​Vakıflar - Gündem
25 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ցրօն / Ժամ : Զօրացեալ

Gündem :

14 Mart 2021  

​Vakıflar -

​Vakıflar ​Vakıflar

1936 Beyannamesi yıllar sonra mülklerle ilgili başka sorunların da kaynağı, daha doğrusu bahanesi oldu. Şöyle ki, bu beyannamede olmayıp daha sonra satın alma, bağış vs. yoluyla bu kurumların uhdesine geçen mallara, bu beyanname –hukuk hilafına– bir vakıf senedi sayılarak ve o vakıf senedinde ileri dönük mal edinmeyle ilgili bir beyan olmadığı gerekçesiyle el konmaya başlandı. Bu konuda açılan davalarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1974’te hem ibretlik, hem de bu konuda devlet erkânının zihniyetini özetleyen bir karara ve gerekçeye imza attı.

Vakıflar, diğer gayrimüslim topluluklarla birlikte Ermeni toplumunun sonu gelmeyen, asırlık sorunu. Konuyu bilmeyen biri vakıfların bu topluluklar için neden bu kadar önemli olduğunu ilk anda anlamayabilir. Fakat biraz yakından bakınca vakıfların bu toplulukların varlığı ve kimliğinin devamı için son derece hayati olduğu görülür, çünkü sosyal hayat bu vakıflara bağlı kurumlar üzerinden ve onlar sayesinde yürür. Bu kurumlar içinde en önemlisi, dilin, kültürün, kimliğin aktarıldığı yerler olmaları hasebiyle okullardır. Kiliseler, hastaneler, yetimhaneler, mezarlıklar da vakıf çatısı altında veya o kategoride faaliyet gösterir.

Dolayısıyla vakıfların çalışmasını aksatan, durduran her unsur, bu toplulukların kolektif kimliğini ve varlığını tehdit eder. Başka bir deyişle, gayrimüslim vakıflar olarak adlandırılan vakıfları ortadan kaldırmak, bu grupların hem fiziksel, hem manevi manada toplanma yerlerini dağıtarak onları atomize etmek demektir. İşte ilk gününden beri devleti yönetenlerin amacı da budur.

Bu konuda, klişeleşmiş tabirler söyleyecek olursak, ilk düğme yanlış iliklendi. Bu kurumlar, Osmanlı hukukundaki klasik vakıf statüsüne sahip değillerdi, bir vakfiyeleri yoktu, padişah fermanlarıyla yani zamanın idaresinin izinleriyle kurulmuş hayır kurumlarıydı. Taşınmaz malları da günün hukuk düzeni bunların tüzel kişilik olup üzerlerine mal kaydına izin vermediği için ya cemaatten güvenilir birinin ya da güler misin ağlar mısın misali Hıristiyan azizlerinin üzerine kaydediliyordu. Ancak 1912’de bir kanunla bu kurumlar tüzel kişilik kazanarak üzerlerine mülk kaydetme imkânına kavuştular. Tüm bunlar bir yana, 1935’te çıkarılan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’yla bu kurumlar, üzerlerine olmayan bir elbise giydirilerek vakıf sayıldı. O tarihten sonra bu konuda o kadar çok ‘düzenleme’ yapıldı ki durum iyice karmaşıklaştı. Bu işi içinden çıkılmaz hâle getirmek için kasten mi yapılmıştır, kötü niyetten midir, yoksa beceriksizlikten midir, tartışılır.

Birçok ayrıntıyı dışarıda bırakarak temel bazı hususlara dikkat çekmeye çalışalım. Sorunlar 1935’teki bu yasayla ve onu takip eden 1936 Beyannamesi’yle başladı denebilir. 1936 Beyannamesi denen uygulama, idarenin, vakıf statüsünü yeni almış bu kurumlardan uhdelerindeki mülklerin bir listesini istemesiydi. Daha ilk anda sorun çıktı, çünkü yukarıda söylediğimiz gibi, Osmanlı zamanında o günün hukuk düzeni içinde cemaatten güvenilir birinin veya Hıristiyan azizlerinin üzerine kaydedilmiş mülkler “Böyle kişiler yoktur” denerek bu kurumların elinde alınıp kamuya aktarılmaya başlandı.

1936 Beyannamesi yıllar sonra mülklerle ilgili başka sorunların da kaynağı, daha doğrusu bahanesi oldu. Şöyle ki, bu beyannamede olmayıp daha sonra satın alma, bağış vs. yoluyla bu kurumların uhdesine geçen mallara, bu beyanname –hukuk hilafına– bir vakıf senedi sayılarak ve o vakıf senedinde ileri dönük mal edinmeyle ilgili bir beyan olmadığı gerekçesiyle el konmaya başlandı.

Bu konuda açılan davalarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1974’te hem ibretlik, hem de bu konuda devlet erkânının zihniyetini özetleyen bir karara ve gerekçeye imza attı. Bu gerekçede, bu ülkenin has vatandaşları ve bu toprakların kadim sakinleri ve onların kurduğu bazı kurumlar, devlet için zararlı ‘yabancı’ kurumlar sayıldı. Onlar için, bir hukuk garabeti olarak ‘yerli yabancılar’ tanımı yapıldı.

Bu ‘miras’ üzerine gelince ve o miras bu kadar kötü olunca AKP’nin bu konuda yaptığı düzenlemeler, eksiklerine ve yanlışlıklarına rağmen cumhuriyet tarihinin en ileri adımları oldu. Kısıtlı da olsa, gasbedilen kimi mülklerin iadesinin yolu açıldı. Ama onlar da mütereddit, işi kökünden halletmeyen, bir engeli kaldırırken başkasını koyan kararlar oldu. Örneğin, AKP hükümetinin ‘Kopenhag Paketi’ olarak bilinen 2 Ocak 2003 tarihli 4. AB Uyum Paketi’nde yer alan 4778 sayılı kanunla bazı iyileştirmeler hedeflendi ancak bu sefer de bu vakıfların mülk edinmesi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün iznine tabi oldu. Âdeta gene ‘şüpheli’ birinin başına bekçi dikme mantığı işledi.

Daha ileri adım denemesi 2006’da 5555 sayılı Vakıflar Kanunu’yla oldu. Burada da mülk edinme ve gasbedilen mülklerin iadesiyle ilgili iyileştirmeler vardı. Buna itiraz CHP ve MHP’den geldi. CHP milletvekillerinden, bu yasanın “Sevr’e dönüş” olduğunu söyleyenler dahi oldu. (Gayrimüslim vakıflar meselesi son 20 yılın değişen siyasi ittifaklarını okumak için de kullanılabilir.) Nitekim, aynı çizgide olan zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu düzenlemeleri veto etti. Gerekçesinin mantığı 1974’teki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ucube kararının aynısıydı; zira Sezer, vatandaşların bir kısmı tarafından işletilen bu vakıfların “toplumsal güç elde etmelerinin” tehlikeli olacağını ileri sürüyordu.

Sezer’den sonra cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, önüne gelen benzer düzenlemeleri veto etmeyince 5737 sayılı yeni Vakıflar Kanunu Şubat 2008’de ve ilgili yönetmelik de Eylül 2008’de yürürlüğe girdi. ‘Demokrat’ CHP ve ne olduğu belli MHP, yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gittiler. Haziran 2010’da başvuruları reddedildi. Bu kanunun geçici 7. maddesi, el konan vakıf mülklerinin bir kısmının iadesini öngörüyordu, ama epey sınırlı bir kısmının. Ağustos 2011’de yasaya eklenen geçici 11. madde bu kapsamı genişletiyordu ama gene de birçok mülk kapsam dışı kalıyordu. Örneğin, 1936 Beyannamesi’nde olup da kamulaştırma yoluyla VGM’ye, Hazine’ye veya belediyelere geçmiş mülkler kapsam dışı bırakılmıştı. AKP’nin adımları ileriydi ama işte yarım yarım, gıdım gıdım, kerpetenle zorla söker gibi…

Bu yazıda daha çok mülklerden bahsettik ama en az onun kadar önemli olan bir de bu vakıfların idare edilme biçimi var ki o da bu yönetim kurullarının Ermenilerin oyuyla seçilmesidir, yani bir temsiliyetinin olmasıdır. Cumhuriyet tarihi boyunca idare zaman zaman bunu da hedef almıştır. Örneğin, 1938 ila 1949 arası vakıf seçimleri iptal edilmiş, onun yerine, atanmış tek mütevelli sistemi getirilmiştir. Bugün geldiğimiz noktada AKP, gayrimüslim vakıfları konusunda devletin bilindik ketumluğunu iktibas etmiş görünüyor. İdarenin kasıtlı ihmali nedeniyle 2013’ten beri yapılamayan vakıf seçimleri ister istemez bunu düşündürüyor. Ermeni vakıflarının uhdesindeki mülklerden elde edilecek gelirle daha iyi nesiller yetiştirilmesi, daha kaliteli sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetler verilmesi istenmiyor olsa gerek. İktidar, vakıf seçimleri neticesinde bu gelirleri ve rantı kendi güdümü doğrultusunda kullanmayacak Ermeniler seçilirse diye korkuyor sanırım.








Bu haber agos kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+