‘Kimlik’ arayışındaki gazeteci Manuşak Karnusyan’ın Urfa’dan İsviçre’ye uzanan hikayesi -
‘Kimlik’ arayışındaki gazeteci Manuşak Karnusyan’ın Urfa’dan İsviçre’ye uzanan hikayesi
1915’ten bugüne uzanan Ermeni portrelerinde ‘kimlik’ kavramının izlerini süren gazeteci ve yazar Manuşak Karnusyan var. Hikayesi Urfa’dan Halep’e, oradan da İsviçre’ye uzanan Karnusyan, geçmişe dair zihnini kurcalayan soruların peşinden gidiyor. Dilin önemine değinen Karnusyan, “Dil kaybedildiğinde bir dilden daha fazlası kaybedilir. Dil, kültürün anahtarıdır” diyor.
Manuşak Karnusyan, 1960 yılında İsviçreli bir anne ve Ermeni bir babanın kızı olarak dünyaya gelmiştir. İsviçre’nin Gstaad kasabasında büyüyen Manuşak, kitapçı olarak başladığı kariyerinde, uçuş görevlisi olarak çalışmış ve son olarak gazete ve radyoda gazetecilik ve editörlük yapmıştır. İsviçre kantonu Ticino hakkındaki iki seyahat rehberi kitabının yazarlarından olan Manuşak, aynı zamanda İsviçre’deki Ermenileri konu alan “Unsere Wurzeln, Unser Leben” (Bizim Kökenlerimiz, Bizim Yaşamımız) isimli kitabı kaleme almıştır. Manuşak Karnusyan bugün “Brot für alle” (Herkese Ekmek) isimli İsviçre merkezli bir örgütün başında ve Bern dolaylarında Jürgen ve iki çocuğuyla beraber yaşıyor.
Manuşak sözlerine şöyle başlıyor:
“Uzun zaman boyunca kendimi Ermeni kimliğimden uzak tuttum. Babam James Karnusyan, Ermeni davasına kendini adamıştı ve Soykırım, evimizde tekrarlayan bir konuşma konusuydu. Bir çocuk ve Ermeni olarak kendi kimliğimi böylesine acımasız bir suçla ilişkilendirmek istemedim; Ermenilerin trajik geçmişi benim kaldırabileceğimden daha ağır bir yüktü.”
Manuşak’ın babası James Karnusyan, Bern’deki İsviçre-Ermenistan Derneği’nin kurucularındandır ve Ermeni Soykırımı hakkında farkındalık yaratmak için yaptığı çalışmalarla bilinir.
James’in annesi Lucie Gostonyan ve Sarkis Karnusyan ise Ermeni Soykırımı’ndan kurtulanlar arasındadır. Annesi, 1900 yılında topraklarında doğduğu Maraş’ta Soykırım ile karşılaştığında sene 1915’tir. Burada, ailesinin 33 üyesi de katliamlar sonucu hayatını kaybeder. Lucie, hayatta kalan tek aile üyesidir ve yaralı halde onu bulan bir Müslüman tarafından Urfa’daki Jakob Künzler adındaki bir doktora götürülür.
Dünya Savaşı’nda taraflar arasında yer almayan İsviçre vatandaşı Künzler’in, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmak için gerekli izinleri vardır. Kendisi Urfa’da ve yakınlarında yaralanan Ermenilere tıbbi yardımda bulunur. Hatta Künzler ve eşi Elizabeth Bender, birçok Ermeniyi hayatta tutmayı başarır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda on binlerce yetim Ermeni çocuğuyla ilgilenen Amerikan Yakın Doğu Yardım Komitesi’nin buradaki çocukları 1922 yılında Anadolu’dan uzağa götürmesinde Künzler aktif rol oynar. Künzler, Anadolu’nun güneyi ile doğusundaki bölgelerden gelen sekiz bin yetimin Suriye ve Lübnan’a güvenli bir şekilde gitmesine yardımcı ollur. Buradaki sekiz bin çocuğun arasında Lucie Gostonyan da vardır.
Lucie, Halep’e geldiğinde buradaki mülteci kampında Sarkis Karnusyan ile tanışır. Sarkis, Musa Dağı’ndaki çatışmalarda yer almış bir isimdir. Çiftin beş çocuğu olur ve bu çocukların hepsi Lübnan başkenti Beyrut’ta büyür.
Toronto’da buluşma
Manuşak İsviçre doğumludur. Ne onun ne de kardeşlerinin Beyrut’taki akrabalarıyla pek bir iletişimi yoktur.
“Ermeni büyükbabam 1950’lerde, ben doğmadan önce öldü. Büyükannemle ömrüm boyunca belki üç kere görüştüm, ancak onunla konuşamadım. Ermenice konuşamıyordum ve o da İngilizce konuşamıyordu.”
1970’lerde Manuşak’ın büyükannesi ve amcası Kanada kenti Toronto’ya göç eder. Manuşak onları burada ziyaret etmiştir.
“Mezmama (büyükanne) beni öğle yemeğine davet etti ve bana bulgur pişirdi. Büyük bir binada amcamla bir daireyi paylaşıyordu. Bulguru çıkardığında dolabın böceklerle dolu olduğunu gördüm. Büyükannem ve amcam, gördüğüm kadarıyla, harap bir yerde yoksul bir hayat geçirdi.”
Geçen yılların ardından Manuşak, “Kökenlerim kenara atılmadı” diye ekleyerek sözlerine devam ediyor:
“Özellikle babamın ölümünde kökenlerimden koparıldığımı hissettim. Babam kendi ebeveynlerinin geçmişi hakkında pek konuşmadığından kendi ailemin geçmişi hakkında çok az şey bildiğimin farkın vardım. Belki kendisi de daha fazlasını bilmiyordu ve bizler daha fazla soru sormadık.”
Yanıtsız bir soru
Babasının ölümünün ardından Manuşak, İsviçre’deki Ermenileri araştırmaya koyulmuştur. Diğer Ermenilerin aile geçmişini bilip bilmediklerini ve kimliklerini nasıl kurguladıklarını araştırmaya başlamış ve bunun üzerine bir kitap kaleme almıştır.
“Ermenilerin nasıl olduğunu, kültürlerini nasıl yaşadığını ve halklarının trajik geçmişi ile nasıl başa çıktıklarını göstermek istedim. Niyetim; Ermeni hayatına Soykırım’ın ötesinde bakabilmekti. Bu insanların hala hayatta olduğuna, burada olduklarına, mutlu olduklarına ve dar bir Soykırım bağlamında görülmemeleri gerektiğine dikkat çekmeyi diledim.”
Manuşak, yeterli zaman ve paraya sahip olmadığı için bir süre boyunca kitap yazmayı beklettiğini dile getiriyor.
Bir gün Toronto’dan bir mektup aldığını söyleyen Manuşak, şöyle anlatıyor:
“Bu kitabı yazmaya karar verdiğim gün, kardeşlerimin ve benim, amcamdan biraz para miras aldığımızı bildiren bir mektup aldım. Bunu bir işaret olarak gördüm. Bu miras sayesinde kitabı kısmen finanse edebildim. Bana fazladan cesaret verdi.”
Manuşak, kitabı yayınlamak için gereken ücretin geri kalanını kitlesel fonlama kampanyasıyla elde ettiğini belirtiyor. Manuşak, böylelikle İsviçre’deki Ermeniler hakkında kitabı tamamıyla bağımsız bir şekilde yayınlayabildiğini söylüyor.
“12 hayat hikayesi kaleme aldım. Her birine tarih, kültür, politika ve ekonomi üzerine açıklayıcı metinler eşlik ediyor. Metinler kilisenin rolü, dilin önemi, İsviçre’nin Ermenilerle dayanışması hakkında bilgiler sunarak Ermenilerin geçmişine ışık tutuyor. Bu beni bir dizi soruya yöneltti: ‘Ermeni kimliği nedir? Bunun özü nedir? Dört nesildir burada yaşayan ve artık Ermeni tarihiyle ilgili hiçbir bağı olmayan kişiler neden hala kendini Ermeni hissediyor?’
Bu sorulara yanıt aramak için işe koyulduğunu söyleyen Manuşak’ın son olarak aktardığına göre bir soru hala yanıtsız:
“Babam neden bize Ermenice öğretmedi, ölümün ardından en çok bunu merak ettim. Eskiden herkes onun Almanca öğrenmek zorunda olduğunu ve bu yüzden Ermenice konuşmadığını söylerdi. Çocukları olarak bu yanıttan tatmin olmuştuk. Ne de olsa, teolojik çalışmalarına devam edebilmek amacıyla Zürih’ten çok uzak olmayan İngiliz Vaftiz seminerine gitmişti. Papazlığa getirilmesi sonrası ilk dini görevine geldiğinde Almanca öğrenmesi gerekti. O zamanlar bunların tamamı biz çocuklara mantıklı geldi. Ancak sonra, artık bizimle olmadığında, kendi kendime düşündüm: ‘Nedeni bu olamaz.’ Sadece bir dilden daha fazlasının kaybedildiğini anladığınız bir an geliyor. Dil, kültürün anahtarıdır. Bu kadar kendini adamış biri, o, bize bu anahtarı niye vermedi? Bu, bugüne dek tatmin edici bir şekilde yanıtlayamadığım bir soru.”
Çeviri-Derleme: Tolga Er
Bu haber gazetekarinca kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (gazetekarinca) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(gazetekarinca). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com