Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde resmiyet kazanan zorunlu nüfus değişimini kontrol etmek için kurulan alt birimlerden biri olan Mersin Tali Komisyonu’nun Şubat 1924 tarihli raporunda sözünü ettiği “şehirde toplanan belirli sayıda Arapdilli Rum Ortodoks”un, Milletler Cemiyeti adına Mübadele’nin idaresini üstlenen Muhtelit (Karma) Komisyon’un gündemini neredeyse 4 yıl işgal edeceğini o sırada kimse bilemezdi. I. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmış ülkelerden üç üye ile Türkiye ve Yunanistan’ın dörder kişilik heyetlerinden oluşan komisyon, hatırısayılır bir süre boyunca sözleşmenin maddelerini yeniden tartışmaya açacak, devletlerin homojen kimlik arayışlarını ortaya koyacak ve nihayetinde uluslararası hukuk nezdinde “Rum” kavramının sınırlarını çizecek bir mücadeleye sahne olacaktı.[1]
Rapora göre, anadili Arapça olan bu topluluk “mübadil addedilmek istemiyordu.” Uluslararası kurumların ve ulus-devletlerin dayattığı bu göçle yerinden olmak istemeyen binlerce insandan farklı olarak bu topluluk, imzalanan sözleşmenin mübadil tanımlarına tam anlamıyla uymuyordu. Zira bu protokolün ilk üç maddesinde, belirli bir dönemden sonraki sınır esas alınarak, Batı Trakya’daki Müslümanları ve İstanbul’daki Rumları dışarıda bırakacak şekilde, Türk topraklarında yerleşik Rum Ortodoks dininden Türk uyrukluları ile Yunan topraklarında yerleşik Müslüman dininden Yunan uyrukluların karşılıklı göç ettirilmesi zorunlu kılınmıştı. Her iki devlet de “kurtulmak istediği” insan sayısını azami düzeyde tutmak için kimliğin esas etmeninin din olduğunu ve değişimin temel kriteri olduğunu kabul etmişti, fakat bu doğrudan kurulan kimlik tanımının dışında kalan topluluklar vardı. Yunanca konuşan Giritli Müslümanlar (Turkokritiki), Makedonya’daki Yunandilli Müslümanlar (Vallahadesler), Türkçe konuşan Doğu Ortodoksları (Karamanlılar), Ermenidilli Rum Ortodokslar (Hayhurumlar) ve bir şekilde mübadeleye tabi kılınsa da Mersin’deki Arapdilli Ortodoksların kaderi büyük bir soru işareti oluşturuyordu.[2] Bu konuda kesin olan tek şey, Türkiye’nin de Yunanistan’ın da bu toplumu kendi ülkelerinde istemediğiydi.
Mübadil kriterlerine sığmayanlar
Sözleşmede belirtilen Rum Ortodoks ve Müslüman ifadelerinin belirli grupları mübadil addetmekte yeterli olmayacağı, karşılıklı sevklerin başlamasından yalnızca sekiz ay sonra net olarak ortaya çıktı. 29 Ocak 1924’te, Yunanistan’da ikamet eden Romanların mübadele kapsamında kabul edilip edilmeyeceği konusu Muhtelit Komisyon’a taşınırken bu tartışmayı aynı yıl içerisinde Rum Katolikler ve Protestanların istisna kabul edilmesi ve Ermeniler, Bulgarlar, Ulahlar ile Müslüman ve Ortodoks Arnavutların statüsünün tartışılması takip edecekti.[3]Romanlara dair tartışmadan yaklaşık iki hafta sonra ise komisyonun gündem maddelerinden biri Mersin’deki Arap Ortodoksların durumu olacaktı.
Komisyon bu meseleyi ele almadan birkaç ay önce, Kasım 1923’te Mersin’de ikamet eden Arap Ortodoksların mübadil addedilip addedilmeyecekleri Türkiye bürokrasisinin gündemiydi. Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti bu topluluğun mübadil sayılacağını bir mütalaayla açıklamıştı. Aralık 1923’te, artık lağvedilmiş olan bu bakanlığın hukuk müşavirliği bu toplumun Mübadele’deki durumuna dair sorulan bir soruya aynı cevabı vermişti.[4] Aynı şekilde, mesele Muhtelit Komisyon’un gündemine geldiğinde, Türk heyeti başkanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, “700 kişilik bir grubun bu durumundan haberdar olduğunu ve bu insanların da mübadeleye tabi olduklarını düşündüklerini” belirtmişti.[5]
“Rum Ortodoks ne demek?” tartışması
Komisyonda meselenin karşılıklı olarak tartışılmasından bir ay önce, Tevfik Rüştü Bey, Ankara’ya meseleyi özetleyen bir telgraf gönderecekti. Bu telgrafa göre, oturumların dışında yapılan konuşmalarda, Yunan heyeti başkanı İoannis (Jean) Papas, Yunanca bilmeyenlerin mübadil sayılmaması gerektiğini söylüyor ve bu türlü karmaşık durumlarda göç ettirilecek kişilerin “rızasının alınması”nı savunuyordu. Tevfik Rüştü Bey, komisyonun tarafsız üyelerinden Karl Widding’in bu düşüncelere katılmaya meyilli olduğunu düşündüğünden, Mersin’deki Arap Ortodoksları mübadeleye tabi kılmayı başaramayacaklarını düşünüyordu. Fakat bunu başarmak için bir planı vardı. Öncelikle, sevk edilmek üzere Mersin’e getirilmiş Rumlar ve Mersin’e gelen Müslüman mübadillere mesken olması için, Arap Ortodokslara ait gayrimenkullere devletin vereceği bir kira kontratıyla el konulmasını öneriyordu. Böylece Arap Ortodokslar, bu durumu komisyona şikayet edecek ve Türkiye de bu sorunun çözülmesine öncelikle Arap Ortodoksları mübadil addetmeyi şart koşabilecekti. Nihayetinde, sürecin bu çıkmazından dolayı mağdur olacak Arap Ortodokslar “kendi rızaları”yla mübadele kapsamında Yunanistan’a sevk edilmek isteyeceklerdi.[6]
Haziran 1924’e gelindiğinde ise Mübadele Sözleşmesi’nin kriterleri tartışmaya açılacaktı. Yunan delegasyonu, sözleşmede geçen Rum Ortodoks ibaresinin ikili bir kıstas içerdiğini savunuyordu. Buna göre bu tabir, dinen Ortodoks ve etnik olarak Rum olanları kastediyordu, zira aksi takdirde yalnızca Ortodoks tabirinin kullanılması yeterli olurdu.[7] Türkiye tarafına göreyse, bu şekilde bir kullanım dini kritere bir de ırksal bir kıstas ekliyordu. Halbuki, Rum Ortodoks ibaresi sözleşmede Müslüman tabirinin karşılığı olarak kullanılmıştı ve yalnızca dini bir tanım yapılması amaçlanmıştı. Bu sebeple de Rum Ortodoks’tan kastın İstanbul Rum Patrikhanesi’ni ruhani merkez olarak gören herkes olduğu konusunda ısrarcıydı.[8] Bunun üzerine, Yunan heyetinden Nikolopoulos, söz konusu Arapların Rumlarla aynı mezhepten olduğunu ama kendi patriklerini seçtikleri ayrı bir dini makam olan Antakya Patrikhanesi’ne bağlı bulunduklarını ve İstanbul Rum Patrikhanesi’yle yalnızca ruhani bağları olduğunu hatırlattı. Tevfik Rüştü Bey ise Türkiye kanunlarına göre, iki patrikhanenin resmi ilişkileri olduğunun altını çiziyordu.[9] Ayrıca, daha sonraki tartışmalarda sıkça ortaya çıkacak bir argümanı ortaya atarak, nüfus değişiminin arkasındaki siyasi amaçları masaya getirdi. Tevfik Rüştü Bey bunu yaparken, Mersin’deki nüfusun Mübadele’ye dahil olmayan bir ülkeye gönderilmesi teklifini de ortaya koydu:
Nitekim sayısı bini bulmayan bu küçük toplum Yunanca konuşuyor ve Elen davası için kendilerini ortaya koymuş durumdalar. Bu yüzden, Yunanistan tarafından reddedilmeyeceklerdir. Fakat eğer, aralarında Suriye tabiiyetini seçmek isteyen ve Suriye’ye gitmek niyetinde olan varsa, Türk heyeti, Türk hükümetiyle birlikte, kendilerine ve müstakbel Rum tebaasına misalen mülklerini tasfiye etmelerine imkan tanıyacak izinler bahşederek bu duruma müdahil olmaya hazırdır.[10]
Mersinli “Bayan Şatır” Arap mı?
Haziran ayındaki tartışmaya Yunan delegasyonunun meseleyle ilgili komisyona bir rapor sunma talebinin kabul edilmesiyle birlikte üç yıl kadar ara verilirken, Mersin’deki Arap Ortodokslar meselesi, Haziran 1926’da bu kez kişisel düzeyde bir sorunla komisyon gündemine gelecekti. Bu anlamda, İstanbul Tali Komisyonu’ndan gelen rapor, Mersinli Bayan Şatır, Bayan Tahinci, Andon Yusuf Nassir, Eleni Yorgiou ve Bayan Efpraksia’nın mübadil olarak kabul edilerek İstanbul’a gönderildiğini bildiriyordu. Yunan heyeti, komisyonun henüz bu konuda resmi bir kararı olmadığı için böyle bir işlem yapılmasına itiraz ederken, Türk delegasyonundan Senieddin Bey, “yalnızca Bayan Şatır’ın durumuyla ilgili bilgisi olduğunu ve daha önce Arap Ortodoks olduğunu belirten Şatır’ın Rum Ortodoks olduğunu itiraf ettiği için İstanbul’a gönderildiğini” belirtiyordu. Buna göre, Şatır ve kocası Kayseri doğumlu Rumlardı. Şatır, Mübadele’yle Yunanistan’a gönderilmemek için ilk başta Arap Ortodoks olduğunu beyan etmiş, fakat daha sonra bu durum ortaya çıkınca Arapça bilmediğini itiraf etmişti. Şatır’ın mülklerini devletten kaçırmak için bu oyuna başvurduğu düşünülüyordu, zira Mübadele’yle Mersin’e gelen birçok aileye verilebilecek on odalı büyük bir evi vardı. Bu yüzden de “gayrihukuki hareketi” ve “güvenlik gerekçesi”yle İstanbul’a gönderilmişti. Yine de Şatır’ın en azından kıymetli menkullerini geri alması için Mersin’e dönmesine izin verilmesi konusunda Yunan heyeti ısrarcıydı. Bunun üzerine, Türkiye tarafı “içişlerine müdahale kartı”nı oynamayı tercih etmesine rağmen, komisyonun Türk heyetinden meselenin detaylı incelenmesi için gerekli belgeleri sunması talebiyle tartışma sona erdi.[11]
Şatır’ın Rum mu Arap mı olduğunu bilmiyorum, fakat hatırısayılır bir mülke sahip olması, İstanbul’a gönderilmesinin Tevfik Rüştü Bey’in 1924’te Ankara’ya önerdiği mülklere el koyarak bezdirme planını andıran bir durum olabileceğini düşündürüyor. Bu konu tartışmalı olsa da, şurası kesin ki, Türkiye bu bezdirme planını Mersin’deki Ortodokslara hiçbir zaman sistematik bir şekilde uygulamadı. Fakat öte yandan, Yunanistan mübadil kabul edilip edilmeyeceği tartışmalı bir diğer grup olan Müslüman Çam Arnavutlarına uzun süre baskıcı politikalar uygulamaktan vazgeçmedi. Komisyonun 1924 yılında Çamların mübadil olmadığına hükmetmesine rağmen Yunanistan, 1926’ya kadar iki yıl boyunca bu toplumdan insanları Türkiye’ye sevk etmeye devam etmişti.[12]
Bu haber nehna kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (nehna) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(nehna). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com