25 Ekim 2011
Köşe Yazısı Seçiniz Bu kilise Diyarbakırlıların Pazar günleri... Bir sıfatım yok... Malzeme bu... İstanbul ve kasvet.. Utanmışlarmış Tenzile Hanım... Sahte peygamber Berna Yılmaz’ın isyanını duyun... İndirin o parmakları! Fazlalıksız Orta yol yok Savaş bezirgânlığı... Bay E. PKK ve ahlak Menderes ve yananlar Dedektif Hrant’ın Arkadaşlarından Başbakan’a mektup Özgün olan ‘bir şey’ Eksik olan “bir şey” Müslümanlar ve siyaset Müslümanlar ne yapacak Erdoğan’dan Çiller çıkarma planı İslamofobia, Tarafofobia ve diğerleri... Post-modern bir Vaka-i Hayriye Dink davası ve AK Parti’nin sorumluluğu Hürriyet ve ‘Hıristiyan terörü’ Savaş, barış ve dürüstlük... Ya iktidar ya ölüm PKK’nın Öcalan’ı bitirme planı Telesiyej’e cevap tweet’i Srebrenitsa’dan sonra şiir Çiçek gibi bir ‘Yeni CHP’ Anlaşıldı, müdahale etmeyin... Bir anti-demokrasi kahramanı: CHP... Kürt sorunu nasıl “hallolunur?” Bozuk para* Hatip Dicle olayının perde arkası Okan Bayülgen ve kepazeliğin sıradanlığı Seçimler ve Ece’nin melankolisi AK Parti’ye oy vereceğim, çünkü... Başbakan, milliyetçilik ve Taraf IV. Kuyu Başbakan ve milliyetçilik (2) Dink, AK Parti ve ikinci unsur Bir artı bir, bir eder mi?* Yeni anayasayı halk YAPacak Hedefte Erdoğan ve Öcalan var Yokluk Savaşa yardım ve yataklık etmek Savaş ve barış Türkler ve Kürtler Orhan Veli’den, Paşalı’ya ölüm ve cinayet Yaşamak Başbakan’a suikast girişimi ve Diyarbakır Özet: Aliyev istedi, Erdoğan yıktırdı Bana bunun hesabını kim verecek Deve Biz ki... Adaylar ve madalyonun diğer yüzü Bu hikâye yarım kalmasın Komploların öcü ve diriliş Bir millet uyanıyor ‘Veda Hutbesi’ne veda Paranoya nasıl Zirve yaptı Teşekkürler Savcı Öz Silivri’den Mebus Olup Çıkmak Zor... Libya müdahalesi ve R2P Sizi birarada görmek ne güzel Libya, Newroz ve PKK Çerkesler Neden mi şimdi? Çünkü artık Taraf var Gandigate ve kozmetik demokratlar Sıradan bir kıyamet günü Yazdır Kılıçdaroğlu ve Tekin hemen istifa etmeli
Anadolu’ya her çıkışımda aynı ikilemi yaşıyorum. Benliğim adeta ortadan ikiye bölünüyor; biri geçmişe, diğeri geleceğe, biri öfkeye, diğeri ümide ait hissediyor. Birkaç gündür Diyarbakır’dayım. Danışmanı olduğum ve çok önemli sivil toplum projelerine destek sağlayan Global Dialogue’un yıllık toplantılarından birini Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin açılışına denk getirdik.
Diyarbakır, bu yorgun ve tozlu şehir beni nedense çok içimden kavrıyor. Bu sanırım beşinci gelişim. Burayı çok seviyorum. Yaşayabileceğimi düşündüğüm yerlerden birisi. İstanbul’un yanında nesi çekebilir bu kavruk kentin insanı bilmiyorum.
Sanırım tarih, kökler, bellek. Tarihte burada atalarım büyük bir medeniyet kurmuşlar. Kentin Ermenicesi Dikranagerd, yani “Kral Dikran’ın kurduğu kent” demek. 1850’lerde nüfusunun yarısı Ermeni’ymiş. Kayıtlar bunu çok net gösteriyor. O dönemde doğunun Paris’i burası. Şimdi asla tahmin edemeyeceğiniz zengin bir kültür ve ticaret hayatı var. Avrupa’da yayımlanan bir makale, bir hafta sonra buradaki Ermenice gazetelerde Ermenice basılmış oluyor, düşünün. Bir sürü okul, manastır, kilise ve gazete, dergi var.
Bugünkü Diyarbakır, o ışıltılı dönemlerden çok uzak. Ama doğrusu, gerek Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, gerek çok dilli belediyecilik gibi birçok enfes projeyi hayata geçiren Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, gerekse de Kürt STK’ları olsun, o günlerden kalanları kurtarmak ve Diyarbakır’ı eski günlerine kavuşturmak için çok dürüst ve samimi bir arzu içindeler. Osman Baydemir’in Surp Giragos Kilisesi’nin cumartesi günkü kutsama töreninde yaptığı “Sizler (Ermeniler) gittiniz, biz kaybettik, eksildik” demesi o kilisede bulunan herkesi çok etkiledi. Osman Baydemir’e sarılan yaşlı Ermeni kadınları vardı. Baydemir’i halk gerçekten çok seviyor.
Kilisenin en yıkık hallerini biliyorum. Bu kilise 1915 soykırımındaki vahşet günlerinde yıkılmış değil. 1980’lerde ayakta. Ama sağolsun Kürtler, kalan Ermenileri kaçırmak için ellerinden geleni yapmış o günlerde. Kilise de bu nefretten o dönemde payını almış ve yeni tarihlerde yıkılmış. Kilisenin o halini görünce, bu yapının asla ilk haline dönemeyeceğini düşünmüştüm. Ama cumartesi günü, kutsama töreninden sonra kapılar açılıp içeriye girince, gerçekten birinci sınıf bir iş çıkarıldığını gördüm ve çok memnun oldum. Konunun uzmanı değilim ama, uzmanlar da çıkan işin hakkını teslim ediyor. Ortadoğu’nun en büyük kilisesinden bahsediyoruz. Yedi tane sunağı var. Bu yapının bir zamanlar çatısı çökmüş, taşları çalınmış, duvarlarındaki kutsal resim ve yazıların tahrip edilmiş olduğuna dair hiçbir emare yoktu doğrusu.
Bu işte emeği geçen herkesi yürekten tebrik ediyorum.
Soykırımda en büyük kaybı Ermeniler Diyarbakır’da verdi. Yaşanan katliam büyüktü. Vahşet inanılmazdı. Dicle kıpkırmızı akıyordu. Bunu da cinler, uzaylılar yapmadı. Daha sonra yaşanan nefretin de bu suçluluk hissi ile ilgili olduğu açık. Ama sanırım, devletin 1980’lerden sonra ve özellikle 1990’larda Kürtler üzerinde uyguladığı tehcir ve küçük çaplı soykırımlarda Kürtlerde ciddi bir özeleştiri yaşanmış. Ermenilere yapılanın bugünlerde çok daha azının Kürtlerde ne kadar büyük bir travmaya yol açtığını görüp karşılaştırmış olmalılar. Nitekim, geçenlerde Diyarbakır’da yapılan kongrede Kürtlerin DTK-BDP kanadı Ermeni Soykırımı’nı –etliye sütlüye karışmadan da olsa– tanıdılar ve devleti de tanımaya çağırdılar.
Gâvur Mahallesi’nden Surp Giragos Kilisesi’ne giden dar sokaklarda yürüyen diasporadan, Ermenistan’dan ve İstanbul’dan gelmiş Ermenileri görmek insanı sanki zamanda bir yolculuğa çıkarıyor. Yayalar, daydaylar, binlerce kilometre tepip, köklerinin bulunduğu ve zalimce kovuldukları bu sokaklarda yürüyorlar. Biraz sonra, şu yaya mesela, seksen sene evvel belki içinde vaftiz olduğu Vaftiz Teknesi’ne bakarken, acaba ne düşünecek? Bu nasıl bir ikilemdir? İnsan böyle bir durumda içinde öfke, isyan, hasret, kavuşma ve bağışlama hislerini nasıl birarada tutabilir? Su ve yağ gibi birbirine karışmadan mı dururlar yan yana? Yoksa, sevgi ve teselli, yeni neslin attığı bu adımla, galebe mi çalar tüm menfi hislere?
Benim tüm temennim bu topraklara barışın artık gelmesi. Dicle’nin kenarında yürürken, başım döndü zannediyorum. Oysa Van’da deprem olmuş. Yüzlerce ölüden bahsediyorlar. Bu topraklarda doğa da, insanlar da neden kan dökmek için böyle bir yarış halindeler? Bu bir lanet mi?
Hâsılı, bu kilise dün de Diyarbakırlılara aitti, bugün de onlara emanet. Bir yerlerden başlamak gerek ve sanırım bu yer fena değil sanki.