özgü olanı ararım muhakkak ama cebimdeki bu alet işe yarıyorsa kullanabilirim de.

Bundan sonra yazacakların diye boşuna demedim, romanın bittiği yer senin devam edeceğinin de işaretlerini veriyor sanki. Eğer öyleyse üçüncü kuşağın yani Artun ve abisinin hayatına da şahitlik edecek miyiz, yoksa bambaşka bir döneme sıçrama niyetin var mı?

İkinci roman için fikrim net. Tam da dediğin gibi, Unufak’ın askıda kalan sonuna bir mim koydum, o mimden yola çıkıp bir büyüme hikâyesi yazacağım. Bu ikinciye dair heves, aklımdaki sorular, Unufak’ı yazarken netleşti zihnimde. Belki bu ikincinin içinden de üçüncüsü çıkacaktır. Etiketleri fazla önemsemiyorum ama bunlar öz-kurmaca denilen türe yakın metinler, belki ancak ondan sonra başımı kaldırıp biraz daha uzaklara bakabilirim gibi geliyor. Türk-Ermeni meselesine bakmaktan kaçabilir miyim? Belki tarihsel bir romanla? Dördüncü o mu olur, önünden ya da arkasından ne gelir, hepsi zamanın vereceği cevaplar, ben de merakla bekliyorum.

Bir de çocuk hikâyesi yazdım bu arada, onun üzerinde çalışacağım biraz daha. Unufak’ı dosya halindeyken okuyan bir çocuk yayıncısı arkadaşım dürttü beni çocuk dünyasını anlatmadaki hevesime dair, çok farkında değildim. Oralarda çok dolanıyor çünkü zihnim, uzak bir ülke değil benim için çocukluk. Dolayısıyla, becerebilirsem, arada bir çocuk hikâyesi yazmak da hoşuma gidecek, biliyorum.

Üç roman yazıp yayımlatabilirsem sonra belki sağda soldaki yazılarımı güncelleyerek, şerhler düşerek topladığım bir ara kitap gelir. Ama bunlar şimdiki fantezilerim. Yolda ne olur hiç kestiremiyorum, kestirmek de istemiyorum sanki. Yazıya hayatımda merkezi bir yer vermek istediğimi biliyorum ama, orası kesin.

FİGEN ŞAKACI - 1971 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. 1989 yılında gazeteciliğe başladı, çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik, köşe yazarlığı yaptı. Televizyona dizi senaryoları yazdı. İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Her Doğum Bir Mucizedir ve Mizah Zekânın Zekâtıdır adlı iki nehir söyleşi kitabı yayımlandı. Üçleme olarak tasarladığı roman serisinin ilk kitabı Bitirgen 2011'de (ilk baskısı Everest Yayınları'ndan), ikincisi Pala Hayriye 2013'te yayımlandı. Üçleme- yi Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı? (2017, İletişim Yayınları) kitabıyla tamamladı. Pala Hayriye kitabındaki "Pişti" hikayesinden uyarladığı "Topuklu Terlik Süt Yapar" tiyatro oyunu Aysa Prodüksiyon tarafından 2017'de, Şogen Film tarafından 2019'da sahnelendi ve aynı isimle kitaplaştırıldı (Mitos Boyut Yayınları). Kesekli Tarla (2020, öykü) ve HınçAhınç (2024, roman) adlı kitapları İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.






Bu haber artigercek kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (artigercek) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(artigercek). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+