Amerikalı Eğitmen Dr Bob Mckay: Ermenilerın soykırım iddiaları yanlıştır - Gündem
28 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Սիմ / Ժամ : Շաւաղօտ

Gündem :

16 Şubat 2022  

Amerikalı Eğitmen Dr Bob Mckay: Ermenilerın soykırım iddiaları yanlıştır -

Amerikalı Eğitmen Dr Bob Mckay: Ermenilerın soykırım iddiaları yanlıştır Amerikalı Eğitmen Dr Bob Mckay: Ermenilerın soykırım iddiaları yanlıştır

Emre Serbest (TASFO): Sn. Dr. McKay, öncelikle TASFO’nun röportaj talebini kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. 85 yaşındasınız ve Türkiye’nin en prestijli okullarından biri olan Tarsus Amerikan Koleji’nde (TAC) seçkin bir eğitimci olarak adeta hizmet etmeye adanmış bir hayatınız var. Bize Türkiye’ye gelişinizin hikâyesini biraz anlatır mısınız?

Dr. Bob McKay: 1959’da ben bir biyoloji öğretmeniydim ve eşim Lorraine “Pfeifer” McKay (Lorry) ile yeni evlenmiştim. O yılın Ağustos ayı sonlarında USS Constitution ile Manhattan’dan İstanbul, Türkiye’ye doğru yola çıktık. Ebeveynlerimiz gözlerinde yaşlarla rıhtımdan bize el sallıyorlardı. Sonra birkaç yıl boyunca onlarla görüşemedik.

Gideceğimiz yer, Türkiye’nin güneyinde Tarsus adında küçük bir kasabaydı. O zamanlar bize yabancı olan bu küçük kasaba, İsa’nın havarisi Aziz Paul’un (Pavlus da denir) doğum yeri olarak bilinir. Aziz Paul’un ünü ve eylemleri, İncil’de yer alan, Korintlilere ve Efeslilere yazdığı mektuplarında iyi belgelenmiştir. Mesih İsa ile birlikte onun havarisi olan olan Paul’un sözleri, tüm insanlığa kuvvetli bir sevgi mesajı içerir.

Lorry ve ben, çalışkan orta sınıf ebeveynlerin çocuklarıyız. Onların hayallerinin bir uzantısı olduğumuza inanıyorum. Onların emek ve fedakarlıkları ile, bir devlet üniversitesinden, kendilerinin Büyük Buhran ve I. Dünya Savaşı nedeniyle alamadıkları bir eğitim düzeyiyle mezun olduk.

1959’da her türden eğitimciye, günümüz standartlarına göre düşük ücretler ödeniyordu. Muhtemelen dünya seyahatinin lüksünü veya yeni kültürleri deneyimleme fırsatını maddi olarak asla karşılayamayacağımızı düşündük. Ne kadar yanılmışız!

İkimiz de kilisemizin sıradan üyeleri olarak aktiftik. Kilisemizin bir üyesi, Dr. Ford Battles, Hartford Ruhban Okulu’nda tanınmış bir Calvinizm Bilgini ve profesördü. Kendisi, kilisenin “misyon okullarından” birinde yurt dışında öğretmenlik yapma olanaklarını keşfedebileceğimizi önerdi; örneğin Filipinler’de.

Sonunda, yüzlerce kilise okulundan birinde öğretmenlik yapmanın, bize o zamana kadar imkansız gibi gelen maceralı dünya seyahati fırsatını bize sunabileceği fikri aklımıza düştü.

Aylarca süren görüşmelerden sonra, Protestan Cemaat Kilisesi’nin “Amerikan Yabancı Misyonlar Eğitim Kurulu” (“The American Board of Commissions for Foreign Missions” veya “ABCFM”) denilen denizaşırı şubesinde çalışmak üzere seçildik. O zamanlar “Kurul”un tüm dünyaya dağılmış 800’ün üzerinde çalışanı vardı. Bu ABCFM çalışanları, hastaneler, okullar ve sair tarım kurumlarında çalışanlardan oluşan devasa bir ağ oluşturmaktaydı.

Lorry ve benim öğretmenlik yapmak için anlaştığımız okul Filipinler’de değil, Tarsus, Türkiye’deydi: Tarsus Amerikan Koleji (TAC) adında küçük bir okuldu. Yolculuğumuz heyecan verici olmakla beraber, ne Tarsus Amerikan Koleji hakkında ne de Türk öğrenciler hakkında çok fazla şey bilmiyorduk. Sadece okulun Türk toplumunda çok saygı gördüğünü ve 1800’lerin başında kurulduğunu biliyorduk.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce TAC’ye benzer 300’den fazla akademik kurumun yanı sıra Gaziantep Hastanesi (GH) gibi çok sayıda tıbbi kuruluş da mevcuttu. 1959’da, Birinci Dünya Savaşı’ndan geriye sadece dört eğitim kurumu ve bir hastane (GH) kalmıştı. 4 okuldan ikisi kızlara yönelikti: İzmir Kız Koleji ve Üsküdar Kız Koleji. Erkek çocuklar için kurulu olan iki okul ise Talas ve Tarsus’taydı.

Emre Serbest (TASFO): Peki siz Ermeni meselesine nasıl müdahil oldunuz ve bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Dr. Bob McKay: O vakit, şimdi “ABCFM” okullarının Osmanlı Ermeni Cemaati ile iç içe olması nedeniyle o zamanki Osmanlı Ermeni nüfusuna odaklanalım. Buradaki iddialar şunlardır: Ermenilerin “soykırım” iddiaları ve Ermenilerin Osmanlı Hükümeti’nin zulmünün kurbanı olduklarına dair tarihsel anlatılar. Defterin diğer tarafında ise farklı bir resim gösteren belge ve kayıtlar yer almaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Türkiye karmakarışıktı. “Yeşil Haç” (Amerikan Kızıl Haçına Eşdeğer), ülke nüfusunun üçte birinin savaştan, açlıktan veya hastalıktan öldüğünü tahmin ediyordu. Eski hükümet (Osmanlı) ortadan kalkmıştı ve her yerde kaos vardı. Gıda tedarik zincirleri kırılmıştı ve ülkenin ticaretini idame ettirebileceği bir para birimi dahi yoktu.

Böylece aynı hikayenin ikinci yüzünü de görmeye başlıyoruz. Avrupa ülkeleri, Osmanlı’dan geriye kalanları dağıtmak ve onlara boyun eğdirmek istiyorlardı. Bu suistimalden daha da kötüsü, bu ülkeler Osmanlı Toprakları’nı kendileri için veya Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap kesimlerinde yapıldığı gibi bölmeye çalıştılar. Petrol çıkarmak için kontrol edebilecekleri coğrafi bölgeler yarattılar. Aktif olarak kendileri için kazanç arayan ülkeler arasında şunlar vardı: İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermeniler ve Ruslar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve Osmanlı İmparatorluğu’nun güney/Arap bölgelerinde, İngilizler yeni ülkeler için yapay sınırlar yarattı – Suriye, Irak, İran, Lübnan, Ürdün, gibi. Bugün Orta Doğu’daki mevcut çatışmalar ve savaşlar, bu biraz da bu keyfi kararlara bağlanabilir.

Türkiye’nin düşmanları bir ateş, ölüm ve yıkım çemberi oluşturarak ülkeyi kuşatmıştı: Winston Churchill, Konstantinopolis’i (İstanbul) fethetmek için Çanakkale Boğazı’na çıkan bir gemi filosuna sahipti. Levant’ta konuşlu Fransızlar, ülkenin güney kıyılarını bombalıyordu. Tarsus Amerikan Koleji’nde bugüne kadar gelmiş olan, Stickler Hall’a isabet eden bir Fransız top mermisinin yarattığı açıklığı kapatan büyükçe bir pencere vardır.

Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu içinde terörist olarak Hovhannes Kaçaznuni önderliğinde Osmanlı’nın telgraf iletişim hatlarını kesiyor, köprüleri havaya uçuruyor, köylere saldırıyor ve Rusya ile birlikte ülkeyi bölücü komplolar kuruyorlardı. Hovhannes Kaçaznuni ve emrindeki Taşnak çetesi, 800 yılı aşkın süredir ne Selçuklu ne de Osmanlı döneminde var olmamış özerk bir Ermenistan Devleti kurmak için kendilerine söz veren Rusya ile bir ittifak kurmuşlardı. Böyle cesur vaatlerle Ermeniler, Anadolu’nun Kuzeydoğusu’ndaki Osmanlı bölgelerine saldırmak için Rus ordusuna bilfiil katıldılar.

Tüm ülkeler tarafından zamanının en büyük liderlerinden biri olarak tanımlanan Mustafa Kemal Atatürk, Avrupalı işgalcilerin püskürtülmesinde önemli bir rol oynadı. O ve Türk halkı toplandılar, işgalci ülkeleri mağlup ettiler ve hem Anadolu Yarımadası’nı, hem de Avrupa’ya dayanan küçük bir bölgeyi (Trakya) işgalden kurtardılar. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşecek olan bu ülkeyi teminat altına alan barış antlaşmaları yaptılar.

1923 öncesi dönemde, akademisyenler ve eğitmenler/öğretmenler, yalnızca Avrupalıların değil, özellikle de Ermenilerin ihanetine çok az ilgi gösterdiler. Genel anlatı ve iddia, “Türklerin” Osmanlı Ermenileri’ni haksız yere öldürmek ve katletmek için oluşturduğu bir hükümet politikası olduğudur. Bugün, Ermeni siyasi lobiciliği nedeniyle, Ermenilerin Osmanlı’nın “Ermeni soykırımı” politikasıyla öldürüldüğünü söyleyen daha da yüksek bir ses var. Bu sözde soykırımı ilan edenler, vaktiyle kendilerine şans verildiğinde, kanıtların tarafsız incelemeye tabi tutulabileceği bir mahkemede iddialarını asla kanıtlayamadılar. Benim elimde bu küstah Ermeni iddialarını doğrudan destekleyen bir bilgi olsaydı, ben şahsen bunları söylüyor olmazdım.

İkinci Dünya Savaşı Almanya’sında olduğu gibi, gettolar ve cemaat yerleri, hükümete bağlı askeri güçlerin Ermenileri infaz için toplaması için ideal yerler olurdu. Böyle bir politika uygulanmış olsaydı, büyük Ermeni öğrenci gruplarını ve öğrenci ailelerini birbirine bağlayan bir ağ olduğu için, “ABCFM” okulları bu kriteri iyi karşılayan hedefler olurlardı. Bildiğim kadarıyla hiçbir “ABCFM” okulu, Ermenileri yakalamak ve öldürmek için “toplama noktası” olarak kullanılmadı.

Birinci Dünya Savaşı Türkleri yıktı. Ülke adeta yok olmaya yüz tutmuştu. Evet, ülke harap olurken, Tarsus, Adana ve Mersin’de Osmanlı askeri varlığı vardı. Savaşmayanlar genellikle mülteci olurdu ve binlerce Ermeni mülteci, TAC’nin güçlü taş duvarlarının sınırları içinde, kendilerini destekleyen misyon öğretmenlerine sığındı. Bu durumu göz önünde bulundurursak, Osmanlı askerlerinin TAC’de bir araya toplanmış Ermenileri rahat bir şekilde alması ve onlari öldürmesi gayet kolay olurdu. Öyle ya, binlerce Ermeni bir günde TAC’den kolayca toplanabilecekken, “kitlesel katiller” (!) neden Ermeni’leri tek tek bulmak için zamanlarını boşa harcasınlar?

İyi haber şu ki, Osmanlı askerleri TAC yerleşkesine asla girmedi ve Ermeni mültecileri de öldürmediler. Osmanlılar her ne sebeple olursa olsun asil davrandılar ve bilakis fiilen fakir Ermenilere yiyecek sağladılar. Dönemin Ermeni belgeleri ve olaylarıyla bağlantılı olarak Osmanlı’nın hayırsever eylemleri, Osmanlı ordusunun düşmanla savaşmakla meşgul olduğunun, ve Ermenilere yönelik herhangi bir etnik temizlik politikası izlemediğinin kesin kanıtıdır.

İzmir Kız Okulu’ndaki bir öğrencinin anne ve babasına verdiği raporda, bazı Ermeni iş adamlarının Hovhannes Kaçaznuni ‘nin terör faaliyetlerini desteklemediği söylenmektedir. Ne yazık ki, terör davasına para bağışlamazlarsa işyerleri havaya uçurulurdu.

Geriye dönüp bakıldığında, hiç kimse insanların çektiği acılara sevinemez. Bununla birlikte, soykırım iddiaları, herhangi bir okuyucunun ilk bakışta tasavvur edebileceğinden daha sinsi ve önemli olabilir.

Rusya’nın Türkiye ve Gürcistan ülkeleri arasında Ermeniler için bir yer yarattığını biliyoruz. Yaklaşık 7 milyon Ermeni, sıkı bir KGB gözetimi ve yönetimi altında yaşıyordu. Rusya’nın sertliği ve yoksulluğu hoş değildi. Son yıllarda, nüfusun yaklaşık yarısı Ermenistan’ı terk etti. Birçoğu Türkiye’ye kaçıyor. Ermenistan bugün sadece Connecticut Eyaleti büyüklüğünde.

Ermenistan’ın yanıbaşında, komşusu olan, petrol zengini Azerbaycan var. Rusya’nın desteği olmadan Ermenistan’ın Azerbaycan’a baskın yapması mümkün olmazdı. Azerbaycan yakın zamanda askeri harekat yoluyla Ermeni işgali altındaki topraklarının çoğunu geri aldı.

Uzak olmayan Ukrayna: Bugün kısmen Rus ordusu tarafından işgal ediliyor.

Birkaç yıl önce Rusya, başkent Tiflis’e yürüyerek Gürcistan’ı “kılıcıyla sarstı”. Sözler, eylemlerle karşılaştırıldığında bazen neredeyse anlamsız kalır. Ancak, 1923’te hiçbiri söylenmemişken, 2022’de “soykırım söylemlerinden kimler kendilerine fayda sağlar?” diye sormak gerekir.

Emre Serbest (TASFO): Diaspora Ermenilerinin “soykırım” anlatısını halihazırda benimsemiş olabilecek okurlara ne gibi düşünceler iletmek istersiniz?

Dr. Bob McKay: Sözlerimin “Ermeni soykırımı” kavramını benimseyen herkese bir uyarı olmasını istiyorum. Tehdit değil, ama sözlerim Rusya’nın bölgedeki motivasyonları ve belgelenmiş geçmiş ve şimdiki faaliyetleri hakkında düşünmek için bir uyarı olsun. Rusya, ABD’nin aksine komşularının topraklarına göz diken bir ülkedir.

Meşru bir soykırım suçlaması, Türkiye sınırlarını tehdit edebilir, tazminatları gündeme getirebilir ve müttefiklerini Türkiye’den soğutabilir. Bu türden yanlış iddialar, ittifakları tehdit edebilecek, isyanlar ve diğer istikrarsızlaştırıcı olaylar yaratabilecek siyasi silahlardır. Batılı ülkelerin Türkiye’yi bu iddialar yüzünden aşağılamaya kalkmasının yaratabileceği sonuçları bir düşünün. Ortadoğu’nun stratejik kavşağında bulunan bir NATO ittifakının ekonomik olarak zayıflamasını düşünün. Ben bu soykırım olgusunun, bir nevi Türkiye’yi ve NATO’yu zayıflatma girişimi olduğunu, ve Rusya’nın siyasi güç kazanması ve/veya okyanuslara erişebilmesi için bir nevi kama olarak kullanıldığına inanıyorum.

Dahası, Ermenilerin kendi söylemlerinden hareketle Ermenistan’ın geçmişte, şimdi de olduğu gibi, Rusya’nın bir piyonu olduğu sonucuna varıyorum. Ne bir Ermeni soykırımı, ne de Ermenileri yok etmeyi hedefleyen herhangi bir Osmanlı soykırım politikası bulunmadı; sözlü veya yazılı olarak. Ermeniler, en az 800 yıldır hiç var olmamış bir “anavatanı” elde etme umuduyla Rusya’nın piyonları olarak terörü körüklediler.

Genç eğitmenlik günlerimden beri 85 yaşıma geldim ve Türkiye Cumhuriyeti 100. yaşına yaklaşıyor. TAC ile olan ilişkimden dolayı Ermeni soykırımı konusunda uluslararası konferanslara katıldım ve geniş bir kütüphane oluşturdum. Bilim adamlarının ve politikacıların (ikincisi genellikle oylar için) “soykırım oyununun” üzerine atladığını defaatle gözlemledim. Akademisyenler, belki bir bakış açısı oluşturmak veya bir tür hibe kazanmak için yanlış bilgiler verebilirler. Bazı durumlarda, sözleri gerçeği aramada yardımcı olabilir. Ama daha önce de değindiğim gibi, Ermenilerin kendi söylemleri, ve diğer birinci ağızdan anlatılanlar, Osmanlı’yı (soykırım suçlamasından) tamamen temize çıkarıyor.

Hovhannes Kaçaznuni, TAŞNAKSUTYUN (Taşnak Partisi) olarak bilinen Ermeni askeri “terörist” grubunun lideri olmakla kalmadı, çabaları başarısız olduğunda bile Rusya’daki Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti’nin İLK BAŞBAKANI oldu. Hovhannes Kaçaznuni’nin, Taşnak Cemiyet’nin 1923’te Bükreş’te düzenlendiği kongreye yolladığı önemli bir rapor vardır.

Kaçaznuni’nin raporu, her türlü soykırım iddiasını tamamen ortadan kaldırıyor ve Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nu devirmedeki başarısızlığını belgeliyor. Kendisi bu raporda Rusya tarafından sömürüldüğü için ziyadesiyle üzülmüş durumdadır ve bundan sonra Ermenilerin Rusya’nın elinde yaşayacakları baskıcı hayatı fark etmektedir. Hovhannes Kaçaznuni’nin bu raporu, işte o yalan soykırım iddialarını patlatıyor. Lütfen ISBN 975-343-453-7’den Hovhannes Kaçaznuni, “TAŞNAKSUTYUN’UN ARTIK YAPACAĞI BİR ŞEY YOK” başlığı altında kitaplaştırılmış olan bu raporu araştırınız.

Bu rapor, 1923’de Taşnak Parti Kongresi’ne sunuldu ve soykırımla ilgili tüm tartışmaların üzerine çıkabilir. Şimdi Türkçe ve İngilizce olarak da basılmış olan bu küçücük Ermeni raporu, kulisi yapılan Ermeni siyasi iddiaları için o denli zarar vericiydi ki, Ermeniler Hovhannes Kaçaznuni’nin konuşmasının bulabildikleri her nüshasını toplamaya ve imha etmeye başladılar. Ve bu rapor Ermenistan’da yasaklandı. Kalan çok az sayıdaki nüshadan biri Moskova’daki Lenin Kütüphanesi’nde bulundu.

Asılsız Ermeni iddialarını çürüten diğer belgeler şunlardır:

Amiral Bristol. Birinci Dünya Savaşı sırasında Akdeniz’deki 6. Filo’ya komuta etti. Altıncı filonun zamanının çoğu, mültecileri güvenli limanlara taşımakla geçti. Ayrıca, Sayın Amiral Bristol, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderilen ilk ABD Büyükelçisi oldu.
Ermenilerin ısrarı üzerine Osmanlı Askeri Subaylarını Savaş Suçlarından mahkum etmek için (Malta’da) bir İngiliz Mahkemesi kuruldu. Tutuklanan kimselerin hiçbiri suçlu bulunmadı.

2. Sınıf Deniz Piyadesi Arthur Pfeifer’in yazıya dökülmüş kayıtları. Art Pfeifer, karım Lorry’nin babasıdır. 1918’de reşit olmadan ABD Donanması’na katılmıştır. 6. Filo’da bir muhrip olan U.S.S Whipple’a katılmıştır. Her tümende 6 gemi vardı ve kendisi de 4 kişilik bir topçu mürettebatının parçasıydı. Gemisinin bağlama limanı Konstantinopolis’ti. Mektuplarından birinde şöyle yazıyordu: “[…] Bolşevikler bir limanı ele geçirecek olsaydı, yerel gemimiz bize telgraf çekerdi ve biz de o limana gidip mültecileri Rusya’dan çıkarırdık…geminin seyir defterine göre. 1920’de 110.000 Rus Karadeniz’de sürüklenirken kurtarılmıştı. Votkadan başka içecek bir şeyi olmayan 400 kişilik bir mavnayı kurtardık… Yolculuklarımız bizi Samsun, Trabzon, Batum ve Sivastopol’a götürdü. Gerekli evrakları olmayan bir mülteciyi boya dolabına saklayarak İstanbul’a kaçırdım.” Altıncı Filo, Yunanlıların Türkiye’den çıkarılmasında da kullanıldı. Edsel adlı gemilerden biri, Aristotle Onassis’i tahliye etmiştir. Beyrut’ta çok zaman geçirdik… Amiral’in gemisi Scorpion’du. Birçok limanda kaldık, genellikle bir ay boyunca, zamanın bir kısmını yerel kadınlarla barlarda eğlenerek geçirdik.”

Kayınpederimle birçok kez konuştuğumu lütfen unutmayın. Kaydedilmiş ve yazıya dökülmüş öyküsünün bir bölümünden görüldüğü gibi, 6. Filo’nun çalışmaları ve mültecilerin işlenmesi ve güvenliğinin sağlanması konusunda doğrudan yer aldı ve bilgiliydi. Ayrıca karaya çıkmaktan, eğlenmekten, insanlarla tanışmaktan hiç çekinmediğinin bilgilerini bize verdi. Bütün bu yazılarında bir soykırımdan veya Ermeni katliamından hiç bahsetmedi. Art Pfeifer, bu tür acıklı cinayetler olsaydı, hele hele bir soykırım hakkında çok açık sözlü bir şekilde konuşacak türden dürüst bir insandı. Türk halkını severdi ve filonun Konstantinopolis’e doğru yola çıktığını öğrendiğinde yeniden kaydolmak üzereydi. Sadece annesinin eve dönmesi için yalvarışları onu donanmadan ayrılmaya yöneltti.

Burada listelenemeyecek kadar çok olan diğer birçok Amerikalı’nın ifadeleri.

AFBFM Hıristiyan destekli tıp ve eğitim kurumları, iki yüz yılı aşkın bir süre Osmanlı Toprakları’nın ve Anadolu bölgesinin bir parçası olmuştur. İçinde bulunduğum kurum, etrafındaki siyasi ve sosyal olaylar değiştikçe büyüdü ve değişti.

Birinci Dünya Savaşı sırasında birçok Ermeni Rusya Ermenistanı’na gitti, kaçtı veya Osmanlı İmparatorluğu’nun güney kısmına yerleştirildi veya başka ülkelere göç etti. ABD’nin Cemaat kiliseleri elbette ABD’ye göç eden Ermenilere çok destek oldular. Winston Churchill gibi insanlar Mustafa Kemal’in liderlik başarılarını övüyor ve National Geographic gibi yayınlar O’na yayınlarının ön sayfasında yer veriyorduysa da, Ermenilerin Türk halkına verdiği zararlardan diğer yabancı ülkelerde çok az bahsediliyordu.

Sonuç olarak ve Türk hükümetinin gerektirdiği eğitim görevleriyle çok ilgili olan ABCFM Cemaat okulları, yerli Ermeni nüfusunun büyük bir kısmı ile yakın ilişkilere sahip olmaktan kaçınamadı. Doğal olarak, Ermenilerin yaşadığı savaş trajedilerinin, Amerika’nın dört bir yanındaki kiliseler (özellikle New England) aracılığıyla Amerikalılara anlatılması ve bu hikayelerin zamanla okul müfredatlarına sızması söz konusu oldu.

1923’te Ermeniler Amerika’da kendi “tarihlerini” paylaşırken, “eski Osmanlılar” ülkelerinde oturuyordu. Kendileri eski hükümeti sürgün etmişlerdi ve yeni ve bir modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaktaydılar. Savaş, ülkenin enerjisini yok etmişti: Travmatik olsalar da geçmiş olayları konuşmak için ne zaman ne de mekan vardı. Tarihin Osmanlı/Türk tarafı geçmişte kaldı; genellikle bilinmez hale gelmekte ve bugün ortalama bir insanı pek de ilgilendirmiyor. Yeni nesiller, kendi sorunları olduğunu düşünüyor ve yeni fırsatlar için arayışlarına devam ediyorlar…Geçmişin kendi arayışlarını şekillendirdiğinden habersizler.

Emre Serbest (TASFO): Röportajımızı bitirirken Ermeni Meselesi ile ilgili vardığınız sonuçları bize aktarır mısınız?

Dr. Bob McKay: ABCFM-TAC eğitim ortamında yıllarımızı geçirdik. Üç çocuğumuz Türkiye’de doğdu. ABCFM/TAC kilise ile ilgili okuldayken ve yol boyunca, Ermenistan ve ABCFM okullarının karşılıklı ilişkilerini incelemeye ve öğrenmeye başladık.

Şahsen benim vardığım sonuçlar şunlardır:

Ermenilerin “Soykırım” iddiaları yanlıştır.
Ermenilerin “Soykırım” iddialarının desteklenmesi, Amerika’yı ve NATO güvenliğini tehdit etmektedir.
Ermeni “soykırım” iddiaları, ABD 6. Filosunun mültecileri yerleştirme görevinde görev yapan kayınpederim tarafından görülmemiştir.
Ermenilerin “soykırım” iddiaları, daha sonra Ermenilerin Birinci Başbakanı olan Ermeni baş terörist eylemci Hovhannes Kaçaznuni tarafından desteklenmemektedir.
Osmanlı uhdesindeki ülkelerden ayrılan Ermeniler, tek taraflı bir savaş hikayesi yaymak için Amerika’nın kalbine geldiler…Osmanlı İmparatorluğu’nu devirmek için yaptıkları terörist faaliyetleri ise söylemeyi ihmal ettiler.
Bir ABCFM okulunda (TAC) eğitmenler olarak Lorry ve ben, yaşamlarımızı sonsuza kadar zenginleştiren dünya tarihine benzersiz bir bakış açısı kazandık.

Emre Serbest (TASFO): Dr. Bob McKay, bu değerli bilgileri bizimle paylaştığınız için tekrar çok teşekkur ederiz






Bu haber giresungazete kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (giresungazete) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(giresungazete). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+