Türkiye’de Rum, İstanbul’da Arap, Yunanistan’da Turkos, Biz Neyiz? -
Türkiye’de Rum, İstanbul’da Arap, Yunanistan’da Turkos, Biz Neyiz?
Yunanistan’da yaşayan Antakyalı Ortodoks Simon’un göç hikayesini, İstanbul’da azınlığın azınlığı olma halini ve 80 dönemi Türkiyesi’nin azınlıklar üzerinde yarattığı duyguları röportajın röportajın geçtiğimiz hafta yayınladığımız kısmında konuşmuştuk. Simon röportajın bu kısmında yine ara ara serüveninin İstanbul ayağına dönse de zor koşullarda geldikleri Yunanistan’da Antakyalı Ortodoks olmayı, bazı Rum derneklerinden “fakirlere yardımımız yok” denilerek destek göremediklerini ve etno-dinsel kimliğinin ailesinde yapılan karma evliliklerdeki etkisini anlatıyor. Antakyalı Rumlar’ın Yunanistan’a göçü mikro tarih düzeyinde halen yeterince üzerine eğilinmiş bir başlık değil; bu bağlamda Simon’un anlatıları bizlere göç deneyiminin bu bacağını anlamada çok güçlü bir ışık tutuyor. Bu anlatılar aracılığı ile hem 80’ler Türkiyesi’ne, hem o dönemler gayrimüslimlerin yoğun olarak kümelendiği Bakırköy’deki gündelik yaşama, göçlerle biçimlenen bir hayata ve bunun omuzlara yüklediği ağırlıklara, sıradan bir insanın hayatını sürekli baştan kurma ve varoluş mücadelesine tanıklık ediyoruz. Bu meseleleri bir Rum, Yahudi, Ermeni ile bundan 10 sene önce konuşmak hiç kolay değildi, aslında hala da değil… Bize güvenerek açıklığı ve samimiyetiyle hikayesini paylaşan, konuşulmaması “tercih edilen”, “üzeri kapatılan” mevzuları konuşmamıza, tartışmamıza, birbirimizi anlamaya çalışmamıza vesile olacağını umduğumuz Simon’a sonsuz teşekkürler. Söz tekrar Simon’da…
Yunanistan’a ilk önce amcanlar mı göç etmişti?
Evet, önce amcamlar göç etmişti, 1970’lerde filan. Amcamın bir arkadaşı vardı, mülteci olarak gelmişti buraya. Üniversite bitirmişti burada. Hatırlıyorum ben bir gün laf arasında “iyi ki Evren geldi Türkiye düzeldi” dedim, amcamın arkadaşının yüzü kıpkırmızı olmuştu. Başladı bana saydırmaya (gülerek). O zaman şoke oldum ve düşünmeye başladım, işkenceleri ilk kez duydum o zaman, 14 yaşındaydım.
Ben sana bir olay anlatayım. İlkokuldan arkadaşlarla futbol maçına gitmiştik. Fenerbahçe ve … diğer takımı hatırlayamadım. Bazıları birbirleriyle Rumca konuşuyordu. Birdenbire sıranın başına polis geldi, “kimliklerinizi verin” dedi ve kimlikleri topladı hepsinin. Ve aldı gitti. Sadece Rumca konuşanlarınkini aldı. Bütün maç öyle oturup sessizce kimliklerinin geri gelmesini beklediler. Bir şey daha anlatıyım. Türkiye’de milli bayramlar vardır, bir tanesinde, hatırlamıyorum hangisi, ama ben ortaokuldaydım, 19 Mayıs olabilir. Önde bayrak tutanlar vardır biliyorsun, bütün liseler Vatan Caddesi’ndeki meydanda toplanmıştık gösterinin başlamasını bekliyorduk. Kaymakam mı vali mi birisi konuşacaktı. Neyse, bütün Rum okulları da oradaydı. Bir kız ve bir erkek Rumca konuşmaya başladılar aralarında. Herkes dönüp “nece konuşuyorlar, kim bunlar” diye söylenmeye başladılar. Ben de gidip yanlarına “Türkçe konuşun da göze batmayın” dedim. Büyükler buna çok dikkat ederdi. Gençken o kadar farkında değilsin sokakta Rumca konuşup konuşmamak gerektiğini.
Bizim evde zaten… biliyorsun anlattım geçen sefer hem Rumlara hem Türklere karşı tedirgindik. Korkuluyduk… evet, tabi. Yolda anneme “mama” der miydim? yok, hatırlamıyorum dediğimi.
O zaman yavaş yavaş Atina’ya gelelim…
Ooo Atina 1985’de. Oraya gelmeden okulu bitireyim istersen. Ben Fener’e geçmiştim ortaokulda. Zoğrafyon en iyi okuldu o zaman hem Fen hem Ticaret bölümü vardı. Ben Fener’den Zoğrafyon’a transfer oldum, Fen bölümünde okumak istiyordum. Okula transferimden yaklaşık üç hafta sonra Atina’ya geldik. Evimiz yıkılmıştı Bakırköy’de, kalacak yerimiz yoktu, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Geçici olarak düğün salonu gibi bir binanın salonunda kalıyorduk, tuvaletimiz filan yoktu. Şartlar çok çok fenaydı. Babam o zaman bir karar aldı “haydi amcanların yanına Atina’ya”! Babam verdi bu kararı, annem de “ok” dedi. İlk önce ben geldim tek başıma. Ben o zaman Lise 1’e gidiyordum. Zoruma gitmişti başlarda, benim Bakırköy’de bir çevrem vardı, arkadaşlarım olmuştu. Her gün sahilde geziyorduk, İstanbul Caddesi’e Ebuziyya Caddesi’ne gidiyorduk. Hatta Ataköy’de bir bilardo salonu vardı oraya giderdik. Ve birdenbire babamın…(sessizlik) karşı çıkamadım çünkü şartlar belliydi, ne yapacaktık? Öyle yaşamak imkansızdı.
Peki cemaat bir destek sunmadı mı hiç?
Hayır hayır, maalesef cemaatin bir desteği olmadı. O zaman kilisenin birçok taşınmazı vardı, kiraya çıkabilirdik. Neyse… İlk önce ben geldim Atina’ya; yolcu etmeye sadece iki arkadaşım gelmişti. Burada maddi durumumuz iyice kötüleşmişti çünkü herhangi bir gelirimiz yoktu. Arkadaşlarıma mektup gönderecek pul satın alacak param yoktu. İnternet filan da yok tabi; bu yüzden bir sürü arkadaşımdan koptum. Burada ilk önce amcamda kalmaya başladım. Amcam beni en yakın okula götürdü evin yanındaki.
Peki kayıt nasıl oldun? Yasal oturma iznin yoktu o zaman…
Evet bu ilginçti. Ben turist vizesiyle gelmiştim, üç aylıktı. Okul bir şekilde beni kaydetti. Nasıl oldu şu an inan bilmiyorum. Sonra oturma izni almaya gittim, vermediler. Aslında kaçaktım, evet. Amcamların evinde kalıyordum. O zaman mülteci krizi filan yoktu ki kimse gelip sormadı beni. Benden iki ay sonra da ablalarım geldi Atina’ya. İki ablam ve ben amcamın evinde kalıyorduk; amcamın çocukları yoktu ama evliydi. E tabii ablalarım da gelince aynı evde çok sıkıştık, bir ay sonra annem geldi. Annem gelir gelmez bir ev kiraladık, Kipseli’de. Kipseli de Rum yoktu hiç; bütün Rumlar Kalamaki ve Faliro tarafındaydı. Bütün arkadaşlarım Faliro’daydı; buluşmak için Syntagma’ya, oradan otobüsle Zapyo’ya, oradan da Faliro’ya gidiyorduk.
Babam 1986’nın Nisan ayında geldi, işsizdi. Ve aslına bakarsan babamın bir mesleği de yoktu. O yüzden bizim eve en yakın kiliseye gitti gene, “ben İstanbul’da zangoçluk yapıyordum” diyerek iş istedi. O zaman o kilisede iki kadın zangoç vardı, babamı da kilise içindeki işlere yardım için işe aldılar ama maaş çok çok azdı, kiraya bile yetmiyordu. Ama mesela ekmek satın almak zorunda değildik çünkü kiliseye ekmek getiriyorlar ya komünyon için, biz de oradan eve götürüyorduk. Annem temizlikçi olarak çalışmaya başladı. Annem Bakırköy’de de tek tük temizliğe gidiyordu. Ablalarım da gene kuaförde çalışmaya başladılar. Tek çalışmayan bendim, bu da benim zoruma gidiyordu. Lise ‘1’de yazları garson olarak çalışmaya başladım.
Atina’ya geldiğinizde burada Antakya kökenlilerin bir araya geldiği dernek oluşumları mevcut muydu? Rumların birçok derneği var; o derneklere dahil oldunuz mu, içlerine girme gayretin oldu mu?
Kipseli’de “Neos Kiklos Konstantinapoliton” diye bir dernek vardı. Biz bu derneğe gittik ve yardım istedik. Yardım görmedik. “Bizim fakirlere yardımımız yok, biz bir kültür derneğiyiz” diyerek geri çevirdiler. Babam geldikten sonra Bakırköylü Rumların bir derneği vardı, oraya gitti. Onlar bize destek oldular, yatak televizyon sehpa getirdiler…
Semt dayanışması oldu aslında…
Evet evet. Hiç beklemediğim bir destekti bu aslında.
Sizin geldiğiniz 80’lerde göçler ne yoğunluktaydı? Antakya ve civarından Yunanistan’a yoğun bir göç dalgası var mıydı?
Hayır hayır o zamanlar yoktu. O zaman kimsenin gelmeye özel bir niyeti yoktu. Bizim orda artık evimiz ve işimiz kalmadığı için gelmek zorunda kalmıştık. Bu olmasaydı belki de orda kalacaktık hep. Antakyalıların çoğu, akrabası neredeyse (Almanya vs.) oradan vize almaya çalışıyordu. İstanbul onlar için transit geçiş bölgesiydi. Babam hatırlıyorum biz İstanbul’dayken Antakya’dan gelen akrabaları konsolosluğa götürüyordu, vize almalarına yardım ediyordu. Çok kişi öyle Almanya, Atina’ya geldiler. Tekrar soruna dönersem, biz buraya gelmeden önce toplumdan herhangi bir yardımlaşma, destek görmedik maalesef. O zaman korku ortamı vardı, belki yardım etmeye çalıştılar ama sonucu olmadı.
Yavaş yavaş Atina’da bir hayatınız oluşmaya başladı. Biraz buradaki sosyal hayatınızdan, gündelik hayatınızın nasıl geçtiğinden bahseder misin?
Kipseli’de oturduk dediğim gibi. Babam kiliseden ayrıldı ve bir otelde çalışmaya başladı. Hilton Oteli’nde gececi olarak çalışmaya başladı. Tanıdın babamı, o da çok çöktü, o yaşta bu işi yapmak çok zor… Taa ki Almanya’da bir kilisenin papaza ihtiyacı olana kadar. Antakyalılar arasındaki “network” aracılığı ile bu iş bizi buldu. Bir de babam toplumda saygı duyulan ve bilinen bir insandı. Almanya’dan iki kişi geldi babamla görüşme yapmak, tanışmak için. Papazlık yapacaktı ama sabit bir maaşı olmayacaktı. Babam çok düşündü ve kabul etti. Ve papaz olarak Almanya’ya gitti ama tabii papaz olması için Şam’da bulunan Antakya Patrikhanesi onu Lübnan’a bir manastıra gönderdi. Manastırda üç ay kaldı.
Teoloji eğitimi için…
Evet, oradan bir diploma aldı. Antakya Patrikhanesi’nin tayini ile Almanya’ya gitti.
Peki, annen ve siz?
Ablamlar evlenmişlerdi… Ben tek başıma kaldım çünkü annem de babamla beraber gitti.
Kaç yaşındaydın?
Büyümüştüm bayağı, 27-28 yaşındaydım. 96-97 yıllarıydı. Ben tek başıma kaldım. O zaman evimiz Galeti’de idi. Üniversiteyi ve askerliği bitirmiştim o zaman artık.
Özetle biraz da o yıllardan bahsedelim istersen…
Atina Üniversitesi’nde iktisat okudum. 4.5 yılda bitirdim çünkü çok grev vardı, öğrenci işgalleri vardı. Ondan sonra hemen askere gittim.
Vatandaşlığı ne zaman aldın?
8 yıl sürdü vatandaşlık almam.
8 yıl!?
Ruhsal olarak bizi çok yordu. Çünkü Yunan devleti bizi “Rum” olarak görmüyordu, İstanbul doğumlu olmadığımız için. Oturma izni almak bile çok zordu.
İstanbul Patrikhanesi’ne bağlı olmadığınız için, Ortodoks Hıristiyansın ama Rum değilsin diyor?
Aynen. Oturma izni için bile her altı ayda bir, sonra da her iki senede bir izin almak gerekiyordu. Buna paralel olarak nüfus almak için çok çok uğraştık. Hani derler ya “bugün git yarın gel”, böyle diye diye sekiz sene sürdü. Önce ben aldım vatandaşlığı. Sınav da vardı, Yunancanı ölçen. Hatta o zaman Yunan devleti İstanbullu Rumlara bile zor veriyordu nüfus. “Siz şimdi Türk nüfusunda kalın ileride sayım olursa sayı çok görünsün”, diye. Yunan devleti bunu 55’lerden beri takip ediyordu, o yüzden birçok Rum, Yunan vatandaşlığı almadan öldü gitti. Ben Yunan vatandaşı olunca T.C. nüfusundan çıktım. Nüfus alır almaz konsolosluğa gittim ve çıkmak istediğimi söyledim; hemen anında beni çıkarttılar Türk vatandaşlığından. Şipşak çıktım nüfustan (gülerek).
Farklı kimlik şapkalarına sahiptin ve aslında bayağı da bunlar arasında çatışma yaşadın dönem dönem…
Türkiye’dekilere göre (geniş toplum) Rum Hıristiyan, İstanbul’dakilere göre (Rum toplumu) Arap, buradakilere (Atina) göre “Turkos”. Biz neyiz?
Bunu sorguladın o zaman?
Tabii ki, çok düşündüm. Hala bir karar veremedim, en sonunda kendimi sadece bir insan olarak görmeye karar verdim. Annem babam Arapça konuşuyordu, ben daha çok o zaman Türkçe konuşuyordum, şimdi daha çok Yunanca konuşuyorum. İstanbul’un Rumlarının da telaffuzu farklı biliyorsun (taklit ediyor, gülüyoruz). Atina’ya geldiğimde Rumca konusunda da sıkıntı çekmiştim. Annem babam burada kendilerini bir şekilde kurtardılar, Almanya’da Arapça ve Türkçe karışık konuştular ama bak Almanca da öğrenmediler o kadar sene. Kilisede Arapça ayin yaptı babam, cemaatle Arapça konuşuyor. Büyük ablam Yunanca konuştuğunda yerli Yunan olmadığı belli oluyor. Küçük ablam İstanbul’da Rum okuluna gittiği için daha iyi konuşur.
Annenler ne kadar kaldı Almanya’da?
17 sene kadar kaldılar. Ben bu arada evlendim, çocuklarım oldu.
Ablanlar peki, kendi toplumunuz içinden mi evlilik yaptı yoksa Yunan ile mi?
Bir ablam Samandağ’dan görücü usulü ile evlilik yaptı. Küçük ablam bir Giritli ile evlendi.
Yunan ile evlenen ablanda, sizinkilerden ya da ablanın eşinin ailesinden bir karşı duruş oldu mu peki bu evliliğe? Din ortak ama coğrafi kültürel kodlardaki farklılıklardan, belki dilden ötürü?
Olmaz mı? Çocuk “ben bu kızla evleneceğim de ailesi kimdir, ne dil konuşuyorlar, kim bunlar?” diye düşündü bence. Onlarınki aşk evliliği olduğu için evlendiler sonunda. Aileler çok içli dışlı değildi, bayramlarda uzaktan telefonlaşmalar oldu sadece. Fazla ilişkileri olmadı. Hatta düşünüyorum şimdi, benim kayınpederimle kaynanamla da sıkı-fıkı olmadılar.
Senin eşin Yunan. Siz nasıl tanıştınız, evlilik hikayeni paylaşır mısın bizle?
Üniversitede öğrenciydik, ben üçüncü o birinci sınıfa gidiyordu. Mitingde tanıştık hatta (gülüyoruz).
Politik romantizm…
Eşimle evlenmeden önce ilişkimiz sekiz sene sürdü çünkü ben öğrenciydim, oturma iznim yoktu, askere gitmemiştim, işim yoktu. Bir sürü işte çalıştım bu arada, bunlardan en önemlisi bir yayınevinde çalıştım. İyi bir iş bulmam gerekiyordu, yoksa evlenemezdim. Kim kuracak benim evimi? Burada öyle bir imkanım yoktu. O zaman yazılı bir sınava girdim banka için, Korinthos’a tayin oldum. 96 yılındayız, Korinthos bayağı uzak Atina’ya, bir arkadaşımın evinde kalıyordum orada, bu yüzden de evliliği ertelemek zorunda kaldık. Eşim de başka bir bankada çalışıyordu. Eşimin babası batı Yunanistanlı. Annesi Mısırlı Yunanlardan, annesinin Mısırlı Yunan olması aslında bizi bağladı gibi bence. Annesinin yaşadıklarını benzer biçimde ben yaşıyordum (azınlık olarak); beni yakın hissetti diye düşünüyorum. Annesi babası bir telefon şirketinde çalışıyorlardı, durumları iyiydi. Bizi biraz yüksekten görüyorlardı tabii; babam o zaman otelde temizlikçi olarak çalışıyordu, annem evlere temizliğe gidiyordu, ben işsizdim, askere daha gitmemiştim. Eşim de bayağı fedakarlık yaptı diye düşünüyorum.
Vatandaşlığı aldın, askere gittin ve sonunda evlenmeyi başarabildiniz. Buradaki evlenme ritüelleri nelerdir?
İsteme gibi bir adet var burada da. Aileler buluşur, çikolata çiçek alınır kahveye gidilir. Ama bizde öyle olmadı, ben tek başıma istemeye gittim. Annem babam Almanya’daydı.
Amcanlar?
Yok yok… Ben tek başıma gittim, biraz acayip oldu. “Allah’ın emri” ritüeli yok burada, babasından “kızının elini” istedim. Burada, Plaka’da bir kilise var; çok güzel bir düğün oldu. Ondan sonra kilisenin avlusunda bir kokteyl oldu, çok güzeldi. 2000 yılında ilk kızım doğdu.
Ablanlar da hayatlarını yollarına koydular o sırada, peki annenler ne zaman döndü Almanya’dan?
Annemler ilk önce “Kalsruhe “şehrindeydiler sonra Köln’e gittiler. Köln’de benim en büyük ablam yaşıyordu. Hatta ’83 yılında ablamın düğününe Yorgo ile beraber gittik Antakya’da. Ablam Almanyalı bir Antakyalı ile evlendi. Almanya’ya daha fazla bir göç olmuştu Antakyalılardan, Atina’ya olduğundan.
Buradaki Antakya kökenlilerin nüfusu hakkında bir bilgin var mı, yaklaşık tabii?
Benim yok ama kuzenimle konuştum bunu, kuzenim derneğin başkanı seni tanıştıracağım bir dahaki sefere. Dernekte sana anlatır istediklerini. Benim bir bilgim yok maalesef. Zaten İstanbul’dayken de fazla bir ilişkim yoktu. Atina’ya geldikten sonra burada da olmadı.
Peki annenlerin bir üst kuşak olarak toplum bireyleriyle ilişkisi nasıldı? Annenlerin kendi yakın çevresine bakarsak, o dönem (70’ler) göçlerle Yunanistan’a gelenler hangi sosyal sınıfa aittiler çoğunlukla?
Onların daha sıkıfıkıydı. Yakın çevreleri tamamen nerdeyse işçi sınıfıydı. Bazıları kendi işini kurdular, esnaflık yaptılar daha çok.
Faliro mesela daha çok İstanbul Rumlarının yoğunlaştığı bir kentsel mekan. Peki Antakyalılar nerede öbeklenmişlerdi?
Nea Filedelfia’da. Niye orası bilmiyorum açıkçası, göçmen semtiydi, daha ucuz daha fakirlerin yaşadığı bir semtti. Benim ablamın kocası orada bir kafeterya açmıştı, sonra kapatmak zorunda kaldı.
Sen geldiğinde Atina’ya lisedeydin sonra üniversiteye başladın, haliyle geniş topluma entegre olmaya başlıyorsun ve de politik bilincinin yükselmeye başladığı zamanlardı, sorguluyordun her şeyi… Diğer yandan, annenlerin Yunan toplumuyla ilişkiselliği nasıldı?
Sana 80’lere kadar olan süreci anlatıyım. Almanlar Türkiye’den gidenleri o zaman dışlıyordu biliyorsun. Özellikle ilk gidenlerden Almanla evlenen çok azdır. Yunanlılar öyle değildi bak; 70-80’ler bu dediğim zamanlar, çok cana yakındılar ve birdenbire buradaki Antakyalılar oturdukları yerde çevresiyle bir oldu, iç içe geçti ve daha kolay ayak uydurdu diyelim. O yüzden cemaat çok içine kapalı olmamıştı.
Din burada birleştirici bir etken diyebilir miyiz?
Kesinlikle! Biz Ortodoks değil Müslüman olsaydık asla böyle entegre olamazdık. “Asla” diyemesek de zor olurdu. Babam Almanya’da papaz olduktan sonra konumu yükseldi tabii. Yazları gelip bir ay kalıyorlardı burada. Biz eşimle burada baba evinde kalıyorduk, annemler gelince eşim mecburen ailesinin evine gidiyordu. Yavaş yavaş biz de para toplayıp kendi evimizi yaptık. Şimdi Vrilisya’da oturuyoruz. Vrilisya Kuzey’de, o günden beri orda yaşıyoruz. Annem biliyorsun vefat etti, babam tek başına yaşıyor, öyle işte…
Baban papaz oldu, annenin din ile ilişkisi nasıldı, pratik eder miydi düzenli?
Annemler çok dindardı. Her sabah akşam yemeklerde dua ederlerdi. Arapça’da “Allah’ın adı ile” diyerek (Arapça telaffuz ediyor) başlarlardı duaya.
Annen İstanbul’da hacını takar mıydı sokakta?
Tabi tabi takardı. Evde ikonalar vardı hep. Bak belki ilgini çekecek bu söyleyeceğim, niye yardım edilmedi bize buraya gelmeden önce Patrikhane’den ve Rum toplumundan? Bunu düşündüm ben bayağı bir zamanlar. Ta ki babam bana anlatana kadar geçenlerde… Gelmeden önce Bakırköy Rum kilisesindeki ikonaların sayımı oldu ancak ondan sonra babamın gitmesine izin verildi. O sayıma despot geldi, despot ve bir papaz ve cemaatten ileri gelen bir kişi envanter listesi çıkarttılar. Sayım bittikten sonra despot ayağa kalktı “helal olsun Yusuf, ben hepsini bulacağımı sanmıyordum” demiş. Babam buna sevinsin mi yoksa hakaret olarak mı algılasın? Çok üzüldü tabii buna babam. Hatta kiliseye gelen bazı Rumlar babamı Müslüman sanıyormuş, gelip kendi ağızlarından söylüyorlardı. Ne işi var Müslüman adamın kilisede her gün? O kadar dışlanmışlık vardı ki bizim kim olduğumuzu bile bilmiyorlardı. İlgisiz mi diyelim, kibir mi diyelim bilemiyorum. O ikonalar sayıldıktan sonra babama izin kağıdı verdiler buraya gelebilmesi için. Ben açıkçası babamın Almanya’ya göç etmesini istemiştim. O yaştan sonra otelde hizmetçilik mi yapacaktı? Git baba git, dedim ve onları teşvik ettim.
Peki vatandaşlığa geçmenin arka planında Avrupa Birliği vatandaşı olmanın getirdiği pragmatiklik var mıydı?
Yoktu ya açıkçası… Ben aldıktan bir yıl sonra annemler geçti. Büyük ablam çok daha sonra aldı, 5-6 sene sonra.
Yunanistan’a geldiğinizde, ilk başlarda, burada yaşamaya dair en zorlayan şey ne oldu seni?
Kapı. Kapı komşunun günaydın deyince sana dönüp “günaydın” dememesi. Eski İstanbulluların bir kültürü vardı, burada bir selam bile vermiyorlardı. Orada bir çevremiz vardı, burada birdenbire yalnızlık, kendimi o kadar çok yalnız hissettim ki burada… Okulda, sınıfta, yollarda çok çok yalnızlık hissi vardı. Zorunlu göçtü dediğin gibi, mecburen geldik, evimiz yıkıldığı için. Babama sormuştum “neden Almanya’ya gitmedik” diye.
Evet, neden?
Herhalde amcalarımın burada olması rahatlattı onu. Almanya’ya gitseydik belki senle bu konuşmayı Almanca yapacaktık.
Son olarak mezarlık konusunu sormak istiyorum. Biz bunu karma evlilikler kitabımızda da özellikle irdeledik, çok duygusal bir nokta biliyorum, mezarın Antakya’da mı burada mı olacağı konuşuluyor mu/konuşuldu mu evde?
(İç geçiriyor) Annem burada (Yunanistan) kalmak istedi. Ablamlar bir yaz Antakya’ya zeytin toplamaya gittiğinde oradaki mezarlıkta benim dedemin ve ninemin mezarının fotoğrafını çekmişlerdi (bakıyor telefonuna fotoğraf bulmak için). Benim dedem ve ablası aynı mezara gömülmüş, isteği üzerine üst üste gömülmüşler, ben de bilmiyordum ama olmuş bir şekilde. Benim annemin dayısı Antakya’nın en iyi güreşçilerinden birisiymiş “Hanna”, sarışın mavi gözlü bir adamdı. Haçlılardan mı kalma acaba diye düşünüyorum… Bir genetik karmaşıklık var orada. Hatta ailenin o kısmı Norveç’e göç etmiş orda bayağı Norveçli gibi yaşamışlar (gülerek). Onun mezarının etrafına annem ağaç dikmişti, hala duruyormuş o ağaç.
Senin burada sosyal çevren ağırlıklı olarak kimlerden oluşuyor?
Benim burada en yakınlarım kimler? İstanbul’da en fazla İstanbullu Bakırköylü Türk’tü. Burada gene oluştu bir çevrem, biraz İstanbullu Rumlardan oluştu, üniversitede doğal olarak Yunandı arkadaşlarım. Şu an en yakınım dediğim iş çevresindeki arkadaşlarımdan oluşuyor. Sosyal medya çıkınca tabii eski İstanbullu arkadaşlarımla birbirimizi bulmaya başladık. Belli bir yaştan sonra da… “hadi bir bira içelim” dediğim çok yakın bir arkadaş bulmak da zor…
Seninle konuştuğumuzda ne kadar özlediğini hissediyorum. İstanbul’la bağınız ne durumda?
En son İstanbul’a Eylül’de geldim, şimdi yakında geleceğim. Çocuklar 2014’de geldiler İstanbul’a en son. Bir ara Türkçe öğretmeye çalışmıştım ama olmadı. Konuşmalarını isterdim çok, ama zor geldi. Bir de annenin babanın çocuğa öğretmen olması çok zor. Bütün gün iştesin, zaten eve gelince de ders anlatacak sabrı kalmıyor insanın. Eşim Türkçe bilmiyor. Arapçayı rahmetli annem konuşmaya çalışıyordu çocuklarla ama olmadı… Bizim çocuklar çift dilli yetişemedi o yüzden.
Baba adı “Yorgo, Yanni, Niko” olmadığı için büyük kızım kendini kötü hissediyordu küçükken. “Benim babamın adı neden Yorgo ya da Niko değil?” Şimdi geçiştiriyorlar tabii artık. Ben mesela bak çok ilginç, sayı sayarken ve küfrederken Türkçe konuşuyorum evde (gülerek).
Bu haber nehna kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (nehna) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(nehna). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com