​Adıyamanlı Sırpazan Sebuh Çulciyan’dan kalan anılar - Gündem
25 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ցրօն / Ժամ : Առաւօտ

Gündem :

28 Kasım 2020  

​Adıyamanlı Sırpazan Sebuh Çulciyan’dan kalan anılar -

​Adıyamanlı Sırpazan Sebuh Çulciyan’dan kalan anılar ​Adıyamanlı Sırpazan Sebuh Çulciyan’dan kalan anılar

14 Ekim 2015 akşamı, Gümrü Vartan Acemyan Devlet Dram Tiyatrosu’nun Sahnesi’nde, Seninle Güler Yüreğim tiyatrosu sahnelendi. Temsilden sonra beni sahneye davet ettiler. Tercümanlığımı yapan Adıyamanlı Sarkis Hatspanian ile birlikte sahneye çıktık. Seyircileri Ermenice selamladım. Salon ayağa kalktı! Bir alkış tufanı koptu. Bekledim, konuşmaya başladım. Alkıştan konuşamıyordum.

Temsilden sonra Sarkis elimi tuttu, “Kemal! Bu insanlar bugün ilk kez bir Türkü alkışladılar. Yaralarına merhem oldun! Sana çok teşekkür ediyorum!” dedi.

“Onlar benim de yaralarıma derman oldular!” dedim.

Yaralara merhem olabilmenin huzuru ve mutluluğuyla, gece yarısı, Sarkis’in arabasıyla Vanadzor’a doğru yola çıktık. Sarkis basıyor gaza! Karanlık gecede mutluyuz, sevinçliyiz! Yıldızlar yolumuzu aydınlatıyordu!

Sarkis’in arabasıyla gece yolculuğuyla yaklaşık iki saatte Gümrü’den Vanadzor şehrine geldik. Vanadzor, “Van Ovası” anlamına geliyormuş. Sovyetler zamanındaki adı Kirovakan’mış. Ermenistan’ın üçüncü büyük şehriymiş. Son 25 yılda çok göç vermiş. Günümüzdeki nüfusu 90 000 kadarmış.

Gecemizi Kirovakan Oteli’nde geçirdik. Tiyatro grubu özel bir minibüsle sabaha karşı gelebilmişler.

Sabahleyin su sesiyle uyandım.

Otelin balkonundan çevreye baktım.

Her yer dağlar, tepeler yemyeşil.

Otelin yakınındaki dereye büyük bir havuz yapmışlar.

Duyduğum su sesi, bu havuzdan dereye akan suyun sesiymiş.

Sabah kahvaltısını tiyatro ekibiyle birlikte yaptık.

Tiyatro yönetmeni Karine Koçaryan günlük planı verdi. Saat 10.00’da Karine, ben ve Sarkis üçümüz Vanadzor Televizyonu’nda yarım saatlik bir kültür programına katılacağız. Bu programdan sonra Sarkis’le birlikte tiyatro ekibinden ayrılacağız. Onlar Vanadzor Tiyatro Salonu’nda oyunu prova yapacaklar. Biz kendi programımıza göre hareket edeceğiz. Ayrıca Karine ile Arthur Karapetyan başka bir televizyon kanalında söyleşi yapacaklar.

Saat 12.00’de Sarkis ile birlikte Vanadzor Üniversitesi Edebiyat ve Tarih Bölümü master ve doktora öğrencileriyle öğretim üyelerinin hazır bulunacakları bir toplantıya katılacağız. Bu toplantıyı Sarkis’in ricası üzerine Gugarats Bölgesi Ermeni Kilisesi Ruhani Lideri Başepiskopos Sırpazan Sebuh Çulciyan hazırlamış.

Üniversitedeki toplantıdan sonra Sebuh Sırpazan’ı makamında ziyaret edeceğiz. Daha sonra şehrin kültürel ve tarihi yerlerini gezeceğiz. Tiyatro saat 19.00’da başlayacak. Tiyatro’dan sonra Sarkis arabasıyla Yerevan’a dönecek.

Günümüz bu yoğun programla doluydu. Hiç boş zamanımız yoktu. Saat 10.00’daki televizyon programından sonra, Karine’den ayrıldık. Sebuh Sırpazan, resmi arabasıyla canlı yayına katıldığımız televizyonun önünde bizi karşıladı. Tanıştık. Birlikte Vanadzor Üniversitesi’ne gittik.

Üniversitenin önünde polis kulübesi, polis denetimi, üst baş araması falan yoktu. Öğrenciler bir dersten ötekine gidip geliyordu. Koridorlar, orta bahçe öğrenci doluydu.

Saat 12.00’de salon yüz kadar öğrenci ve öğretim üyeleriyle doluverdi. İki ayrı televizyon kanalının muhabir ve kameramanları da gelmişti. Konuşma masasının üzerine Türkçe, Ermenice, İngilizce kitaplarımdan birer tane örnek koyduk. Salonda çoğunlukla kız öğrenciler vardı.

Vanadzor Üniversitesi’nde konferans

Açış konuşmasını Sebuh Sırpazan, sunuş konuşmasını ise Sarkis Hatspanian yaptı. Emanet Çeyiz kitabımın konusunu özetledi. “Kemal Yalçın, dedesine 1920’de emanet edilen çeyizleri Yunanistan’a gidip, arayıp bulduğu Rum sahiplerine 76 yıl sonra geri verdi,” dedi. Öğrencilerin gözleri merakla bana, belki de ilk gördükleri bir Türk yazarına bakıyordu.

Bana söz verdiler. Ermenice selamladım.

Şaşırdılar ve alkışladılar.

Seninle Güler Yüreğim’in hazırlığını, yazma sürecini, yayınladıktan sonra başına gelenleri anlattım. Bize verilen bir saatlik süre dolmuştu, fakat kimse yerinden kıpırdamıyordu.

“Devam ediniz!” dediler. Sorulara ve konuşmalara geçildi. Önce Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden bir bayan profesör söz aldı ve şunları söyledi.

“Bu toplantının yapılacağını iki gün önce öğrendim ve öğrencilerime duyurdum. Üç kız öğrencime Seninle Güler Yüreğim’in Ermenicesini bulup okumalarını, toplantıya hazırlıklı gelmelerini söyledim. Kitabınızın tek bir nüshasını Sırpazan Sebuh Çulciyan’dan ödünç alabildik. Öğrencilerim hiç uyumadan sabaha kadar okuyup bitirmişler. Çok etkilenmişler. Size çok teşekkür ediyorum. Şimdi sözü öğrencilerime veriyorum.”

Üç kız öğrenci kitabı duygulanarak, bazen de ağlayarak okuduklarını söyledikten sonra bana kitabımı nasıl yazdığımı, araştırmalarım sırasında korkup korkmadığımı sordular.

Kitabımı bir gecede, merakla okudukları için kendilerine teşekkür ettim ve sorularını cevapladım. Başka öğrenciler ise şu soruları sordular:

“Türkiye ne zaman soykırımı kabul edecek?”

“Türkiye ile Ermenistan ne zaman barışacak ve sınırlar açılacak?”

“Türkiye ile Ermenistan arasındaki barış ve kardeşliğin gelişmesi için ne yapmalı?”

“Türkiye’ye gidebiliyor musunuz?”

Öğrencilerin sorularına cevaplar verdim.

Bir öğretim üyesi ise, “Neden hep ağlayan Ermenileri yazdınız, neden direnen Ermenileri yazmadınız?” diye sordu.

“Hatırladığım kadarıyla bu soruyu 2004 yılında sormuştunuz. Ben Ermenice bilmediğim için Sırpazan Karekin Bekçiyan mektubunuzu bana çevirmişti. Sorunuza cevap olabilir düşüncesiyle Sarı Gelin/Sari Gyalin kitabımdan bir adet size göndermiştim. İlginize ve önerinize teşekkür ederim. Şimdi sorunuza cevap vermek istiyorum. Benim bulup konuştuğum canlı tarihler, yaşlı Ermeniler bana ne anlattılarsa aynen yazdım. Ermenilerin direniş destanlarını anlatsalardı aynen onları da yazardım. Antranik Paşa’nın, fedailerin direncini, mücadelesini unutmuş değilim, onların direnişini saygıyla anıyorum.”

Bir kız öğrenci parmak kaldırdı. “Bir sorum var,” dedi.

“Buyurun!”

“Türkiye’de Ermeni edebiyatından hangi kitaplar yayınlandı?

“Türkiye ile Ermenistan birbirine hem çok yakındır, hem de çok uzak. Edebiyat ve sanat alanında da durum aynıdır. Çağdaş Ermeni Edebiyatından kaç roman, kaç öykü, kaç şiir kitabının çevrildiğini bilmiyorum. Ama çok az olduğunu tahmin ediyorum. Benim kitaplarımdan Seninle Güler Yüreğim ve Sarı Gelin Almanya Ermeni Cemaati Ruhani Lideri Sırpazan Karekin Bekçiyan tarafından gönüllü olarak, maddi karşılık almadan Ermeniceye çevrildi ve Ermenistan’da ve Kudüs’te yayınlandı. Bu akşam seyredeceğimiz Seninle Güler Yüreğim adlı oyun da Sırpazan’ın çevirisidir. Hayatta Kalanlar başlıklı kitabım da Halep’te savaş şartlarında Salpy Kasparyan tarafından Ermeniceye çevrildi. 2016 yılında Beyrut’ta yayınlanacak. Sırpazan Karekin Bekçiyan’a, Salpy Kasparyan’a, kitaplarımı yayınlayanlara teşekkürlerimi sunuyorum. Peki siz bana Çağdaş Türk edebiyatından Ermeniceye kaç roman, öykü, şiir kitabı çevrildiğini söyleyebilir misiniz?”

“Ben de söyleyemem, ama çok az olduğunu tahmin ediyorum.”

“O halde hepimize birçok görevler düşüyor. Birbirimizden daha çok şiir, roman, öykü çevirmeliyiz. Ben sizleri tanımaktan çok memnun oldum. Dünyam daha da zenginleşti. Bu dünya sizlerle birlikte daha güzel! Bu ilk toplantımızı, Sırpazan Karekin Bekçiyan’ın Meline Terpinyan-Pohlman ile birlikte Türkçeleştirdikleri Vahan Tekeyan’ın Haşvehartar şiiriyle bitirelim. Ben Türkçesini, sizlerden biriniz de Ermenicesini okusun lütfen! Önce Ermenicesi, sonra Türkçesi…”

Haşvehartar

İnç mınatz, gyanken indzi inç mınatz?

Ne Kaldı…?

Ne kaldı bana hayattan, ne kaldı?

Hayret! Başkasına verdiğim gizli şefkat,

Duyulmayan dualar,

Bazen kalp ağrısı,

Bazen de sessiz bir gözyaşı.



Başkasına giden ise

Döndü geldi bana geri

Daha kuvvetli, daha güzel

Ruhumda kalmak üzere ebediyen.



Sevginin benden götürdüğü

Kaybolmadı Allah indinde.

İşte yalnız bu oldu

Hayatımı zenginleştiren.



Ve simdi, ey yüce Tanrı,

Bütün acılarıma,

Kurumuş pınarına rağmen mutluluğumun,

Sarhoşluğunu yaşıyorum ben hâlâ o yıllanmış şarabın.



Ve sormuyorum artık, “Ne kaldı…?”

Ne kalır ki toprak altında, kırılgan filizlerden,

Görkemli meşe ağaçlarından?

Yalnız güneşi doya doya içmiş olmanın sonsuz tesellisi!

Adıamanlı Sırpazan Sebuh Çulciyan

Toplantıdan sonra, Sırpazan Sebuh Çulciyan, Sarkis ve beni yemeğe davet etti. Vanadzor Parkı’nın kenarındaki bir lokantaya oturduk. Yemekler geldi. Ararat’ın iki yakasının insanları da, suları da, yemekleri de, acıları da, neşeleri de birbirine çok benziyor. Ortak bir tarihin insanlarıyız. İki taraf tek bir dünyanın üstünde, aynı güneşin ışıklarıyla aydınlanıyor.

Sırpazan Sebuh Çulciyan kendini tanıtarak açıyor sohbetimizin önünü:

“Benim babam Adıyamanlı, ben 1959’da Malatya’da dünyaya gelmişim. Hayatımın ilk yılları Adıyaman’da geçti. Sarkis’le annesi tarafından hısım oluruz. Sonra ailecek Malatya’ya taşındık. Hrant Dink’le aynı mahallede yaşamıştık. On yaşıma kadar Malatya’da Salköprü Mahallesi’ndeki Çavuşoğlu Sokağı’nda kaldım. İlkokulu İstanbul’da Ermeni Nersisyan Varjaran’da okudum. Ben kendimi hem Adıyamanlı hem de Malatyalı, ama daha çok Malatyalı hissederim. Adıyaman ve Malatya benim var olduğum toprak, atalarımın mezarlarının bulunduğu memleketimdir.

“On yaşımda ailemle birlikte buraya geldim. Burada okudum, burada büyüdüm, burada kendimi dinime adadım. Ermenistan benim devletimdir, yaşadığım ülkedir. Türkiye’yi, Adıyaman’ı, Malatya’yı, oradaki çocukluk arkadaşlarımı unutamam. Anadolu’yu var olduğum toprak, Ermenistan’ı yaşadığım toprak olarak severim. Türk edebiyatını, Türkiye’deki siyasi, dini, kültürel gelişmeleri yakından takip ederim. Kitaplarınızı daha önceden okumuş ve kitaplarınızdan sizi tanımıştım. Göz göze, yürek yüreğe tanışmam bugüne nasip oldu. Hoş geldin Ermenistan’a, hoş geldin Vanadzor şehrimize! Kadehlerimizi dostluk ve kardeşlik için kaldıralım!”

“Şerefinize Sayın Sırpazan! Dostluk ve kardeşliğimize!”

Yemek masasında, ortak tanıdığımız dostlardan, insanlardan söz ettik.

Hrant Dink’i andık.

Adıyaman ve Kâhta’daki “Bizimkiler”den söz ettik.

Sırpazan Karekin Bekçiyan’ın kulaklarını çınlattık.

Sırpazan Sebuh Çulciyan, Sırpazan Karekin Bekçiyan’ı Eçmiadzin’deki toplantılarda sık sık görüyormuş. Övgüyle ve hayranlıkla söz etti Sırpazan Bekçiyan hakkında.

Yemekten sonra, Sırpazan Sebuh Çulciyan’ın resmi makamına gittik. Geçtiğimiz yollarda, kiliselerin duvarlarına, okulların kapılarına soykırımın 100. Yılı ile ilgili pankartlar, afişler asılmış. Unutma beni çiçeği ve “Hatırla ve talep et!” çağrısı sesleniyor herkese…

Sırpazan’ın makamı bir derenin kenarında, yeşillikler içinde. Su şırıltıları geliyor dereden.

Sırpazan Sebuh Çulciyan odasında bizi kabul etti. Misafir kahvemizi içtik. Masasının üzeri, raflar her yer kitap, dergi, gazete doluydu.

Yemekte başladığımız sohbete burada devam ediyoruz. Ortak konumuz; dostluk, dostça ilişkilerin geliştirilmesi, geçmişin acılarının kalıcı bir barış ve dostluğa dönüştürülebilmesiydi.

Vanadzor’daki tarihi mekânlar

Sırpazan Sebuh Çulciyan’ın makamından akşam tiyatroda buluşmak üzere Sarkis’le birlikte ayrıldık. Önce Aziz Grigor Narekatsi adlı büyük kiliseyi ziyaret ettik.

Sarkis, “Sırpazan Sebuh Çulciyan çok çalışkandır. Sorumluluk bölgesinde birçok kilise ve okul yaptırdı. Köylere gider, insanları yerlerinde görür, dertlerine, mutluluklarına ortak olur. Bu kiliseyi Sebuh Sırpazan inşa ettirmiştir. Onun adıyla anılır,” diyerek Sırpazan Sebuh’tan övgüyle ve hayranlıkla söz etti.

Daha sonra, Vanadzor’un tarihi kiliselerinden biri olan “Karakilise” diye anılan 200 yıllık, Meryem Ana Kilisesi’ne gittik. Çok etkileyici bir dünyası vardı. Her yer tarihti. Önbahçede çeşitli heykeller, haçkarlar ve anıtlar vardı. Bu haçkarlardan biri 1988 Gümrü depreminin anısına dikilmişti. Gümrü depreminde Vanadzor ve çevresinde de çok ölen olmuştu. Diğer bir haçkar ise yerini yurdunu bırakmak zorunda kalmış insanlar için dikilmişti.

Sarkis saatine baktı. “Görülecek daha birçok tarihi mekân vardı. Rus MİG savaş uçaklarının yaratıcısı buralı Artem Mikoyan isimli bir Ermeni mühendis ile Mikhail Gurevich isimli bir Rus mühendistir. Evinin önüne ilk yaptığı MİG modeli savaş uçağından biri hatıra olarak konulmuştur. Zamanımız olsa müze haline getirilmiş olan bu eve giderdik. Fakat ne yazık ki tiyatronun saati geliyor,” dedi. Karakilise’den doğruca Vanadzor Tiyatrosu’na gittik.

Vanadzor Tiyatrosu

Tarihi bir taş yapı. Klasik tiyatro mimarisi hemen göze çarpıyor. Bizi Tiyatro Müdürü Hovik Çakmakçıyan makamında kabul etti. Tanıştık. Bize tiyatronun tarihi hakkında bilgiler verdi.

Vanadzor Tiyatrosu 100 yıl kadar önce inşa edilmiş. Birçok ünlü Ermeni tiyatro sanatçısı bu tarihi tiyatroda sahneye çıkmış. Karine Koçaryan da ilk oyunlarını bu tiyatro da oynamış. Salonu 400 kişilikmiş. Akustiği çok iyiymiş.

Hovik Çakmakçıyan askerliğini Doğu Almanya’da yapmış. Almanca öğrenmiş. Konuşmalarımızın bir kısmını Almanca yaptık.

Salon tam saatinde doldu ve oyun başladı. Biz Sırpazan Sebuh Çulciyan’la birlikte oturduk. Ayrıca beş rahip de gelmişti.

Oyun Gümrü’de olduğu gibi burada da insanları çok etkiledi.

Çok duygulu anlar yaşadım.

Oyun alkışlarla sona erdi.

Oyuncular ayakta alkışlandı.

Karine Koçaryan beni ve Sırpazan Sebuh Çulciyan’ı sahneye davet etti. Sırpazan’ı, rahipleri ve seyircileri Ermenice selamladım. Sırpazan Sebuh Çulciyan’ın gösterdiği ilgi ve yakınlığa teşekkür ettim. Öz olarak Gümrü’de yaptığım konuşmayı tekrarladım.

Sırpazan Sebuh Çulciyanda bir konuşma yaptı ve bana Ermenistan’da Türkçe olarak yayınlamış olan Kara Kitap-Ünlü Yabancıların Gözüyle Türk Mezalimi ve Ermeni Soykırımı başlıklı kitap ile Haykazun Alvırtsyan tarafından kaleme alınmış, Türkiye Cumhuriyeti’nde Mühtedi Ermenilerin Sorunları başlıklı iki kitap hediye etti. Ben de kendisine Sarı Gelin/Sari Gyalin adlı kitabımın Ermenicesini hediye ettim. Sarkis oyundan sonra Yerevan’a döndü.

Vortik Gülbenkyan Huzurevi’nin açılışı

Midyatlı Albert Sevinç Hadodo Vakfı’nın inşa ettiği Vortik Gülbenkyan Huzurevi’nin açılışını 18 Ağustos 2018 günü, Gümrü’de Sırpazan Sebuh Çulciyan yaptı. Ben de açılışa davet edilmiştim.

Açılıştan sonra Sebuh Sırpazan ile Tek Kanatlı Kartal kitabımın yayın dosyasını inceledik, son düzeltmeleri yaptık. Sırpazan Sebuh Çulciyan çok memnun oldu. Dosyayı onayladı, kutladı ve yayın izni verdi.

“Hayırlı olsun! Türkiye ile Ermenistan arasındaki dostluk ve barışın gelişmesine yardımcı olacak bir kitap oldu. Ne zaman çıkabilir?” diye sordu. “Kısa zamanda İstanbul’da çıkacak,” cevabını verdim.

Aradan iki ay geçti. Herman Hintiryan’ın düzenlediği “Sasunluların Dansı Müzikali”nin gösterimine katılmak ve Bremen’de vefat eden İstanbullu Brenda Başar’ın küllerini Kuş Yuvası Yetimhanesi’nin bahçesine dikilecek bir çam ağacının dibine serpmek için Gümrü’ye gelmiştim.

Son görüşme

13 Ekim 2018 günü Vortik Gülbenkyan Huzurevi’ni ziyaret ettik. Vanadzor’dan Sebuh Sırpazan da gelmişti. Bizlere “Hoş gediniz!” dedi. Daima güleryüzlü ve alçak gönüllü idi. “Tek Kanatlı Kartal ne zaman çıkacak?” diye tekrar sordu.

“Yakında çıkacak!” dedim. Korona salgını nedeniyle Tek Kanatlı Kartal’ın basım ve yayını gecikti. Ne yazık ki, Sırpazan Sebuh Çulciyan koronaya yakalandı ve kitabın matbaadan çıktığı gün, 19 Kasım 2020 tarihinde vefat etti. Tek Kanatlı Kartal’ı göremedi!

Artık Sebuh Sırpazan Tek Kanatlı Kartal kitabımın içinde yaşayacak. Ruhu şad olsun! Dünya çok değerli, kültürlü, barışçı bir evladını kaybetti. Ermenistan’ın ve tüm dünya Ermenilerinin başı sağ olsun!

Bochum, 23.11.2020

Kemal Yalçın








Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+