​Kabuslarım yıllar sonra köyüme gidince son buldu - Gündem
25 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ցրօն / Ժամ : Հուրփեայլեալ

Gündem :

01 Eylül 2020  

​Kabuslarım yıllar sonra köyüme gidince son buldu -

​Kabuslarım yıllar sonra köyüme gidince son buldu ​Kabuslarım yıllar sonra köyüme gidince son buldu

1975 yılında, 13 yaşındayken kaçırılmak istenen Flor’un hikayesinin ilk bölümünü geçen hafta Agos’ta yayınlamıştık. Bu hafta bu çarpıcı röportajın ikinci ve son bölümünü yayınlıyoruz. Bu röportaj için ‘Flor’ ismini kullanan olayın mağduru, kaçırma meselesi bir türlü kapanmayınca gizlice İstanbul’a göç etmek zorunda kaldıklarını, yıllarca bu kabuslarla başa çıkmaya çalıştığını anlatıyor. Yaşananlar Ermeniler’in doğup yaşadıkları kadim coğrafyalarını bırakıp İstanbul’a gelmelerinin nedenlerinden de biri. Besse Kabak’ın röportajında Flor’un sesine kulak verelim.

(Hala seni zorla almaya çalışmaları sonucunda) Senin ruh halin nasıldı?

O günden sonra ne konuşuyordum ne başka bir şey yapabiliyordum. Sadece bana ne diyorlarsa onu yapıyordum. Her gün "Gelip köyü basacaklar. Yakaladıkları yerde kaçırıp götürecekler" diye haberler, tehditler geliyordu. O yüzden gündüz çalıların arasına, gece de belli bir saatten sonra halamın evindeki ambara götürüp saklıyorlar beni. Tam on bir gün boyunca bu halde yaşadık. Bizimkiler o arada şüphe çekmeden nasıl İstanbul'a gelebilirim diye plan yapmışlar. Tam o günlerde köyümüzde kuzenimin düğünü olacaktı. Bana "Git düğünde görün" dediler. İnsanlar benim orada olduğumu, kaçmadığımı görecekler.
Ben de gittim ortalıkta göründüm. Gidip kuzenimin yani gelinin yanına oturdum. Sarılıp öptüm onu. Sonra da arkadaşlarıma sarıldım. Onların haberi olmadan, onlarla vedalaştım... Sonra çıktım eve geldim. Gece on iki olunca, ay ışığında yola koyulduk. Ama birileri görüp haber verebilirler diye dağlardan gidiyoruz. Mezarlıktan Tsorağpür’e çıktık. Orada oturdum suyumu içtim... (Uzun bir duraksama sonrasında anlatımına ağlayarak devam ediyor) Dedim "Bir daha bu sudan içemeyeceğim..." Yürüdük tepeye çıktık. Geriye dönüp baktım. Dedim "Bir daha köyümü göremeyeceğim. Son görüşüm..." Her geçtiğim tepeden, dağdan geriye dönüp "Bir daha bu tepeyi, bu dağı göremeyeceğim" diyerek, her seferinde, son kez bakıp vedalaşarak, gözyaşları içerisinde yürüyerek köyümden ayrıldım...
Kasabaya yaklaşınca bizimle beraber gelen Artin köye geri döndü. Gün daha yeni ağarmaya başlıyordu. Kasabada hayat başlayana kadar biz de kasabaya yakın bir kayanın dibinde oturup istirahat ettik. Gün aydınlanınca da kasabaya gittik.
Kasabaya vardıktan sonra babam karakola gitti. "Kızımı İstanbul'a götüreceğim. Belki haber alırlar. Otobüs saatine kadar bizi koruyun" dedi. Onlar da "Tamam burada oturun" dediler. Biz de otobüs saati gelene kadar güvende olalım diye hiçbir yere gitmeden, orada oturduk. Sonrasında da İstanbul'a gelmek üzere yola koyulduk.

Bu olay İstanbul'a gelme nedenin oldu yani..

Evet. Babam beni İstanbul'daki akrabalarımızın yanına bıraktıktan sonra tekrar köye gitti. Ama bu kez de orada "Ya kızı getireceksiniz ya da siz de bu toprakları terk edip gideceksiniz" diye tehdit ettiler. Babam da "Ben kızımı vermem!" deyince bir sene sonra amcamla beraber köyü terk etmek zorunda kaldı. Hayvanları satıp temelli geldiler.

Köydeki diğer Ermeniler ne yaptı?
Onlar başta anlamadılar. Sandılar ki bu olanlar sadece bizim başımıza gelecek. Babam köyden gelirken "İyi bakın çok değil, birkaç seneye kalmadan sizler de bu yoldan geçeceksiniz" demiş. Gerçekten de birkaç sene sonra aynı şey onların da başına geldi. Onların da kızlarını kaçırmaya kalkıştılar. Herkes yavaş yavaş köyü terk edip İstanbul'a göç eti.

Sonuçta sen köyden travmayla gelmiş oldun.
Evet. On üç yaşımda beni kaçırmaya kalkışmalarıyla birlikte bir gün içinde tüm hayatım altüst olmuştu. Çalılıklarda, ambarlarda saklanarak geçen on bir gün sonrasında annemi, babamı, kardeşlerimi, akrabalarımı, köyümü, tüm hayatımı geride bırakıp, dilini dahi bilmediğim bir şehre, İstanbul'a gelmek zorunda kalmıştım.
Buraya geldiğimde kafamda bir daha köye geri dönemeyeceğimi sabitlemiştim. Bu konu hakkında konuşmak dahi istemiyordum. Konuşulduğunda tekrar o anı yaşadığım için bundan rahatsızlık duyuyordum. Ama İstanbul'daki tanıdıklarımız tüm olup bitenden haberdarlardı. İki kişi bir araya gelse konuşacakları ikinci kelimeleri ben oluyordum. Bu da beni çok yıpratıyordu. O yüzden ben de hemen o ortamdan ayrılıp başka yere gidiyordum.

Kaçırılma olayının travmasını ne zaman atlatabildin?
Çok uzun yıllar sürdü. Evlendikten uzun yıllar sonrasında dahi kâbuslar görmeye devam ettim. Geceleri gördüğüm kabuslar yüzünden sıçrayarak uyandığımda eşim beni sakinleştirdi. O yüzden ona çok büyük saygım var.
Hayatımı paylaştığım insanla bu yaşadıklarımı paylaşabilmiştim. Ama bu konu hakkında herkesle konuşamıyordum. Konuşurken rahatsız oluyordum. Her anlattığımda tekrar o anları yaşadığım için gene dağılıyordum.
(Gerçekten de olayı anlatırken yaşadığı tüm korku, acı dolu o anları birebir yaşamaktaydı. Öyle ki, kaçırılmaya çalışıldığında nefesinin tükendiğini, konuşmaya takatinin bittiği, gözyaşlarına boğulduğu anlara ben de tanık olmaktaydım…)

Biraz da kaçırılma olayının sebep olduğu kabuslarından bahsedebilir misin?
Her gece rüyalarımda aynı insanlar beni kaçırıyor, içinde yılanların, böceklerin olduğu bir kuyunun içine atıyorlardı. Her seferinde o kabuslardan kan ter içinde sıçrayarak uyanıyordum. En sonradan zamanla artık rüyalarımı kumanda etmeye başladım.
Beni kuyuya atıkları her seferde, artık uçarak o kuyudan çıkabiliyordum. Rüyamda o kuyudan kurtulup köyümün, o dağların, tepelerin üstünden uçuyordum. Köyümüzden ayrılırken "Bir daha bu tepeden bakıp köyümü göremeyeceğim" demiştim, ama ben rüyalarımda her seferinde o kuyulardan kurtulup, tepelerin üstünden uçarak köyüme gitmeye başladım.

Bu kabusların ne zaman son buldu?
Sanırım on, on beş senedir bu kâbusları görmüyorum. Ki geldiğim kırk beş sene oldu. Düşün yani. O kadar süre her seferinde ben rüyalarımda kaçırıldım, kuyulara atıldım. Otuz beş sene sonra akrabamızın cenazesi sebebiyle köyüme gitmem gerekti. İlkin cenazenin olduğu köye gittim. Ertesi gün öğlen vaktinde de köyüme gittim.

İlk hislerin ne oldu?
Benim için tam bir şoktu. Sürekli ağladım. Hatta köylüler niye bu kadar ağladı diye sormuşlar. Yarım günlük bir zamanım vardı. Ama hiçbir şeyi eksik bırakmadım.
Kardeşime uzaktan evi gösterip "Bak bizim evimiz" dedim. Kardeşim köy ziyaretimizi kameraya kaydediyordu. O kadar çok ağlıyordum ki kardeşim kamerayı kapattı. Ben sürekli karşılaştığımız evleri, çeşmeleri, ağaçları, tepelerin, dağları tek tek isimleriyle anlattım. Hiçbirini unutmamıştım.
Kuzenim bunu görünce şaşırdı. "Hayret. Abim senden daha büyük. İstanbul'a daha da geç gitmişti. Ama o bunların hiçbirini hatırlamadı. Sen nasıl hatırladın" dedi. "Ben her gece buradaydım" dedim. Gerçekten de ben her gece oradaydım...
Yayamın, dedemin mezarlığın çıktık. Oradan da Tsorağpür’e gittim. Köyden ayrılırken son içtiğim su vardı ya, ilk gittiğim gün çıktım oranın suyundan içtim. Evimiz, mezarlık, çeşmeler, tarlalarımız... Hepsini yarım güne sığdırmak için, hiç dinlenmeden, gittim. Görmem gereken her yere gidip gördüm.
Akşam avluda oturuyoruz. Tsorağpür’un sesi o kadar güzel geliyordu ki. "Geç oldu istersen yat" dediler. "Burada sadece bir gecem var. Başka da yok. Oturup çeşmenin sesini dinleyeceğim" dedim.
Sandalyemi alıp kapının önüne oturdum. Saatlerce o çeşmenin sesini dinledim... Bir iki saatlik bir uyku uyuduktan sonra da sabah erkenden yola koyulup geri döndüm.
Gördüğüm kabuslar yavaş yavaş azalmıştı. Ama o geziden sonra tamamen bitmiş oldu.

Bu gezinin başka ne etkisi oldu?
Etkisi, artık özlem duymuyorum oluşum oldu. İlk başlarda köyüm hakkında çıkan bir yazı olduğunda eve kapanıp o yazıyı saatlerce ağlayarak okuyordum. Ama şimdi öyle değilim. Gittiğim zaman o devasa gibi gördüğüm köyümün harabe haline gelmiş olduğunu görmem beni çok etkilemişti. Yıllar sonra gidişimde bu kez gerçekten de köyümle son kez vedalaştım. Artık oralara özlem duymuyorum.
Anlatırken o anları yaşadığım için hala bu süreç bana zor geliyor. Ama Artık eskisi gibi değilim. Yoksa Gülo’nun hatrı için de olsa bu konuda konuşmam mümkün olmayabilirdi.

Yani sen bu kaçırılma olayında kendini artık bir kurban olarak görmek yerine onların elinden kaçmayı başaran bir kahraman olarak görmeye başarabildin mi?
Artık korkmuyorum. Belki bir yerde bilinç altımda kendimi kurban gibi görmüş de olabilirim. Ama köydeki Ermeniler de Arap kökenli komşularımız da beni kurban olarak değil, bir kahraman olarak gördüler. "Helal olsun. Bir kız nasıl baş edip de onların elinden kurtuldu" diyerek bana bir de kahramanlık gömleği giydirdiler. "Senin yerinde benim kızım olsa herhalde olduğu yerde ölürdü" diyenler, anlımdan öpmek isteyenler dahi oldu. Ama ben kahraman değildim. Sadece şansım yaver gitmişti. Sonuçta benim yaşadığımı yaşayıp kurtulamayan bir sürü insan vardı.

Son olarak. Sizlerin kaçırılma olaylarını, yaşananları ‘sıradan’ gören insanlar için ne diyeceksin?
Hiç sıradan değil. Hiç değil. Acı bırakıyor. Yaralıyor. Ben o gün tir tir titremiştim. O anları her hatırladığımda hala da titrerim. Aradan zaman geçse dahi hiçbir zaman unutulmuyor 'sıradan'laşmıyor. Bunu benden helallik istemeye gelen kişiye de söylemiştim.

O ailenin bireyleri helallik istemek için geldi ve siz evinizin kapısını onlara mı açtınız?
Ne yalan söyleyeyim ben açmak istemedim. Ama babam açtı.
Adam bana "Bir çay ikram etmeyecek misin?" diye sordu. Çay yaptım. Beraber oturduk, konuştuk. Daha doğrusu ben konuştum. Tüm öfkemi, acılarımı kustum. O hep sustu. Sonrasında o da bize haksızlık yapıldığını, yanlış yapıldığını, o yüzden kendi kuzenlerine, ailesine de kızdığını, aramızdaki bağların tekrar kurulmasını istediğini söyledi.
Bir ara bana 18 yaşındaki kızının resmini gösterdi. Allah bağışlasın. Gerçekten de kızı çok güzeldi. “Biri de senin kızını tutsa, zorla kaçırsa ne hissederdin?” dediğimde adam birden irkildi. “Senin kuzenlerin bana bunu yaptıklarında ben on üç yaşındaydım” dedim.
Kendi kızını örnek gösterince ne yaşadığımızı anlayabilmişti. Ayrılırken "Köye gelecek olursanız evime gelip misafirim olun" dedi. O söz bile bana ağır gelmişti. Keşke tüm o yaşananlar olmasa, babamın evinin kapısı da kapanmasaydı. O zaman başkalarının köyündeki evine davet edilen bir misafir olmaz, kendi köyüme gider, atalarımın toprağında kendi baba evimde kalırdım.

(Röportajın ilk bölümü için: Flor’un kaçırılma travmasıyla geçen hayatı)





Bu haber Agos kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (Agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(Agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+