Ermeni vekillerin ‘saklı tarih -
Ermeni vekillerin ‘saklı tarih
Araştırmacı yazar Kadir Akın’ın ‘Saklı Tarihin İzinde: Osmanlı’da Modernleşme, Anayasa, Sosyalizmin Kökleri ve Ermeni Vekiller’ başlıklı kitabı Dipnot Yayınları’ndan çıktı. Akın’la kitabından yola çıkarak Osmanlı’nın son döneminde Ermeni siyasi partilerini ve Meclis-i Mebusan’daki Ermeni vekilleri konuştuk.
Öncelikle Ertuğrul Kürkçü’nün kitaba yazdığı önsözde sorduğu soruyla başlayalım: “Hınçak Partisi ve onurlu devrimcileri ortak tarihimizin ve enternasyonalist mirasımızın bir damarı ve entelektüel ve politik müktesebatımızın bir bileşeni değil midir?” Kitabın yazarı olarak sizin bu soruya cevabınız nedir?
Hem ‘Ermeni Devrimci Paramaz’ kitabımda, hem de yeni kitabım ‘Saklı Tarihin İzinde’de sosyalist hareketin bu topraklardaki tarihinin Ermeni, Yahudi ve Rum devrimcileriyle başladığını ve Türklerle birlikte sürdüğünü anlatmaya çalıştım. Dolayısıyla bilinmeyen ya da yok sayılan bir tarihi göz önüne sermek için uğraştım. Sanırım bu yolda epey bir mesefa katettik. Artık, sol-sosyalist hareketin onurunu koruyan bunun için bedel ödeyen bu devrimciler dipnotlara sıkıştırılarak anlatılamayacak. Kimi tarihçilerin akademisyenlerin ısrarla bu durumu görmezden geldiklerini biliyorum. Onlar zaten çarpıtılmış bir tarihi hakikat diye yıllardır insanlara anlatıyorlar. Buna ‘resmi tarih’ bile diyemeyeceğim. Bu yalan dolan tarih anlatımı konu Ermeniler oldu mu gemiyi iyice azıya alıyor. Irkçılık ve şovenizm kabartılmak istenince konu Ermenilerden başlatılıyor. Çünkü buna ihtiyaç duyuyorlar. Kim ne yaptığını gayet iyi biliyor, geçtiğimiz yüzyılın en büyük insanlık suçlarından birisi olan Ermeni Soykırımı’nın üstünü örtmek, yıllardır tersyüz edilmiş bir anlatımla kirletilmiş zihinleri uyandırmak için buna ihtiyaçları var.
Tamam bu durumu yıllardır biliyoruz ve üzerine çok şey yazıldı, söylendi. Bu konuda başta Taner Akçam olmak üzere çok değerli çalışmalar var. Ama sosyalist hareketin tarihinde Ermenilerin rolünü sol-sosyalist hareketin görmezden gelmesine ne diyeceğiz? Bilimsel olduğunu söyleyenlerin, şüpheyle konuları irdelemek gerekir diyenlerin bu tutumu mercek altına alınmalıdır. 6 yıl önce çıkan ‘Paramaz’ kitabıyla yapmaya çalıştığım buydu. Şimdi bu konu 6 yıldır tartışılıyor, üzerine onlarca makale yazıldı, haber oldu; ne var ki solun bir kısmı bunu görmezden geliyor. Israrla ve inatla bunu yok sayıyor! Bu topraklardaki sosyalizm mücadelesini başlatanlar Ermeni diye onları yok sayıyorsanız siz eksik sosyalistsiniz, siz şovenistsiniz. Sosyalizmin içinden enternasyonalizmi çekip alırsanız ‘milliyetçi sosyalizm’in tuzağına düşersiniz.
[Kadir Akın (FOTO: Berge Arabian)] Kadir Akın (FOTO: Berge Arabian)Hınçak yani Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) ve Taşnaksutyun yani Devrimci Ermeni Federasyonu (EDF) arasında uzun yıllara yayılan mücadele ve gerilim, Ermeni halkının 1915’te yaşadığı trajediyi nasıl etkiledi?
Osmanlı siyasetinde etkili olan EDF ve SDHP kuruluşları itibariyle sol bir yapıya sahipler. İkisi de 2. Enternasyonal’e üye partiler. Her iki partide de Rus devrimci hareketinin derin etkilerini görmek mümkün. Hınçaklar (SDHP) 1887’de Cenevre’de kuruluşlarını gerçekleştirirlerken Marksist bir yapıya sahipler ve Plehanov ile bağlantı halindeler. 1890’da Tiflis’te Taşnaktsutyun’un (EDF) kuruluşunda yan yana gelme durumları da var ama bu mümkün olmuyor. Sonra da rekabet içinde zaman zaman şiddetin de devreye girdiği bir ilişki içindeler.
1908 devriminden sonra İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) bunu iyi kullanmış. Taşnaktsutyun’u bütün Ermenilerin temsilcisi olarak görmüş, öyle davranmış. Hınçaklar zaten başından beri İTC’ye mesafeli duruşlarını koruyorlar. Bu sorunu her iki parti iyi anlayıp birlikte mücadele yolları bulabilirlerdi. Kuşkusuz tarih geriye dönmez ama sorduğunuz soruyu irdelersek, EDF ve SDHP birlikte tutum geliştirseydi, evet 1915 o şekliyle yaşanmayabilirdi. İTC Anadolu’yu bir ‘Türk Yurdu’ haline getirmeye kararlıydı. Sarıkamış felaketi, Balkan Savaşı yenilgisi ve Çanakkale Savaşı sonrası daha önce 1911 yılında Selanik’te yaptıkları gizli kongrede aldıkları kararları uygulamaya soktular ve 24 Nisan 1915’te düğmeye bastılar. O tarihten sonra yapılacaklar çok sınırlıydı. 1908 sonrası birlikte tutum geliştirselerdi, Osmanlı Meclisi seçimlerinde birlikte davransalardı, Adana katliamına iyi baksalardı, öz savunmayı kursalardı… Dediğim gibi tarih geriye dönmüyor ve şimdi bu konuyu kendi tarihsel gerçekliği içinde daha kapsamlı ve uzun boylu ele almak gerekli. 1913 ve sonrasında Ramgavar ile birlikte EDF ve SDHP ortak protokol yaparak direnme imkanları arıyorlar ama bütün bunlar için artık çok geç…
Bugünden tarihe bakınca Hınçaklar, İttihatçılara yönelik şüpheci tutumları ve EDF’yi İttihatçılarla girdiği yakın ilişki nedeniyle eleştirmeleri açısından haklı gibi görünüyor. Öte yandan dönemin Osmanlı siyasetindeki ağırlığına bakıldığında ise EDF’yi bu konuda anlamak zor değil. Bu çelişkili durumu siz nasıl yorumluyorsunuz?
SDHP, 1894-97 arasında Osmanlı topraklarında Ermeniler arasında hitap alanı en büyük, en güçlü parti konumundaydı. Gedikpaşa, Sasun, Zeytun ve Tokat-Amasya direnişlerinde öncülük yapıyordu. Abdülhamid bu 3 yıl içinde –ki 1890’da Hamidiye Alayları da artık kurulmuş- bu direnişleri kanla bastırıyor bu ‘çöktürme’ sırasında 100 ile 300 bin arasında Ermeni’nin öldüğü söyleniyor. Tabii bu arada parti içinde başlayan tartışma ‘Veragazmial Hınçak’ın ayrılmasıyla bir başka boyut kazanıyor. SDHP, 1902’de ve 1907’de yapılan Paris kongrelerine katılmıyor ve İTC’yi ‘Türkçü’ buluyor. Bu konuda o tarihlerde Paris’te bulunan Hınçakların temsilcisi Sabah Gülyan’ın analizleri kıymetli.
Daha sonra ise ‘Osmanlı Bankası Baskını’na denk düşen tarihlerde, EDF’nin Hınçakların boşalttığı alanı doldurduğuna tanık oluyoruz. Hem 1902 hem de 1907 Paris Kongrelerinde EDF ile İTC önemli bir ittifak ilişkisi geliştiriyor. 1908 devrimi sonrası İttihatçı önderlerle bağlantı halindeler. İTC Anadolu’da yaygın EDF büroları üzerinden hitap alanı kuruyor. Anadolu’da yaşayan Ermeniler için, özellikle ‘Vilayet-i Sitte’ denen altı vilayette yaşayanlar için en önemli konu el konulan topraklarını geri alabilmek ve can güvenliklerin garanti edilmesini sağlamak. Bunu İTC ile yapabileceklerini düşünüyorlar. Her önemli eşikte bu konuya ilişkin görüşme ve anlaşmaya rastlıyoruz. Hepsinin ilk maddeleri bunlardan oluşuyor. EDF çok yaygın ve büyük bir oy potansiyeline de sahip bir parti. İTC listelerinden seçime giriyorlar, hükümetle yakın ilişki içindeler, 12 civarında milletvekilleri var. İTC’den beklentileri uzun yıllar devam ediyor. 1913’te Erzurum’da gerçekleştirdikleri 8. Kongre sonrası bile İTC’den hâlâ beklenti içinde olan ciddi bir parti kadrosu var. Her iki parti 1913 Babıali baskınından sonra hızla ortaklaşabilir miydi? Dediğim gibi bu kapsamlı bir tartışma.
[Krikor Zohrab(solda) ve Vartkes Serengülyan] Krikor Zohrab(solda) ve Vartkes Serengülyan
Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında bulunan Ermeni vekillerin Osmanlı halkının haklarını savunması ve Meclis’te yaptıkları konuşmalar neden yeterince bilinmiyor?
Bu kitabı yazarken hayıflandığım ve üzüldüğüm konulardan birisi de budur. TBMM kütüphanesinde epey bir süre önce bunlar Türkçeleştirilmiş ve erişime de açılarak arşive konmuş. Meclis’te bulunan Vartkes Serengülyan, Hampartzum Boyacıyan (Murad), Vahan Papazyan (Goms) ve Dımitar Vlahof’un, ‘Sosyalist bir grup’ gibi çalıştıklarına tanık oluyoruz. Bunları neden bilmiyorduk? Onların konuşmaları ve sözleri o arşivlerde duruyor. Kürsü konuşmalarına baktığımızda, önermelerine baktığımızda bütün Osmanlı halkının hakları için mücadele ettiklerini görüyoruz. İşçilerin hakları, grev hakkı, örgütlenme ve basın özgürlüğü hakkı için yaptıkları konuşmaların yanı sıra adaletli vergi alınması, eğitimin yaygınlaştırılması ve kadın hakları konusunda mücadele içinde olduklarını anlamak mümkün. Bu vekillerin önermeleri, 1923 sonrası bile gerçekleşmemiş. Örneğin Vahan Papazyan’ın Osmanlı’da eğitim konusunda yaptığı uzun konuşma bu günü anlamak açısından bile faydalı olabilir. Çünkü dünü konuşmak bugünü anlamak bakımından bize ciddi bir deney veriyor. Sosyalistlerin de akademisyenlerin de siyasi tarih bilinci konusunda eksik olduklarını söylemeliyim. O yüzden sosyalistler kendi tarihlerini 1920’de Moskova’da kurulmuş TKP (Türkiye Komünist Partisi) ile başlatmakta beis görmüyorlar ve bu yanlışı düzeltme çabası içine de girmiyorlar. Bazılarının sahip oldukları şoven görüşler de buna cevaz veriyor.
Bu haber agos kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com