Ermeni tiyatrocu Bea Ehlers-Kerbekyan’ın Malatya’dan Almanya’ya uzanan hikayesi -
Ermeni tiyatrocu Bea Ehlers-Kerbekyan’ın Malatya’dan Almanya’ya uzanan hikayesi
1915’ten bugüne uzanan Ermeni portrelerinde bu hafta sanatı ile öne çıkan Bea Ehlers-Kerbekyan var. Tiyatro sanatçısı Bea’nın hikayesi, dedesi Hrant Kerbekyan’ın çocuk yaştayken soykırıma tanıklık ettiği Malatya’nın Arapgir ilçesinden Almanya’ya uzanıyor.
“Dünyada bir yabancı olmak benim bilmediğim bir duygu. Büyüdüğümüz yerdeki mekanların dar sınırları içerisinde yabancı olmak ise çok iyi bildiğim bir duygu.”
Bu sözler oyuncu Bea Ehlers-Kerbekyan’a ait.
Bea, 25 yıl boyunca Almanya ve Türkiye’nin yanı sıra birçok uluslararası tiyatro sahnesine çıkmıştır. Tiyatro projeleri ve drama çalışmaları nedeniyle Moskova Uluslararası Tek Kişilik Oyun Festivali ve Artavazd Ermeni Tiyatrosu’ndan da olmak üzere birçok ödüle layık görülmüştür.
Bea, Almanya’nın güneybatısında yer alan dağlık Kara Orman bölgesindeki küçük bir köyde Ermeni bir anne ile Alman bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Köylülerin ‘yabancı düşmanlığını ilk kez hissettiğinde’ hala bir çocuktur. Kimlik ve aidiyet üzerine sorular, onu tiyatro ve bilime yönlendirmiştir. Bea, önce Hamburg’da sahne sanatları, ardından Freiburg’daki Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde drama ve tiyatro terapisi eğitimi almıştır. 2003 yılındaysa “Armmono” Monodrama Festival için aldığı bir davetiye ile daha sonra “biyografik açıdan biçimlendirici bir deneyim” olarak nitelendireceği, Ermenistan’a ilk yolculuğunu yapmıştır. Bu yolculuk, eserlerini Ermeni Soykırımı’na adamasına ve birçok proje başlatmasına teşvik etmiştir. Erivan’daki Young Theather’ın işbirliği ile yapılan Edgar Hilsenrath’ın “Son Düşüncenin Masalı” adlı oyununa katkıda bulunmuştur ve Türk yazar Doğan Akhanlı’nın solo oyunu olan “Anne’nin Sessizliği”nde (Annes Schweigen) sahne almıştır.
Bea, bugün, geçmişle barışını sağlamıştır, ancak daha çocukken komşularının önyargıları ile karşılaşmış ve babasının beklentilerine karşılık vermeye çalışmıştır. Bea, “Babam, önceden belirlenmiş bir yaşam tarzını belirten ’Yüksek Alman kültürü’ne zorunlu bir bağlılık hissediyordu. Günlük hayatı daha keyifli hale getirip, içine eğlence katan annemizdi” diyor ve elini kalbine götürerek şöyle konuşuyor:
“Annem Ermeniliğinden gurur duyardı. Daha güçlü tarafımın Ermeni olduğundan eminim. Derin duygu ve tutku sergileme cesareti, aile dayanışması, kahkaha ve canlılık: Tüm bu Ermenilere özgü özellikleri ‘mayrik’ten (Ermenicede ‘anne’ demek) öğrendim. Bu yüzden, ona sonsuza kadar minnettar kalacağım.”
Bea’nın annesi Maro Kerbekyan Almanya’ya yerleşmeden önce birçok kez yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Sekiz dili akıcı bir şekilde konuşabilen zeki ve neşeli bir kadındır. Ancak yaşamın zorluklarına karşı koyduğu cesaret, onu bazen hayal kırıklığına uğratmış ve çocuklarının yanına yaklaşmasına engel olacak şekilde derin bir kedere neden olmuştur. Bea, şöyle anlatıyor:
“Böyle bir ruh halinde olduğu zaman ‘Biliyorsun Bea, bizi hayvanlar gibi katlettiler, annelerin rahimlerindeki bebekleri canlı canlı kestiler’ gibi şeyler söylerdi.”
Bea, uzun bir süre boyunca annesi Maro’nun ailesinin neler yaşadığını öğrenememiştir. Ancak bir gün dayısı Gago’dan anılarını yazmasını ister, bunun üzerine de ABD’de yaşayan Gago da hatıralarını kaleme almaya başlar.
Etiyopyalı İmparator olan bir arkadaş
Bea’nın anne tarafından dedesi Hrant Kerbekyan, Osmanlı İmparatorluğu’nda yer alan Malatya’nın Arapgir ilçesinde doğar ve Ermeni Soykırımı’nın bizzat tanıklık eder. Profesör olan babasını kaybettiğinde daha çocuktur. Babası, onun gözleri önünde pazar meydanında diğer aydınlarla beraber asılır. Kerbekyan ailesi daha sonra onlarca yıl önce bazı akrabalarının yerleştiği Etiyopya’ya kaçar. Kerbekyan ailesi, burada kraliyet ailesiyle ve onların çalışanlarıyla birkaç nesil boyunca yakın bağlar kurar.
Küçük Hrant, büyüdüğünde yakışıklı bir genç erkeğe dönüşür. Bea’nın dayısı Gago, onun için “Cömert, açık ve özgüvenli biriydi” diye yazmıştır. İnşaat işinde çalışarak hayatını geçindirir. İzmir Smirni’den Serpouhi adındaki genç bir kadının güzelliğinden büyülenir ve ona evlenme teklifi eder. “Büyükannene Serpouhi ince ve çok çekici bir kadındı” diye yazmıştır Gago anılarında.
Hrant gibi Serpouhie da 1915’te yaşananlardan ötürü sarsılmıştır. Babası, Smirni’deki Hıristiyan azınlıklara yönelik katliamlarda öldürülmüştür. Bea, şunu anımsıyor:
“Bunun hakkında bize ilk kez bir şey söylediğinde yaşı ilerlemişti. Bu trajedinin yükünü hayatı boyunca sırtında taşımıştı. Büyükbabamın ailesinde olduğu üzere o da ailesinin geri kalanıyla Etiyopya’ya kaçtı.”
Bir kez daha yerinden edilir
Hrant ve Serpouhi’nin iki çocuğu olur; Gago ve Maro. Çiftle çocukların yolları ayrılır ve çocuklar Addis Ababa dışında yer alan yatılı İtalyan-Fransız Katolik Okulu’na kayıt olur. Yedi yıl sonra Mussolini Etiyopya’ya savaş ilan edildiğinde okul yakılır. Bea, şöyle anlatıyor:
“Bir anda Maro ve Gago evini kaybetmiş. Hala gençlermiş ve savaşın karmaşasına gömülmüşler.”
Başkentteki siyasi durum kötüye gider. İtalyan birlikler kente girerken, İmparator Haile Selassie İngiltere’ye kaçar. Gago, anılarında şöyle yazmıştır:
“Etnik azınlıklara yönelik nefret hızla yayılır. Binalar, evler ve dükkanlar yağmalanır ve yakılır. Biz bir Ermeni Kilisesi’ne sığındık ve Britanya Konsolosluğu tarafından kurtarıldık. Tahliye haftalar sürdü. Geri döndüğümüzde evimiz yağmanlanmış ve kısmen yakılmıştı.”
Kerbekyanlar için işler daha da kötüye gider. 1936 yılında Hrant siyasi işbirlikçi olduğu gerekçesiyle Mussolini’nin faşist rejimi tarafından tutuklanır ve cezaevine gönderilir. Eşinin maddi desteği olmayan Serpouhi, tüm mal varlığını satar ve iki çocuğuyla beraber erkek kardeşi Hagop’un yaşadığı Kıbrıs’a gider. Ancak hemen ardından başlayan II. Dünya Savaşı, huzurlu ve güvenli bir geleceğin yanıltıcı bir hayal olduğunu ortaya koyar.
Yabancı topraklara geri dönüş
II. Dünya Savaşı sona erdiğinde İmparator Selassie’nin yanı sıra Kerbekyanlar da Etiyopya’ya geri döner. Gago bir bankada çalışmaya başlarken, Maro bir eczanede kendine iş bulur. Her ikisi de ABD’ye göç etmek için sıkı çalışır ve para biriktirir. Ancak Maro, çalıştığı eczanede Almanya’nın kuzeyinden gelen ve sonradan eşi olacak olan Dieter ile tanışır. Evlenirler ve Etiyopya’yı terk ederek 1957 yılında Almanya’ya geçerler. Yanlarına Maro’nun annesi Serpouhi’yi de alırlar. Maro, 2008 yılında hayatını kaybeder ve Kıbrıs’taki Ermeni mezarlığına gömülür.
“Onların soyundan geliyor olmamıza ve Soykırım’ın mezalimini yaşamak zorunda kalmamamıza rağmen bunun nesilden nesile aktarıldığına ve bir tür kolektif travmaya neden olduğuna inanıyorum. Hayatta kalan ailelerin soyundan gelen diğerlerinde de olduğu üzere annem belli zamanlarda kendini dışa kapardı ve tamamıyla içine gömülür, sessiz kalırdı” diyor Bea. Ancak artık sessizliğin kırılması gerektiğine inanarak bunu sanatı yoluyla başarmaya çalışıyor.
Görüşmeyi yapan: Irina Lamp
Çeviri: Tolga Er
Bu haber gazetekarinca kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (gazetekarinca) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(gazetekarinca). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com